Lokman Ergün

Lokman Ergün

Hamza ve İskender’e dair

Hamza ve İskender’e dair

Bir ev taşıma telaşesi kalmış aklımda, 96 sonbaharı. Bir dünya ıvır zıvır taşıyoruz merdivenlerden. Mobilyalar, saksılar, koliler. Bir kutuyu açıp, kitaplarımı yerleştiriyorum bir dolaba. İskender, Ferit Edgü’nün Hakkari’de Bir Mevsim’ini alıyor eline, Hamza yanı başında. “Abi, ne anlatıyor bu?” diyor, “bizi anlatıyor” diyorum, öylesine. Sarışın bir gülüş beliriyor Hamza’nın yüzünde. Birlikte gülüşüyoruz. 21 yaşında ikisi de.

Boşaltılan köyümüzden gelmişler, aynı avluyu, aynı bahçeyi kullanıyoruz bir süredir. Gece yarısına kadar yardım ediyorlar taşınmama. Köye, akrabalarımıza dair bir yığın şey anlatıyorlar. İlginç anılar, komik hikâyeler. İskender daha konuşkan, daha teatral. Hamza daha mesafeli.

Zaman insafsız bir talancı gibi, önüne katıp götürüyor yaşanan ne varsa. Anıları, acıları, sevinçleri. Mekân öyle değil. Duruyor orda. Bir çayın kenarında oturmuşsan bir zaman, kurusa da, yatağı kalıyor geride. Bir ağacın gölgesi düşmüşse üzerine bir vakit, o ağaç kesilse de, yeşerdiği toprak kalıyor orada. 12 yıl önce taşındım o evden. O esmer bakış, o sarışın gülüş, hala duruyor o evde.

Bir ay sonra gittiler, İskender ve Hamza. Nedense, gitti diyorduk o zaman. Gitti derken, herkes bilirdi, gideni ve gidilen yeri. Sonra, başka zamanlarda, başka mekânlarda girdiler hayatıma. Daha insafsız zamanlarda, daha zalim mekânlarda.

98 Temmuz’unda, Van-Hakkari karayolunda, yıkık bir duvarın üzerinde teşhir edildi Hamza’nın parçalanmış, cansız bedeni. 8 arkadaşıyla birlikte. Yoksul babasının bir ömür boyu çobanlık yaptığı yaylalarda, son teknoloji milyonlarca dolarlık helikopterlerce öldürüldü. Bu yetmemiş ki öldürenlere, cansız bedenlerini çırıl çıplak soyarak, günde yüzlerce aracın, binlerce insanın geçtiği bir karayolunda sergilediler. Temmuz sıcağında, Hakkari vadisinde, kanlı bir sunak oluşturdular. Sonra, hala bilinmeyen bir yere, bir kepçenin kazdığı çukura topluca gömdüler.

O yıkık duvar, şimdi tamir edilmiş bir şekilde duruyor hala. 98 Temmuz’unda, devletin o kanlı sergisinden iki gün sonra geçmiştim o yoldan. Duvarda hala kan izleri. Sonradan öğrendim, kan kızıllığına bulandığını Hamza’nın sarışın gülüşünün. Zaman insafsızca süpürüp götürse de yaşadıklarımızı, o mekanlar hala duruyor yerli yerinde. Ve durdukça o mekânlar, vurulduğumuz, parça parça edildiğimiz, ölü bedenlerimizle teşhir edildiğimiz yaylalar, ovalar, yollar durdukça, zaman insafsızca unuttursa da, o mekânların da bir belleği var. Varlıklarıyla bize her şeyi hatırlatan bir bellek.

İskender, 13 yıldır hapiste. Çoğunlukla tek kişilik hücrelerde, Kürtçe gazete için, devletin sayfa başı tercüme ücreti talebine direniyor. Dövülüyor, kolu kırılıyor. Başka cezaevlerine sürgün ediliyor. Hamza’nın parça parça edildiği yaylada, yoldaşına, arkadaşına kendi elleriyle bir mezar yapmanın umudunu yaşatıyor.

Bir fotoğraf göndermiş , tek başına bir avluda, sanki zaman hiç geçmemiş gibi, hala esmer bir bakışla bakıyor bana. Kalın ve yüksek duvarlarıyla, yeni bir mekân sokuyor hayatıma. Yaşanmış, uğruna savaşılmış ne varsa, hepsini unutturmak, bağını koparmak için yükseltilmiş duvarlarla, umudun, yaşamın hapsedildiği bir mekân.

Şimdi, Kürt’lerin sorgusuz, sualsiz devlete güvenmesini bekleyenler, zamanın insafsızlığına güveniyor belli ki. Unutuştan medet umuyorlar. Oysa işte orada, dövüldüğümüz, sövüldüğümüz yerler. Kardeşlerimizin, arkadaşlarımızın tenhasında pusuya düşürüldüğü dağlar, uçaklarla bombalanan vadiler, cansız bedenlerin sergilendiği duvarlar. Hepsi duruyor orda. Ve geçtikçe biz oralardan, zamanın insafsızlığı kâr etmiyor, zaman aksine bir ayna gibi oluyor o mekânlarda. Bize tarihimizi, yaşadıklarımızı, anılarımızı, acılarımızı gösteren bir ayna.

O duvarda, Hamza’nın kızıla çalan, sarışın gülüşü duruyor. Dikkatlice bakarsanız, göreceksiniz. 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
9 Yorum
Lokman Ergün Arşivi