Lokman Ergün

Lokman Ergün

Erdoğan'sız AKP'ye doğru

Erdoğan'sız AKP'ye doğru

AKP, Türkiye’nin 12 Eylül darbesi ve PKK ile savaşın yarattığı büyük tahribatın, 1990 sonrası yarattığı siyasi, ekonomik ve sosyal çöküntüsünün üzerinden yükseldi. Özellikle 2001 ekonomik krizinin bütün siyasi yapıyı alt üst ettiği bir ortamda, biraz da seçim sisteminin azizliği ile yüzde 34 gibi bir oy oranıyla güçlü bir şekilde iktidar oldu.

Soğuk savaş sonrası dünya denkleminde, özellikle de 2001’deki 11 Eylül saldırıları sonrasında, Amerika ve Batı ittifakının tehdit sıralamasında ön sıraya yükselen kökten dinci terörizm algısı, Ortadoğu’da “ılımlı İslam” projesini ön plana çıkardı. Bu algı, AKP’nin batı kamuoyunda ittifak kurulabilir bir partner olarak kabul görmesini sağladı.

Dünyadaki ekonomik dalganın da etkisiyle, hatırı sayılır bir sıcak para akışıyla ve ABD-AB desteğiyle, AKP sanal bir ekonomik kalkınma hamlesi yakaladı. Kemal Derviş’in planladığı, IMF ve ABD-AB patentli, finans kapitale eklemlenmiş ekonomik politika, AKP tarafından titizlikle uygulandı. Her yıl ortalama 50-60 milyar dolarlık cari açıkla, ekonomik büyüme sağlandı. Bu cari açığı finanse edecek dış kaynak da sorunsuz bir şekilde Türkiye’ye aktarıldı.

Düşük döviz kuru ve ucuz ithal mallarla, 10 yıllık bir yapay refah ortamı yaratıldı. AKP bunu ustalıkla iç siyasette güce tahvil etti. Zaten yetersiz ve programsız muhalefet karşısında gittikçe güçlendi. İdeolojik olarak kendilerini İslam dünyasının lideri ve kurtarıcısı olarak görme eğiliminde olan AKP, kendisini Ortadoğu’da etkin bir bölgesel güç olarak görmeye başladı. Buna Erdoğan’ın kendini bir nevi “Mesih” olarak gören bilinçaltı da eklenince, bu güç olma iştahı arttıkça arttı.

ABD’nin Afganistan ve Irak müdahalelerinde beklediği sonucu alamaması, bu müdahalelerin yarattığı ekonomik yük, Ortadoğu’da AKP yönetiminde bir Türkiye’nin desteklenmesini ve Türkiye üzerinden politika geliştirmesini anlamlı kılıyordu. Bu dış destek, AKP’nin iktidarını oldukça güçlendirdi. Özellikle kendi iktidarı için ciddi bir tehdit gördüğü askeri vesayet sistemini bu destekle elimine etti.

2011 yılında Kuzey Afrika ve Arap ülkelerinde başlayan “Arap Baharı”, ve bu siyasi çalkantıların ardından iktidara gelen Müslüman Kardeşler çizgisindeki Sunni İslam eğilimli siyasi yapılar, AKP’nin bölgesel gücünü arttırma iştahını kabarttı. Fas, Tunus, Libya ve Mısır’da, ideolojik olarak aynı çizgide oldukları siyasi yapılar iktidar olma şansı yakaladılar. Ardından Suriye’de baş gösteren ayaklanmada AKP aynı çizgide bir iktidarın kurulmasıyla elde edeceği etkinliğin rüyasını görmeye başladı. Ve Suriye’de agresif bir müdahale çizgisi izledi.

Ancak, ABD ve Batı ittifakı, özellikle Mısır’daki gelişmelerden memnun değildi. Ortadoğu denklemini, İsrail-Mısır- Suudi Arabistan arasındaki hassas ilişkiler ve örtülü iş birliği üzerine inşa eden ABD-Batı ittifakı, bu yapının bozulmasından endişe etti. AKP ve ABD arasındaki iş birliğinin sekteye uğradığı kırılma noktası da tam olarak bu anlayış farkıdır.

Ortadoğu’daki güç dengelerinde genellikle nötr bir çizgi izleyen geleneksel Türk dış politikası, Erdoğan ve Davutoğlu’nun ideolojik bilinçaltlarından kaynaklanan ve Neo-Osmanlıcılık’ı hedefleyen Sunni bir blok oluşturma stratejisinde tökezledi. Bölgesel güçten, küresel güç olmaya dönüşmek isteği, Türkiye’nin gücünü aşan bir hayale dönüştü. İç siyasette kullanılan ve köpeksiz köyde, değneksiz dolaşmak olarak nitelendirilecek dil ve üslup, dış politikada da uygulanır zannedildi. Kılıçdaroğlu’yla yapılan polemiğin Obama ile de yapılabileceği sanıldı. Erdoğan’ın iç politikada kendisine prim sağlayan, çatışmacı, külhanbeyi ve üst perdeden üslubunun, dış siyasette de prim yapacağı kurgulandı.

Ve bu gün gelinen noktada, dış dünya Erdoğan’a sağladığı yaşamsal desteği geri çekti. Türkiye’de iktidar alternatifi bir siyasi muhalefet olmadığından, AKP’den desteği çekti diyemiyoruz. Ancak Erdoğan, ekonomiyi ayakta tutmak için hayati önemde olan dış finansal desteği sağlayanlar açısından terbiye odasına alındı. Ve bu odadan kısa vadede çok ciddi tavizler vermezse çıkamayacaktır.

Muhtemelen AKP’ye, Erdoğan’dan kurtulması gerektiği sıklıkla ve üst düzeyde telkin edilecektir. Bu telkinlerin cemaat üzerinden verildiğini açık bir şekilde görmeye başladık. Askeri vesayetin ağır darbe aldığı Türkiye’de bir askeri darbe mümkün görünmediği ve seçimlerde iktidar olabilecek bir muhalefet ortada olmadığı için, AKP’ye ya Erdoğan’sız iktidar, ya da ekonomik ve siyasi kriz dayatılacaktır.

AKP’nin Erdoğan’dan kurtulmasının görünen tek yolu da, Erdoğan’ı Çankaya’ya gönderip, uslanmasını beklemektir. Başkanlık tartışmalarının gündemden düşmesi ve cemaatin çıkışlarını bu pencereden okumakta fayda var. Muhtemelen Erdoğan, bu üst perdeden üslubu yerel seçimlere kadar devam ettirecek, sonrasında da Çankaya’da geçici veya kalıcı inzivaya çekilecektir.

O zaman kadarda, dolar kuru, borsa spekülasyonları, faiz oranları ile iç ve dış siyasi çekişmeler ve ayar vermeler ekonomik parametreler üzerinden hayat bulacaktır. Dış siyasette yalıtılmış ve ekonomik kıskaca alınarak güçsüzleştirilmiş bir Erdoğan’ın Kürt sorunu ve çözüm süreci açısından nasıl bir politika izleyeceği de bugün için meçhuldür. 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
2 Yorum
Lokman Ergün Arşivi