M. Latif Yıldız

M. Latif Yıldız

Dr. Sekban’dan Kemal Burkay’a

Dr. Sekban’dan Kemal Burkay’a

Gazetelerde iki haber okudum. Birincisi mecliste grubu olan, 2,5 milyon seçmenin oyunu alan, 35 vekille parlamentoya giren BDP eş başkanı Selahattin Demirtaş’ın açıklaması:

“Bir çok gazete veya TV program yapımcısı benimle program yapmak istedi ama genel yayın yönetmenleri ve patronları izin vermedi.”

İkinci haberin de başlığı şöyleydi: “ Türk medyası Burkay’ı çok sevdi.” Haberi yapan gazete sadece 16 – 22 Ocak tarihlerini baz alan bir araştırmada Dink davası için yazı ve haber sayısı 1639 ile 1. sırada; 2. sırayı Nedim Şener 108 ile 3. sırayı 88 ile Mehmet Ali Birand, 4. sırada 69 haber yazı ile 31 yıl sonra Türkiye’ye dönen Kemal Burkay yer alıyormuş.

Bu makalemin çıktığı ana kadar daha kaç haber, yazı ve TV programına çıktığını, çıkacağını varın siz tahmin edin. Burkay ile ilgili yazı ve haberler 24 Ocak’ta Karayılan’ın çok yersiz ve talihsiz “yapılan ihanettir” açıklaması ve de BDP’lilerin “devlet Projesidir.” Beyanatından sonra Burkay için cevap verme yarışında ipin ucu kaçtı.

Türk gazete ve televizyonlarının böl, parçala, bir birine düşür geleneksel politikalarını devreye koymanın fırsatını hiç kaçırmadılar. Burkay’da bu tuzağa düşerek “öldürmeyi göze aldım” deyince Türk medyası mal bulmuş mağribi gibi Burkay ile program ve röportaj yapmak için kuyruğa girdiler.

Ben işin gelişen “ölmek”, “öldürmek” kulvarında olmayacağım. Hayatım boyunca şiddet, ölmek ve öldürmeye karşı durdum, duracağım. Burkay’ı da 30 yıldır böyle bilirdim. Havasından mı, suyundan mı bilinmez Burkay Türkiye’ye gelir gelmez o da “ölme”, “öldürme” gibi şiddet çağrıştıran sözcükler ile medya karşısına çıkmaya başladı.

Yetmedi, gazetelerde “bir birini eleştiren, eleştirene” başlıklı haberler ile bir çok Kürd aydını, yazarı, siyasetçisi ve gazetecinin medya üzerinden nasıl bir birlerine saldırdıklarını Türk medyası zevkten dört köşe olarak haber yapıyordu. Yani meşhur “böl” tuzak tekerrür ediyordu. Ne yazık ki bu tuzak ne bir Kürdün hayrına ne de sorunun çözümüne katkı sunar.

DR. ŞÜKRÜ MEHMET SEKBAN

Neyse, izniniz olursa kullanılma cephesinden yola çıkarak, geçmişe doğru sizlerle kısa bir tarih yolculuğuna yapmaya çalışacağım.

Bu yolculukta acı ve trajik portreyi başta Burkay ve bütün Kürd aydın, gazeteci ve yazarına hatırlatmak istedim. ( Ki Sekban sonradan nedamet getirse bile.)

Cumhuriyet’in ilk yıllarında devletin propaganda aracı olarak kullandı. Birinci baskısı 2006 tarihinde devletin yeniden finanse ederek piyasaya sürdüğü “Kürt Sorunu” isimli bir kitaptan söz edeceğim. Yazarı Dr. Şükrü Mehmet Sekban. Bilenler bilir, bilmeyenler için aynı kitabın girişinde “Dr. Sekban kimdir?” başlığı altındaki yazıdan tanıyalım:

1881 tarihinde Ergani’de doğmuştur. Mülazimevvel (üsteğmen) Mehmet Ağa’nın oğludur. İlk tahsilini Ergani Maden’de, ve Hozat (Kızılkilise) da, orta tahsilini; Diyarbakır’da, Lise tahsilini de, İstanbul Çengelköy Askeri Tıbbiye okulunda tamamladıktan sonra; 1903 yılında yüzbaşı rütbesi ile Askeri Tıbbiye’den mezun olmuştur.

Bir sene Gülhane Hastahanesin’de staj gördükten sonra, Edirne Askeri hastanesi Cildiye Mütehassızlığı’na tayin edilen Sekban, iki sene kadar burada çalışmış ve İstanbul Tıbbiye Okulu’ndaki görevine dönmüştür.

Bu sırada Kürtçü (kelimeye dikkat “Kürtçü”) Dr. Sekban, İkinci Meşrutiyetinden sonra 2 Ekim 1908 yılında kurulan Kürt Teavün ve Terakki Cemiyeti kurucuları arasında bulunmuş, Kürtçülük ( kelimeye dikkat) davasının bir numaralı savunucularından olmuştur.

Dr. Şükrü Sekban, 1912’de resmen kurulan Kürt Üniversite Öğrencileri Derneği olan HEVİ (Ümit) Cemiyeti’nin de kurucularından olup, bu cemiyeti kendisi organize ediyordu.

Daha sonraki yıllarda Mayıs 1918’de Seyyid Abdulkadir’in başkanlığında kurulan Kürt Teali Cemiyeti’nde de yönetim kurulu üyesiydi. Bu sıralarda Dr. Sekban, Seyyid Abdulkadir, Emin Ali Bedirhan ve diğer cemiyet üyeleri ile birlikte yabancı elçiliklere gitmiş, Kürdistan muhtariyeti için muhtıralar vermiştir.

Sekban, 1919 yılında doktorluk görevinden istifa ederek Bağdat’a gitmiş, bilahare Türkiye’ye dönerek serbest doktorluğa başlamıştır. Lozan Antlaşmasının imzalanmasından sonra tekrar Bağdat’a gitmiştir. 18 Aralık 1923 tarihinde Beyrut’da ve yine bu sıralarda Kahire’de neşredilen iki mektubu ile de Kürtlere muhtariyet verilmesini ve Kürtçenin resmi lisan (dil) olmasını savunmuştur.

Hoybun komitesinin Bağdat şubesi başkanlığını da yapan Dr. Şükrü Sekban Kürtler hakkında Cemiyet’i Akvam’a ( Milletler Cemiyeti’ne) bir de mektup göndermiştir.

Ancak ‘derin incelemeler sonucu!’ gerçeği görmüş ve 1933 yılında Paris’te Fransızca olarak, “La Question Kurde” (Kürt Meselesi) isimli kitabını yazmıştır.

Vatan hasretine dayanamayarak, 1939 yılında yurda dönen Dr. Şükrü Sekban, 1960 yılında kendi topraklarında İstanbul’da hayata gözlerini yummuştur.

Peki Sekban Kürt meselesi ya da bugünkü adıyla “sorunu” kitabında neler yazdığına geçmeden dilerseniz devletin finanse ettiği kitabın ön sözünde yer alan şu paragrafı okuyalım.

“ Bir köylü Kürt ile Türkmen’i, konuşturmadıkça, dış görünüşünden (tipinden) ayırt etmek, imkansızdır. Kürtler ile Türkmenlerdeki bu dış görünüş ile gövdedeki benzerlik, ruh ile duygularda da birlik ve ayniliğin delilidir.” Ziya Gökalp

Dr. Şükrü Sekban kitabında neleri mi ele almış:

Kürtler Turani’dir. Kürtlerin Anavatanları Orta Asya’dır. Kürt ile Türkmen Ayırd edilemez. Arı Irkı’ndan olan Medler Kendi Dillerini Kürtçeyi Aşılamışlardır. Yavuz Sultan Selim zamanında Kürtler için büyüklük devrim başlamıştır. Aynı kandan olan Kürtler ile Türkmen’in muhteşem kuvveti. Simko harekatı milli değildi. Kürt dili yeterli değildir. Kürt ile Türk aynı ırktandır. Kürtleri Mustafa Kemal’in çizdiği yola davet ediyorum.

Kitabın diğer bölümlerinde bir tarihçi, bir antropolog uzmanı kesilen ( ya da görünen) Dr. Şükrü Sekban; Gutileri, Kardak’ları ve diğer Kürtlerin köklerini Türklere ve Orta Asya’ya bağladıktan sonra Kürtçe dilini, İdris-i Bitlisi, İsmail Ağa ( Simko), Selahattin-i Eyyubi, Kerim Han Zendi, Kürt Teavun ve Terakki, Kürt Teali Cemiyetleri gibi konulara ibret ve hayret verici bir değişim, dönüşüm, kendi yaptıklarını inkar tavrıyla yaklaşmaktadır.

DERS ÇIKARMAK

Altı yüz yıldır uygulanan bir birine düşürme; son yüz yılda bir birine kırdırma; ‘böl’, ‘parçala’, ‘yönet’ tuzağına düşmemek bir daha yeni Sekban örnekleri yaşamamak, yanlış kulvarlara savrulmamak, “ders çıkarmak” adına Kürd aydınları, yazarları, gazeteci ve halkına hatırlatmayı vicdani, insani ve ahlaki bir borç bildiğim için yazdım/yazıyorum/yazacağım.

Kürtlere Sivaslı halk ozanı Aşık Veysel’in şu dörtlüğü ile seslenmek istiyorum.

Kim okurdu kim yazardı/ Bu düğümü kim çözerdi

Koyun kurt ile gezerdi/ Fikir başka başk’olmasa

Fikirler başka olacak. Ama başkasıyla buluşmadığınız “ortak payda” da bir birimizle ortak payda yaratmalıyız. 75 yaşında ucuz kahramanlık yaparak “Öldürülmeyi göze aldım” diye kışkırtmanın anlamı var mı? Ya da bu yaştaki birini tehdit etmek Kürt toplumuna ve sorununa ne fayda sağlayacak? Ama birileri zil çalıp oynar ve çekişmeyi, sürtüşmeyi daha da kızıştırmak, hatta kanlı bıçaklı yapmak için ne gerekirse yaparlar/yapacaklar.

OKUYUCUYA SEKBAN HAKKINDA ÖNEMLİ NOT:

Aydın, gazeteci, Kürt bilim ve yazım sanatı ustası rahmetli Musa Anter Dr. Sekban’ın kitabına önemli bir açıklık getiriyor. “Sekban kitabı yazmış ama niçin yazmış?” Makalesinde Sekban’ın kendisi “ sahte, uyduruk” bir kitap dediğini ve gerekçesini aktarıyor. Bu konuyu sık gündemlerden fırsat bulursam başka bir gün yazacağım. Ancak Sekban’ın şu anısı önemli:

“Arkadaşlarım bu kitaba çok üzüldü. Şam’da Celadet Bedirhan’la yemek yiyiyorduk. Tanımadığım bir Arap yemeği geldi. Celalet Bey’e “bu nedir” diye sordum. Dedi ki “Doktor, patlıcandır, ama sen kabak diyebilirsin.” Anladım Celalet benim kitabı kastediyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
15 Yorum
M. Latif Yıldız Arşivi