M. Latif Yıldız

M. Latif Yıldız

Derin devlet ve ölüm oruçları

Derin devlet ve ölüm oruçları

Bizdeki uygulamaları ile insanın Cumhuriyet’ten nefret edesi geliyor. Çünkü İktidarı ele geçirenler ya arkalarına askeri alarak ya da bugün olduğu gibi siyasi vesayetle "sözde Cumhuriyet" özde "derin devlet" keyfiyetle cumhurun isteklerine karanlık bir kapı açıyorlar.

AKP; Cumhuriyeti yöneten öncülleri gibi gücü eline geçirir geçirmez “derin devletin yasakçı dikta rejimi” zihniyeti ile ülkenin her karış toprağında sıradan tepkiden yüz binlerin katıldığı çığlıkların arasına fark koymadan panzerleri, polisi ile katılımcıları suyla, gazla önüne katarak süpürüyor, gözaltına alıyor, tutukluyor. Bir de "Biz gerçek Cumhuriyetçileriz" diyorlar. Doğrudur, Kemalist laiklere rahmet okutan icraatlarıyla övünebilirler.

Dövülen, sövülen, gazla, suyla susturulan Kürdlerin haykırışlarına yıllarca bıyık altında gülen beyaz Türkler Cumhuriyet’in 89. kutlama gününde aynı şiddete maruz kalınca iktidar gücüne şaşırmaları doğrusu hayret vericiydi.

Diyarbakır’da devlet 500 bin Kürd’e Newroz’u yasaklarken sokağa dökülenlere “sizde bir gün sonra kutlasaydınız” diyenlere; Kürdler “sizde 29 Ekim’i bir gün sonra kutlasaydınız” demediler. “İslamcılarla laikler çarpışıyor” diye bıyık altında müstehzi de yapmadılar. Çünkü tecrübe ile sabittir ki onlar hep yasak ve cop vardı. Bakın Diyarbakır’da 3 Ekim mitingini yine hiçbir gerekçe göstermeden yasakladılar, yetmiyor copladılar, gazladılar, tutukladılar.

Yıllardır güvenlik güçlerinin şiddetini normal bulan beyaz Türkler; polisin Anıtkabire gitmek isteyeni neden tazyikli su, gaz bombası ile dağıtmak ve sindirmek istediğini inşallah anlamışlardır. Yoksa hala “Bizim elimizde bayrak, dilimizde marş, onlar ise terörist” mi diyorlar! Bu ırkçılık, hatta faşistlik değil mi?

Belli gruplar hükümetin siyasi uygulamalarına mahşeri kalabalıklar ile büyük tepkiler gösteriyorsa iktidarda onlara “derin devletin yasakçı dikta rejimi” anlayışı ile yaklaşacağına tehlikelinin vardığı boyutları görmek, sorunun ciddiyetini kavramak durumundadırlar.

AKP’liler düşünmeli ki mahkûmları canlarından bezdiren zihniyet, bir zamanlar onlara da kan kusturmuşlardı. 10 yıl sonra muktedir olunca unuttular mı? Ölüm orucunda olanlar için Azrail’in ölüm zarfını uzatmasını beklemeleri cinayet olmaz mı?

XXX

Vatandaşı dinlemek ve enerjisini boşaltmasına izin vermek yerine tepki veren halka ve de Mecliste grubu bulunan muhalefet liderlerine güvenlik güçleri eliyle tazyikli su, biber gazı, panzer, copla, barikatla susturmak isteyen zihniyet kutsayan ve ülkenin kaderini 2 dudağı arasına almış “derin devlet” anlayışlı liderin tavrı derin endişeler yaratmaz mı?

Diyarbakır Newroz’u ve dünkü mitinge; Ankara alternatif Cumhuriyet kutlamasında “istihbarat var” diye “yasak” getiren iktidarın provoke edici şiddeti hükümet analiz yaparak acizliğini görmelidir. Anlaşılıyor ki “istihbarat” değil, devletin anlamsız “güç” gösterisine başvurarak sindirme arzusudur.

Günlerdir hapishanelerde ölüme her gün bir adım daha yaklaşanlara facebook ve twitter gibi sosyal paylaşım ağlarında nefret söylemlerini dillendiren bayraklı Cumhuriyetçi bazı zavallılara rağmen Kürdler aynı vicdansızlığı ve izansızlığı göstermediler.

Ulusalcı Kemalistçilerin dün Kürdler ile birlikte eziyet ettiği İslamcı ve dinciler bugün muktedir olunca Cumhuriyetçilere yönelen şiddeti kimse Kürdler kadar anlayamaz. Çünkü Kim iktidar olursa olsun dışlanan, dövülen, sövülen, öldürülen hep Kürdler oluyor.

Dayak, tazyikli su ve gaz bombası yiyen laiklere; ölüm orucuna giren insanların önce şekeri, sonra yağı, ardında proteini tükettikleri; kas dokusundan sonra karaciğeri ile birlikte nabzın, tansiyonu ile birlikte kalbin süreç içinde durduğunu; ölmeseler bile sakat kaldıklarını hatırlatarak yüreklerinde insani bir duygu taşıyorlarsa eylemcileri anlamaları isteniyor.

Ve Tüm halklara seslenen Kürdler “ Bir insan korkunç bir ölüm şekli olan açlık orucunu niçin seçer. Ölüme gitmek için nasıl acılar, nasıl çaresizlikler var ki o insanlar öyle bir sonuca razı oluyorlar.” Bunu empati yaparak eylemcileri anlamalarını istiyorlar.

Meseleyi kim olursak olalım yasakçı dikta rejimlere topyekûn bir birlerimizin acılarını hissederek, sıra kime geldiyse destekleyerek çözüm bulmaktır. Yapmazsak bize de sıra gelecek ve hepimiz aynı çarkın dişleri arasında yok oluruz; ancak o gün iş işten geçmiş olur.

XXX

Dünya’da hukuka saygılı hiçbir Başbakan mahkûm haklarını yasaklayamaz. Ama bizde “ailesiyle görüşür, avukatıyla görüşemez”, “yargıya talimat verdik”, diyebiliyor. Hızını alamayarak “bırakın ölsünler”  “terör örgütünün talimatı”, “kuzu kebap ziyafeti”, “devlete şantaj yapılmaz” diyor ama kendisi “kamuoyu idam istiyor” deyince şantaj olmuyor öyle mi? Bu sözlerle değil muhalif, AKP destekçisi Kürdleri de çileden çıkardıklarının farkındalar mı?

Özellikle AKP’li Kürd vekiller ve AKP”ye destek veren Kürdlere büyük görev düşüyor. Uludere olayından sonra “dindar” Kürdler kayan zemini görerek safını belirlemeli. Kürd meselesinde yeni bir umut yaratmanın yolu görüş, düşünce ve inancı ne olursa olsun birlik içinde hareket etmenin zamanı. Bunun için Erdoğan’ı adım atmaya zorlamalılar.

Kürdlerin birliği; inanıyorum ki 4 ülkenin dirliği ve kardeşkanının durması için birinci önceliktir. Değerli meslektaşım İlahiyatçı, Taraf yazarı Hidayet Şefkat Tuksal’ın ifade ettiği gibi “Katılımcı bir süreç yaratılmalı. Komiteler oluşturulmalı. İnsanlar toplanıp çözüm önerileri getirmeli. İzmir’deki insanları Diyarbakır’a, Diyarbakır’dakinin İzmir’e taşınmalı. Çeşitli platformlarda birbirleriyle konuşturulmalı. İnsanları çözüm sürecine sokulmalı.

Açılım politikası böyle değildi. AK Parti, insanları çözüm sürecine sokmuyor. Her şeyi kendi grubuyla kotarmaya çalışıyor ve kotaramıyor. Sivil seçenekleri üretemiyor. AK Parti’ye en büyük eleştirim şu benim. Bu tek adamlık sistemi nedeniyle günahı da, vebali de, başarıyı da tek başına üstlenmek durumunda kalıyor.”

Bence Tuksal’ın düşüncelerinin gerçekleşmesi için dürüst, cesur, hesapsız, çıkarsız Türk – Kürd halkı; aydın, yazar, gazeteci, bilim adamı, sivil toplum kuruluşları; 156 duyarlı bilim insanı gibi acil harekete geçerek “durun”; “ölümlere izin vermeyiz” demeli. AKP’yi demokrasi rayına yeniden taşımak için baskı grubu oluşturma mecburiyetimiz var.

Kemalistlerden sonra dindarların ezdiği, horladığı, aşağıladığı, intikamcı bir yapının altında Kürdler artık yaşamak istenmiyor. Atatürk, İnönü, askeri rejimlerin tek adamlığından sonra AKP’nin tek adamlığında değil Kürdler Türkler bile yaşamak istemez.

Vedat Türkali’nin Başbakan’a hitaben yazmış olduğu çağrı çok dikkat çekici:

"Devlet pazarlık etmez’ diyor Sayın Başbakan. Devlet vatandaşına zulüm de etmez Sayın Başbakan. Olayı lütfen tersine yansıtmayın. Kimsenin sizden pazarlık beklediği yok.. Kafanızla işimiz yok bizim. Ama insan olarak herhâlde bir kalp taşıyorsunuzdur. Vicdanınız olması gerekir. Temel insanlık hakları için ölüme yatmış bu kişiler sizin kafanıza değil, bu olması gereken vicdanınıza sesleniyor Sayın Başbakan. Evet, çözüm yolunu açmanızı, kanı durdurmanızı, ölümlere son vermenizi bekliyor. Koca bir ülkenin sorumlu yöneticisi olarak temel görevinizdir bu. Bağışlayın, sonunda sormak zorunda kalırsak, vicdanım da yok mu diyeceksiniz Sayın Başbakan.”

XXX

Diyarbakır Barosunun dile getirdiği gibi; “ırkçılık, asimilasyon, ret ve inkâr suçtur. Cezaevlerinde her an olabilecek toplu ölümlere seyirci kalınırsa insanlık vicdanı kanar. Talep meşru, demokratik bir haktır. Vicdanları yaralayan Roboski (Uludere) katliamı gibi ikinci bir katliama göz yumulmamalı. Kürd halkının insani hak talebi gasp edilerek askeri veya siyasi operasyonlar ile çözülmez. Mahpusların talebi Kürdlerin talebidir.” Diyor.

Dün "devlet her şeydir" diye tanrılaştıranların kervanına AKP de katıldı. Geçmişte laik Kemalistler Kürdleri eziyordu; bugün AKP, ne farkı var? Dün “hayata dönüş” katliam yapıldı. Bugün aynı planın tekrarı ya da yüzlerce ölümden endişe ediliyorsa ne değişti?

İnsani bir dram yaşanırken AKP hükümeti bir neslin yok edilişini seyretmekle kalmıyor; iktidar hastalığına yakalanan Başbakan Erdoğan "ha dağda ölmüşler, ha cezaevinde" anlayışında. Nitekim "gizli yemek yiyiyorlar", "şov yapıyorlar", "sadece bir kişi açlık grevinde" ( Ki aynı saatte Adalet Bakanı 683 kişi dedi.) diyerek 30 yıldır hapis olanların olduğu bu hassas dönemde yangına körükle gitmek yasakçı dikta rejimi devam ettirmektedir.

Yarın cezaevlerinden toplu tabutlar çıkmadan, daha fazla ölüm olmadan "Derin Devlet’in Yasakçı Dikta Rejimi" son bulmalı. Bulmuyorsa bulması için topyekûn ses verme zamanı. Çünkü bedenlerini ölüme yatıranlar polis, asker, gerilla ölsün mü, ölmesin mi artık bunun karırını verin diyorlar. Ve hapishaneleri Kürdler ile doldurmanın, annesinin dilini istediği için ölüme terk edilmenin çözüm olmadığını haykırıyorlar.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
M. Latif Yıldız Arşivi