İhsan Çölemerikli

İhsan Çölemerikli

Tanrıçalar kenti

Tanrıçalar kenti

İlkçağda Zogros Dağları ve Mezopotamya da kadına Tanrıça olarak inanılıyordu. Yedi Sümer kendi devleti içinde Tanrı ENLİL’in de kenti olarak bilinen NİPPUR’a; “insanlığın en yüce ahlaksal ve tinsel değerlerin mekânı olduğuna inanılırdı.” Toplumsal adalet ve ahlaksal tavrın koruyucusu rolü Tanrıça NANŞE’ye yüklenmişti. Günümüzden yaklaşık 5000 yıl öncesinde Sümerli şairin Tanrıça Nanşe için kaleme aldığı ilahide, Tanrıça’nın gücü şu dizelerle tanımlanıyordu.

"Yetimi bilir, dulu bilir,
İnsanın insana zulmünü bilir, öksüzlerin anasıdır,
Dulları kayırır Nanşe,
Çaresizlere (?) çare bulur
Sığınana kucak açar kraliçe
Güçsüzü gözetir.”(1)

İlahinin dizelerinde görüldüğü gibi Sümer Tanrıçası Nanşe; yetimlerin, öksüzlerin, dulların, çaresizlerin ve baskıdan kaçanların koruyucusudur. Anlaşılan o ki, günümüz kadar olmasa bile Sümer ülkesinde de zalimler varmış. Zalimlere karşı mazlumları koruma görevinin Tanrıçalara verilmesi hem anlamlı, hem de kadının toplumsal yaşamdaki gücü ve saygınlığının bir kanıtıdır.

Bu gelenek bin yıl İsa öncesinde Van Gölü havzasında geçerliliğini sürdürüyordu. Orta ve Aşağı Mezopotamya’da Sümer, Akad, Babil egemenlik olanlarında kadının Tanrıçalığı yer yer kırılma gösterirken, dağlık coğrafyada kutsallığı devam ediyordu. İ.Ö 12. yüzyılda yeniden tırmanışa geçen Asur saldırıları Yukarı Mezopotamya’daki Hurri kökenli boyların güçlü siyasal yapılanması olan MİTANİ devleti, Hititlerin de desteğiyle ortadan kaldırıldı. Bu kez Asur’a karşı direniş mekânı Van Gölü havzası olmuştu. Urartu Aşiret Konfederasyonu 832 de günümüzde VAN olarak bilinen TUŞBA’yı başkent yaparak güçlü bir devlet yapılanmasının temelini attı. Sümer, Akad, Babil ve Asur’dan gelen; kavmiyetçilik kılıcının süslü bir inanç kını içinde muhafaza etme geleneğini Hurri kökeni dağlılar da benimsemişlerdi. Urartu yönetimi de toplum-inanç ilişkisini ustaca kullanarak hayata geçirdi. Sarp ve yüksek dağlarla çevrili havzalar coğrafyasında egemen olan dar bölge yönetimleri, yerelde simge merkezi küçük Tanrı ve Tanrıçaların tanınmasını merkezi otoriteye dayatıyordu. Tuşba Kalesi’nde oturan Urartu hanedanı da bu prensibi benimsemiştir. Günümüzde Van kent merkezinde Akköprü olarak adlandırılan mahallenin, Urartu’nun krali kenti Rusahinili’nin, son yüzyıllarda Toprakkale’nin de inşa edildiği Zimzim Dağı kayalıklarıyla birleştiği yerde; I. Sarduri (Serdar)’nin oğlu İşpuini tarafından Haldi kapısı inşa edilerek, 79 Urartu Tanrı ve Tanrıçasının adlarını protokol sırasına göre kapının ana yüzeyine işledi.

Bu Meher kapı yazıtı, aynı zamanda Urartu yönetiminin inanç alanındaki hoşgörüsünü yansıtan bir resmi bildiri niteliğindedir. Devletin inanç özgürlüğüne verdiği önem sert kayaların yüzeylerine işlenerek adeta belgelendirilmiştir. Ne yazık ki bu şaheser de tüm Urartu eserleri gibi günümüzde gözden uzak tutularak ölüme terk edilmiştir. Urartu boylarında zengin olan inanç dünyasını günümüze taşıyan bu belgede 64. sıradan itibaren 16 Tanrıçanın adları da yer almıştır. İlkçağda Van gölü havzasında kadına gösterilen saygının canlı bir kanıtı olan Haldi Kapısı’ndaki Tanrıça isimlerini; yaklaşan 8 Mart dünya emekçi kadınlar günü nedeniyle okuyucular ve Kürt kadın aktivistlerle paylaşmak istedim. Yukarıda ifade ettiğim gibi 64. sıradan itibaren listede Tanrıçalara yer verilmiştir. Tuşbalı (Vanlı) 16 Tanrıçanın adlarını birlikte okuyalım.

"Arubani, Huba, Tuşpea, Aui, Aia, Sardi, Şinuiardi, İphari, Bartşia, Silia, Ara, Adia, Uia, Ainau, Ardi İnuanau”(2)

1.20130306212743.jpg

                            Haldi Kapısı

İşte Haldi veya Meher Kapı olarak da bilinen taş kapıya işlenen Urartu panteonunda yar alan Tanrıçalar. Yazıtta; her Tanrı ve Tanrıça için sunulacak kurbanların sayısı da isimlerinin karşısına işlenmiştir. Urartu Tanrıçaları listesinde ilk sırada yer alan ve keçi ile betimlenen ARUBANİ’nin; baş Tanrı Haldi’nin konsortu (Zevcesi) olduğu varsayılmıştır. Hakkari’de yakın tarihe kadar güzel kadınlara BIZIN, yani Kürtçede “keçi” ismini verme geleneği yaygındı. Zagros menşeli Arubani isminin; İ.Ö 2300 yıllarında yaşadığı sanılan ve tabletlere geçirilen LULUBİ kralı ARUBANİNİ adına olan dilsel yakınlığı çağrıştırıyor. Zaten Urartu konusunda uzman olan bazı Türk ve Ermeni kökenli bilim adamları da; Urartu hanedan mensuplarının merkezi Zagroslardan geldiklerine dikkat çekmişlerdir. İkinci sırada yer alan Tanrıça HUBA fırtına Tanrısı TEİŞEBA’nın eşi olduğu kabul edilmiştir. Listenin üçüncü sırasında adı geçen Tanrıça TUŞPEA’nın da üç büyük Tanrıdan bir olan güneş Tanrısı TEİŞEBA’nın zevcesidir. Bazı araştırmalara göre bu Tanrıça aynı zamanda başkent Tuşba’nın da korucu Tanrıçasıdır.

2.20130306213016.jpg
Tanrıça Arubanı ve keçi figürü

Üç bin yıl öncesi Van kadınını konu alan, onun mümtaz yerini belirleyen canlı bir belgeyi sunduk sevgili okuyuculara. Tuşba üç bin yıl önce yalnız Sardurilerin, Menuaların, Argistilerin, Rusaların “efendisi” olmakla övündükleri bir başkent olmanın dışında; bir TANRIÇALAR KENTİYDİ. Tanrıçaların bakımlı figürleri dışında tabletlere işlenen ölü yemeğini sunan, düğün alaylarında çalgı çalan kadın betimlemelerinin son derece bakımlı olması, yine kadına verilen değerin ayrı bir göstergesidir. Yönetimin başındakilerler kadını saygın yerine oturtmuşlardır. Kentleşme, tımar, tarım ve sulama projelerini hayata geçiren kral MENUA, Alnunu kenti (günümüz Edremit’i) sırtlarında güzel eşi TIRİRİA için yaptırdığı cenneti andıran üzüm bağlarıyla; Van kadınının NİNOVA’nın SEMİRAMİS’i, BABİL’in prensesi AYTİS’ten hiç de geri olmadığını kanıtlamıştı. Kürtçede üzüme “TIRİ” denir. Kral Menua’nın anısına bağlar yaptırdığı güzel eşi TIRİRİA’nın adına üzüm güzel anlamına geldiği veya ona yakın bir anlam taşıdığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Urartular verdiği değerden dolayı, Tanrı ve Tanrıçalara adayacakları kurbanları da bağ bozma döneminde sundukları biliniyor. Bu sunma biçimiyle de inanç-kadın-üretim üçlüsü kutsallaştırılarak öne çıkarılmıştır. O dönemde tüm Orta Doğu’da süper güç konumuna gelen, bölge halklarına kan kusturan ASUR’a karşı 260 yıl kafa tutan, ordularını yenilgiye uğratan Urartu’nun gücünde saklı olan en önemli sırrın kadına verilen değer olduğu unutulmamalıdır. Efendiler kenti Tuşba’nın direniş başarısının temelinde yatan gerçek de; onun aynı zamanda TANRIÇALAR KENTİ olmasından kaynaklanıyordu. Kadın kırılmasına izin vermeyen Urartu hanedanı, özgürlüğün bu anlayışla sağlandığının bilincindeydi. Kadının aynı zamanda direnişin kaynağı ve özgürlüğün sembolü olarak biliyordu.

3.20130306213119.jpg

Ölü yemeği sunan kadın tableti

 Ortaçağda güneyden dağlık coğrafyaya saldıran SAMİ boyları da bu gerçeği gördükleri için, ilk hedeflerinden biri de dağlı kadının kırılmasını gerçekleştirerek toplumu tutsak etmek ve köleliğini meşrulaştırmaktı. Bu hedeflerine süreç içinde ulaştıkları söylenebilir. Günümüzde özgürlük mücadelesi vererek büyük bedeller ödeyen; gezegenimiz üzerinde özgürlüğü elinden alınmış en büyük halk olan Kürtler; geçmişi ile buluşup tanışmak zorundadırlar. GÖTHE “Üç bin yıllık geçmişini bilmeyen bir insan günübirlik yaşıyor” der. Günümüzden üç bin yıl öncesi Van’da Hurri kökenli Urartular egemendi. Bugün bölgenin çoğunluk halkı olan Kürtler; köklerinden öylesine uzaklaştırılmışlar ki, ardılları oldukları Urartuları hemen hemen hiç tanımıyorlar. Kültürel erozyona uğramalarının en önemli nedenlerinden biri de köklerinden uzaklaştırılmış olmalarıdır. Ben 10 yıldır Van’da yaşıyorum. Kürt özgürlük hareketi adına halk önderliğine soyunan, belediye başkanlığı, milletvekilliği yapan şahıslara Meher Kapısı’nı (Haldi Kapısı) sordum. Hiç biri yerini bile bilmiyordu. Günümüz Van’ında kaç tane kadın aktivisti üç bin yıl önceki Van’da 16 Tanrıçanın olduğunu biliyor?  Kökleriyle buluşmayan bir halkın özgürleştiği dünyanın neresinde görülmüştür?  Eğer ödenen bunca ağır bedellere rağmen Kürtlerin inkârında ısrar edenler, halen pazarlık masasına oturmaktan imtina ediyorlarsa, bu mazlum Kürt halkının kökleriyle buluşmamasının verdiği eksikliğin, yetersizliğin hiç mi payı yoktur?  Kürt siyaset arenasının Van ayağında bu eksiklikler yaşanırken; devlet kurumları cenahında da örtülü, sinsi ve ırkçılık ve dinsel anlayışla beslenen bir ayıba da değinmek istiyorum. Van’da yaklaşık 25 bin öğrencisi olan bir üniversitenin bilim-eğitim faaliyeti sürdürdüğünü biliyoruz. Üniversitenin kuruluş aşamasından birkaç yıl öncesine dek Sümer Lugal (savaşçılar)  geleneğini sürdüren askerleri cumhuriyetçiler etkiliydi. Şimdi de üniversite yönetimi Sümer rahipleri geleneğini sürdürenlerin eline geçtiği görünüyor. Her iki elit grupta da gizlenmiş ırkçılık teması güçlüdür. Birincisinde sözde modern milliyetçilik öne çıkarken, ikincisinde keskin olan milliyetçilik kılıcı inanç kını içinde saklanarak, sahte bir kardeşlikle Kürtler ve kendileri gibi düşünmeyenler aldatılmak isteniyor. Her iki grup da bölgenin tarihini Malazgirt Savaşı ile başlatmak ve Osmanlıcılıkla perçinleştirmek istiyor. Bunun için de özellikle Kürtlerle yakınlıkları gün ışığına çıkar endişesiyle, Urartu dönemine ait tüm belge ve bulgular gözden uzaklaştırılmak, toprağın derinliklerine gömmek isteniyor. Bunu da bilim ve insanlık adına yaptıklarına inanıyorlar. Kürtlerin geçmişleriyle buluşmasını sağlayacak bilimsel bir çalışma yapmaktan kaçınıyorlar. Özünde öyle olmasa bile, sanki devletin üniversitesi ile Kürtlerin belediyesi Urartu kültürünün yeni kuşaklar tarafından tanınmaması konusunda bilerek veya bilmeyerek bir paralellik sergileniyor. Bölge egemenlik sistemlerinin tarihini irdelediğim için Yüzüncü yıl Üniversitesi’nin resmi ideolojiye olan aşırı bağlılığını az da olsa anlıyorum. Anlayamadığım yerel yönetimde bulunan yurtsever Kürtlerin pratikleri duyarsızlıklarıdır.

Yine Van birimindeki eksikliklere rağmen 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nü kutluyorum. Bu makaleyi kökleriyle buluşturmak isteyen Kürt kadın aktivistlere armağan ediyorum. Van’ı yeniden Tanrıçalar kentine dönüştürmek umudumu taşıdığımı ifade etmek istiyorum. Burada vurgulamak istediğim; kadının yeniden Tanrıçalık düzeyine çıkarılması değildir. Dağlık coğrafyada son üç bin yıldır kırılma gösteren kadına toplumda hak ettiği itibarını, saygınlığını iade etme koşullarını yaratılmasına katkıda bulunmaktır. Kürtler gibi boyunduruk altına alınan, köleliklerinin sürdürülmesi için aynı dini ustaca kullananların maskesi düşürülmeden Kürtler özgürleşemez. Konumuz din, kadın, Tanrılık, Tanrıçalık olunca; aynı dini inancın temsilcileri uygulamada; neden güçlü ulus kadınına kendi dili ve kültürünü özgürce kullanma hakkını destekleyerek onu efendi; dili ve kültürel değerleri ayaklar altına alınmış Kürt kadınının köleliğine meşruiyet kazandırılmıştır? Aslında sorgulanması gereken de budur. Asırlardır bu referanslarla beslenen dini inanç temsilcilerin ayırımcılıkları sorgulamadan; toplumun temeli olan kadının özgürlüğü sağlanamaz. Kadın toplumun bel kemiğidir. Kürt toplumunun felçleşmesinin temel nedeni onun omurga sistemini oluşturan kadının güçten düşürülmüş olmasıdır. Sefilleştirilen toplumların kadınları efendi değil; köle doğururlar. Efendi doğurmak için kadının Urartu Tanrıçaları kadar azad olması elzemdir. O artık mensubu olduğu kadar toplumu koruyan bir çelik kalkan, bir zırh olma görevini ifa etmesi gerekiyor. İlkçağda eğer Van Gölü Havzası’nda, Zagroslarda kadına Tanrıçalar düzeyinde değer verilmişse, bunda “ŞER ŞERE, Çİ JİNE, Çİ MÊRE” özdeyişi etkili olmuştur. Şerejinlerin sayısının artması dileğiyle,

[1] Samuel Noah Kramer,Tarih Sümer’de Başlar,s:317                                                                                            
[2] Prof.Dr. Altan Çilingiroğlu Urartu Krallığı, Tarihi ve Sanatı,

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
14 Yorum
İhsan Çölemerikli Arşivi