İbrahim Genç

İbrahim Genç

Haziranda ölmek zor –II-

Haziranda ölmek zor –II-

Dil bütün mertliğini ve cilvesini şiirin dizelerinde sözcük sözcük incilenerek gösterir. Öyle ki şiir “Sözcükler dinidir(Mallarme)”; belki de “Şiir başkaldırıdır(Pablo Neruda)”. Biraz da Ahmet Arif’çe konuşmak gerekirse şiir özgürlüktür, zulümdür, umuttur. Şiir belki de “Sözcüklerle güzel biçimler kurmak sanatıdır(Nazım Hikmet)”. Önemli olan bunu kurma cesareti olan yürekler yetiştirmektir. Bu yürekler ki şiirlerine halklarının acılarını, sevinçlerini, masallarını ve yüreklerini katarak yazarlar. Yeri gelir bu şairler, aşklarına lirik dizelerde hayat verirler; yeri gelir göbekli bir kapitalistin karşısında ezilen bir emekçinin yumruğunu büyütürler dizelerinde. İnsandırlar; vicdanî hassasiyetleri kendi “ben”lerinin üstüne çıkmıştır.

Yüreklerini böyle şiirlere döken şairlerden ikisi Nazım Hikmet ve Ahmet Arif’tir. Hayatlarının büyük bölümünü mücadele etmekle ve acı çekmekle geçirmiş bu iki büyük şair üstüne nereden “kutsal sözcükler” bulup özgün bir şey yazabilirim bilmiyorum. Bazı dönemlerde şiiri yasaklanmasına rağmen Anadolu insanı onların şiirlerini zulalarda, çıkınlarda ışık veren bir el yazması gibi taşımıştır.

KARANFİL SOKAĞI’NDAYIM…

Bir süreden beri Ankara’dayım. Ankara’nın bütün caddelerinde bol miktarda siyaset soluyor ve bir o kadar da keder soluyorum. Gündüzleri yalnız takılıyorum; akşam olunca eşlik eden bir arkadaş yakalayabiliyorum iş çıkışlarında. Geçenlerde farklı olarak bir Japon’la Ankara’da geziyoruz. Hem de gündüz! İlk işim onu Kızılay’a götürmek oluyor. Bir anda kendimizi Karanfil Sokağı’nda buluyoruz.

Bu nasıl büyülü bir sokak ki insanlar bir nehir gibi akıyorlar. Bütün silüetler hırçın su gibi bedenimden akıp geçiyor. Önce duraksıyorum kendimden emin olmak için, Karanfil Sokağı’nda. Japon arkadaşım durgunluğuma şaşkınlığını katarak: “Ne oldu İbo?” diyor. Ben de büyülenmiş bir coşkuyla: “Biliyor musun Eiko, bu sokak üzerine ustam Ahmet Arif’in yazdığı bir şiir var. O şiir aklıma geldi.” diyorum.

Soruyorum: “Acıktın mı Eiko?”

“Evet, acıktım İbo?”

“Gel sana bu Karanfil Sokağı’nda Mezopotamya kokan bir yemek yedireyim.”

Karanfil Sokağı’nda tam da memleket yemeklerinin yapıldığı bir yere giriyoruz. Orada çalışanların bir kısmı doğu ağzıyla konuşuyor. Hatta kimisi Urfalılar gibi “biye, siye” diyordu. Hoşuma gitti bu iklim. Eiko ile yemeğimizi yerken Mezopotamya’dan konuştuk. Ona Kürtleri anlattım. Şaşırdı! Güldü! Ankara’da, bu sokakta gezerken neden efkarlandığımı anlattım. Hüzünlendi! Ona haziran ayında Ahmet Arif’in buraları yapayalnız nasıl bıraktığını anlattım. Merak etti! Ne de olsa o da Japonya’da edebiyat okumuş. İster misin bir şiir okuyayım sana Karanfil Sokağı’nda dedim. Çekik gözleri biraz daha çekikleşti, gülümsedi ve oku dedi.

(…)

Hatıp Çay’ın öte yüzü ılıman
Bulvarlar çakırkeyf Yenişehir’de
Karanfil Sokağı’nda gün açmış
Hikmetinden sual olunmaz değil
“Mucip sebebin” bilirim
Ve “kafi delil” ortada…

Bunu Ahmet Arif bu sokak için mi yazmış diyor Eiko. Evet, diyorum. Ahmet Arif de bizim gibi bu sokaktan akıp gitmiş diyorum. Ve ekliyorum: “Bekle Eiko, görelim Ahmet Arif daha neler diyecek?”

(…)

Karanfil Sokağı’nda bir camlı bahçe
Camlı bahçe içre bir çini saksı
Bir dal süzülür mavide
Al-al bir yangın şarkısı,
Bakmayın saksıda boy verdiğine
Kökü Altındağ’da, İncesu’dadır.

Gülücük yerleşiyor yüzüne Eiko’nun. Öyle ki zaten minnacık olan gözleri adeta kayboluyor. Yürümeye devam ediyoruz Karanfil Sokağı’nda. Bir kitap evi çıkıyor karşımıza. Gayet büyük. Önünde buluşmak için toplanmış sevgililer var. Herkesin yüzünde birilerini bekledikleri izlenimi... Kitapevine giriyoruz. Eiko’ya Orhan Kemal’leri, Yaşar Kemal’leri, Sabahattin Ali’leri ve Mehmet Uzun’ları anlatıyorum. Nazım Hikmet diyorum, o bizim şiir pirimiz. Ahmet Arif diyorum, o bizim yürek adamımız. Ve ekliyorum; “Eiko, bak Orhan Kemal, Nazım Hikmet ve Ahmet Arif bu ayda aramızdan ayrılmışlar.” Sonra birden Ahmet Arif’in şiir kitabını alıyor raftan ve bir şiir okuyor bana:

“Seni, anlatabilmek seni.
İyi çocuklara, kahramanlara.
Sen, anlatabilmek seni,
Namussuza, haldan bilmez,
Kahpe yalana.”

Gözlerini kitaptan bana çeviriyor. Benim şiirin devamını bilmem gerektiğini ima edercesine. Ben de ona bakarak bir kısmını okuyorum, efkarla:

(…)

Ard-arda kaç zemheri,
Kurt uyur, kuş uyur, zindan uyurdu.
Dışarıda gürül-gürül akan bir dünya…
Bir ben uyumadım,
Kaç leylim bahar,
Hasretinden prangalar eskittim.
Saçlarına kan gülleri takayım,
Bir o yana,
Bir bu yana…

(…)

Gülüşüyoruz, hüzünleniyoruz, kitabevinden çıkıyoruz ve eve gidiyoruz. Güzel bir gündü. Yalnız değildim Karanfil Sokağı’nda. Bütün gün Ahmet Arif konuştum. Karanfil Sokağı’nda volta attım. Yükselen binaların arasından süzülen mavide Ahmet Arif’i gördüm. Şiirin o sımsıcak ikliminde yanmak geldi içimden; ama ben zaten haziran sıcağında kavruluyordum. Haziranın bütün hüznü alev alev üzerime dökülmekteydi. Bu haziranda ölmeyi denemiyordum ama gidenlerin ardındaki hüzün bir ölüm sarhoşluğuna gark ediyordu beni.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
2 Yorum
İbrahim Genç Arşivi