İrfan Sarı

İrfan Sarı

Bugün senin doğum günün!

Bugün senin doğum günün!

Zırzasından kopmayan bir sesin, bir soluğun isyan suyu içmesidir Ahmet Kaya.

İsyan suyu içip, içerinden bir halkın sönmüş küllerinin türkülerini sadece sesiyle değil; elleriyle, gözleriyle, elbiseleriyle, bakışlarıyla ve hele en çok mimikleriyle söylemiştir.

Evet, mimikleri kimsesiz değildi. Mimiği parçalanamaz bir cevherdi, o cevherin atomunu herkes açıp göremezdi.  Ama o mimiklerin arkasında kürt halkının yaşadığı coğrafya vardı, kuşları, ağaçları, dağları, ovaları, yolları, köyleri, koyakları ve en çok çocukların gücü saklıydı o mimiklerde.

Fakat o dünyada kimsesiz çocukların sımsıcak bakışıydı da.

Nerde bir çocuk ağlasa Ahmet Kaya da ağlardı. Bir tek onun türkülerinde çocuklar, çocuktu.

Gençeler onun şarkılarında aşkı okudular.

Onun şarkılarında aşık olmanın asil bir duygu olduğunu öğrendiler. Aşık olmak çoğalmaktı bir yurdun baştan başa dolması gibi. Kalplerinin tepmposunu onun şarkılarında dinlerlerken sevdanın kitapsızlık değil kitabın ta kendisi olduğunu öğrendiler.

51468Şerefine kadar bir sesti.

Şerefine dinlenilen türkülerde şerefsizler gebermekten beter oldular, tırstılar, titrediler, dudakları kurudu, suları çekildi salya-sümüklülerin.

Ülkelerden, Şehirlerden, Köylerden çekip çıkarmak istedikleri Ahmet Kayaydı. Bilemediler ahmet kaya o ülkelere girerken rüya gibi girdi, o şehirlere girerken türkü gibi girdi. Köylere girerken kahraman gibi girdi.

Onun için çekip çıkarılması, bir bedenden damarları çekmeğe benzer. Hangi damar bedenden çekilebilirki.

Onun sesiyle şarkılar; kentlere, köylere, arka mahallelere imece gibi girdi. Dost sıcaklığında, kardeş tadında, anne sevgisinde, baba şefkatinde, soy asaletinde girdi.

Kimin bağrı yanmışsa o bağırda bir doktordu.

Kim yurdundan kovulmuşsa o onun yurduydu.

Kimin yari terk edip gitmişse o onun sevdiğiydi.

Kimin bir şişe şarap alacak parası yoksa o onun parasıydı.

Kim sokağa terkedilmişse o onun sahibiydi.

İlk yardımdı onun türküleri. Kurşun yiyenler; “vay anam vay, bu belalı başınan ben nere gidem” derdi.

En niyatinde sığınıkları Ahmet Kayanın kalbiydi.

Köpürüken deniz ansızın, martıların çığlığı olurdu. Suyun şiddetinden inleyen damlanın yüreği olurdu. Sokağa terk edilmiş bir yavru kedinin süt gerçeği olurdu.

Doğru söylerdi, doyurucu söylerdi.

Gece kondu mahallelerinin , yani varoşların evlerinden kurşun gibi geçen ayazı battaniye sıcaklığı gibi kesen onun sesinin pınarıydı.

Yüreğiyle okurdu şarkılarını, yüreği ile koyardı diğer gönüllere.

Sesindeki motif insanın bütün değer taşıyan özelliklerinden beslenmişti. Irmak akışı gibiydi gürür gürül akardı.

Durmadan akan bir kurnaydı, yolcuların gelip susuzluğunu giderdiği. Bütün ayrılıkların sığınığı limandı. Yıllar geçsede bir duble rakıyla bir türküye hasretini  sustururdu insan. Annesizliği, babasızlığı, kardaş-bacısızlığı onun limnına sığınarak sustururdu insan.

Susturur insan!

İyi ki doğdun iki gözüm desem ve bitirsem yazımı. Seni bitirmek mümkün değil. Kaç kitap kaç milyon cümle seni tamamlayamaz ki hep eksik kalır.

Ama iki cümle, iki gözüm, iki sözüm ile iyiki doğdun diyorum… İyiki doğdun be gözüm.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
12 Yorum
İrfan Sarı Arşivi