İrfan Sarı

İrfan Sarı

Ve onlar…

Ve onlar…

Cilo dağından Mor dağına düşen bakıştır onlarınkisi, veyahut Zagros"tan İspirêz sıradağlarına kimsesiz bir selamdır.

 

Ya Reşko tepesi gibi yüksek ve sevdalı olanları ya da Sat dağı gibi doruğunda gözeleri olan soluksuz efsaneleri vardır…

 

Bu coğrafya kaleme alınırken önce yazarın eline bir mendil vermelisiniz bu mendil gerek gözlerin incilerini silecek ve gerekse yürek kanamalarına pansuman olacak. Bazen sevince dair halayın başına geçecek ve bazen sevdiğine usulen bir haber salacak.

 

Kışın uzadıkça uzar günler, geceler ayazda donar. Baharın aşk sarhoş eder doğayı. Yazın bitmez bir masalın dibine sıkışır yaşayanlar. Sonbaharın uğurlar gözlerdeki yaşları ve gönüldeki kahramanlıkları.

 

Ve coğrafyanın müdavimlerini yazmak ise başlı başına beladır, sevdadır.

 

Ve onları yazmak cesaret işidir.

 

Çünkü onlar her birimizin tadı tuzu… Sohbetlerimizin gülen yanları… Kara mizahımız… En çokta düşündüren düşündürdükçe öğreten sabrımız.

 

Yıllar önceydi; derviş sakallı, kır saçların arasından yazın dahi sakosu üstünde ve omzunda keçi kılından örülmüş urgan(veris), kulağından bakır halkalar bir acayip adam tanımıştı bu yeşil kentin yüzü. Bu adam hamaldı, yetmiş kiloluk Şamiran unlarını sırtlayıp kışla tepesindeki evlerimize götürendi. Güçlüydü…

 

Adı Eyüp"tü ama Eyübün sabrı yoktu onda.

 

Kod ismi; Koçê.

 

Ona Koçê denildi mi dünyayı inletecek kadar bağırır ve korkunç küfürler ederdi.

 

Terbiye sınırı o söylemden sonra ihlal edilirdi. Oysa o içimizden biriydi, üzüntülerimize üzülür sevinçlerimize sevinirdi. Kahve sohbetlerinde tadına varılmaz muziplikler yapar herkesi esprileriyle kırıp geçirirdi. Bir ahırın içindeki mêqette (tahta somya) yatardı.

 

Bir gün ona Koçê diyen bir erişkine saldırmak yerine tepkisini yüzükoyun yatarak toprağı taciz etmekle gösterdi. Şehir onun bu davranışını konuştu… Çok sürmedi göçtü başka ile, çok sonra ölüm haberi geldi bu garip adamın. Kulağındaki halkalar çıkarıldı mı bilmiyorum ama çıkarılmamış olmasını diliyorum. Ondan bize bir tek fotoğraf bile kalmadı…

 

Şımarık çocukların kaçışmaları arasında kalan başka biri…

 

Kim dersiniz? Heyder(sin)… Unutulmaz bir simaydı varlığı ile korku yaratırdı ancak gülmekten de öldürürdü insanı…

 

Trafiğe yön vermek başlıca vazifelerinin arsındaydı… Eline keser geçirirse eğer bilin ki kan dökmeden duramazdı… Hastalığının nöbeti tutumu burnunun üstüne düşerdi onun için kıvrık kırışık bir burnu vardı. Bazen vatan mesellerine kafa uydurur bazen de üç tekerlekli bisikletiyle emeğini üretirdi.

 

Ali Per isminde bir vatandaş aldığı ev ihtiyaçlarını Heyder"e verir. Adresi tarif eder, parasını verdikten sonra arkasını döner gider. Heyder ardından bağırır: “Heyder"sin gelirsin, Ali"sin Persin gelirsin gel, gelmezsen eşyaları çem"in(derenin) içine atarsın.”

 

Ölünce şehrin yüreğinden sesli bir damar çekilmişti…

 

Onlardan söz ederken akıllı olmak durumundayız. Akıllı olmak her zaman için iyidir ama bir kez daha akıllı olmak ve bu tedbiri elden bırakmamak gerek. Keza karşınıza cevaplayamayacağınız kadar zor sualler onlardan gelir ancak.

 

Derler ki Elazığ"da polis tarafından çevrilir ve seksen yıllarıdır. Nasır (Şiriko) o dönem üniversitede okur. İşkencelerin uzun uzun bedeninde kaldığı gecelerden sonra anayurduna dönerken hafızasını teslim etmiştir şiddete. Uygardır, medeniyet kuşağında devrimci sofralara akıl taşır buna rağmen…

 

Yıllar geçtikçe bedenindeki tahribat kendini açığa çıkarır…

 

Bir gün çarşı merkezinde bir darabaya sırtını dayar ve birasını içer. Bira hamallıktır ama o hamallığı sevmez, bırakır mesenesindeki suyu… Yaya kaldırımına uzun ince bir ıslaklık düşer, biraz sidik kokan cinsinden. Sorar ahali “Nasır ma şerm nîne?” (Nasır bu yaptığın ayıp değil mi?) Sakin tavrıyla: “Şiriko av nayête zevt kirin” (Ortağım su zapt edilemez). Diye cevap verir dâhice.

 

Karakışta, kara hem de kapkara bir ölümle heykelleşti sonra…

 

Ve onlar… Aşkın büyülü efsununda kaybolanlardır… Kimi zaman mucize kimi zaman zırrr…

 

Adı Celal…

 

Derler ki; aşkın karasına kapılmıştır. Sevdiği, buhar olup uçunca o da yaşama tek başına direnmiş… Müthiş bir kahve kültürü var ve beyefendi takınır aynı zamanda çok iyi bir çevrecidir. Fanti (iskambil) kâğıtlarıyla oyunu çok zekicedir. Yıllarca dilden dile geçen efsanelerin onda odaklandığını herkes bilir.

 

Celal, Şemdinli yolunda yaya giderken minibüsle giden yolcuların evvelinden Şemdinli çarşısında karşılaşmaları hayretler içinde anlatılır. Kimi cinlerinin var olduğunu söylerken kimi onun melek olduğunu iddia eder.

 

Okul çıkışı çarşıya uğrarken az ötedeki kaçışmalara anlam vermek için yaklaştım. Birde ne göreyim araçların arasında parlayan bir boğanın burun deliklerinden soluyuşu caddede ki meşhur tozu savuruyordu. Herkes bir yerlere kaçışırken Celal korkusuzca boğaya yaklaştı ve iki boynuzundan tuttuğu gibi yere doğru devirdi. Ancak boğa azgındı ve güçlüydü ani refleksle ayaklandı yeniden bunu gören Celal geri adım attı.  Kalabalığın olduğu yere doğru hızlı adımlarla yürürken bir yandan da söyleniyordu. “Kuro bihilin ev ga"ye dîne” (Kaçın bu dana delidir.)

 

Bir de hayatlarında filozofik davrananlar vardır ki bunlar insanı çok şaşırtan cinstendir.

 

Mesela Ramazan(remo): Olayları yıllar sonra tek tek anlatır, yer ve zaman ile birlikte. Ve soy ağcını yani çoğu insanın seceresini ondan daha çok iyi bilir. Olaylara bakışı ilginç olduğu kadar mimik ve hareketleriyle acayip yön verir duygularına. Gülüşü onların gülüşünden çok seslidir.

 

Toplumsal olaylara tarih sahnesindeki aktör ve liderlere karşı tespit ve açıklamaları filozofiktir.

 

1990"lı yıllarda korku kol gezinirken terzi dükkânına gelen polislerin yanında patrona sesleniyor “Kanê banda Şivani danê ser teybê” (Hele Şıvan"ın kasetini tak teybe). Patron var ile yok arasında gelgitler yaşar birden. Kürtçe dinlemek oldukça zor ama onun için zor diye bir şey yoktur.

 

Ve onlar… Hiçbir yerden ayrı değiller. Yaşamın her alanında renk, her alanında duruş sahipleridir.

 

Derviş bütün zamanların en bürokratı ve siyasetçisi. Nerde bir ikili sohbet varsa üçüncüsü o dur. Konserlerde en başta, mitinglerde duyarlı… Toplumsal muhalefetlerde göğsü çeper.

 

Hani politiğe olmuş yönü yok denemez.

 

Yakasında rozet, boynunda kravat düşmez. Cemaat namaza dururken o farklı bir hikayenin peşinden sürüklenir ve dikkatleri imamdan çok toplar üstüne. Felaket centilmendir. Mikrofon hastalığı ve medyatik duruşunun yanı sıra düğün derneklerde baş aktördür.

 

Çok az sinirlenir ama çok fazla miktarda duygulanır.

 

Hele şehrin göbeğinde taranan ağabeyi Şevketten bahs edilirken o bitik bir plak gibi döner durur. Ailede onlardan çok var.

 

Gülen yanı çok sıcaktır.

 

Heyecan onda daha çok heyecanlanır…

 

Hala bizim kasap İdris"le aralarındaki husumet için arabulucu bulma arayışındadır. Neredeyse bu hususta uluslar arası bir duyuru yapacak.

 

Aklını kontrol edemeyen onlar varlıklarıyla heyecan katarlar kimi zaman, kimi zaman da korku… En çok da güldüren olurlar.

 

Haluk, hayallerinin peşinden koşarken futbolun amigosudur…

Saçlarından jöleyi düşürmez. Çapkındır.

 

Hiçbir zaman onlar ötelenmemelidir.

 

Buda Eshet vardır: zorunlu göçün mağdurlarından. İlk yıllarda çalışkan, iş-güçte bir vatandaş modelindedir. Hatta bir dönem ayakkabı boyacılığı yapacak ve hayli kazançlı bu işte adını duyuracaktır. İnsanlarla diyalogu son derece makuldür.

 

Zaman içinde hakkında çeşitli spekülasyonlar oluşur… Ancak o hala yaşıyor ve kendi penceresinden dünyaya bakınır… Elinde bir parça madde ile saatlerce aynı güzergahta ve aynı pozisyonda durmak buna mahsustur.

 

Özgürlük kavramını çok özgür bırakmış olmaktır onların durumu…

 

Ve onlar için ne söylesek azdır…

 

Ve onlar aramızdaki insanlardır… Sevgisinden sadakatinden korkmayacağımız insanlar…

 

Onlarla aramızda duvarlar varsa kaldırmalıyız…

 

“Bir gün deliler tımarhaneden kaçmak için plan yapıyorlarmış. Duvar uzunsa altından geçilecekmiş kısaysa üstünden atlanılacakmış. Bir deliyi bahçeye göndermişler duvara baksın diye. Deli iki dakika sonra geri gelmiş. Arkadaşlar üzgünüm kaçamayacağız, bahçede duvar yok demiş.”


Aynen bu…

 

Kaçmak onlardan kurtuluş değildir. Çarşıda keşif edilmeyen rengimizdir onlar… Sokağımızın müdavimleri ama sıra dışı olanları. Aşkları, kavgaları ve yaşamları ile yuttuğumuz tozları, üşüdüğümüz zamanları ve terlediğimiz anları birebir bizimle paylaşanlardır.

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
33 Yorum
İrfan Sarı Arşivi