İrfan Sarı

İrfan Sarı

Toprak ve Beyar

Toprak ve Beyar

Yıllar önceydi, Nehil sazlığına göçmen kuşlar mevsim itibarıyla yuva yaparlardı, yumurta bırakır ve yavrularlardı.

Adı; toy, turna, suna...

Vs. yine Nehil sazlığı etrafı insanlarımız için umut doğururdu, tırpancılar güneşe inat karemetre alandaki otu bir tırpan ağzıyla biçerdi. İnsan gücü, emeği, alın teri yığın olur uzun sürecek bir kış için hayvan yemine dönüşür çoluk çocuğa debarlaşırdı (kışlık yiyecek). Hayvanlar yavrular umuda umut katardı. Analar ise karanlık gecelerde tandır evinde ninelerin ellerine sancılarıyla doğururlardı oğullarını kızlarını.

O yaz Fatma ile Güllü beriye giderken patika kenarında oğullarını dünyaya getirdiler. Birine   Toprak diğerine Beyar ismini taktılar.

Gözlerini dünyaya açan Toprak, açan Beyar umutlarımız merhaba...

Toprak’la Beyar yavaş yavaş yokluğa, çaresizliğe inat büyüdüler. Göçmen kuşlar göçtü, yavruları göçtü bizimkiler hala büyüyorlar. Ölüme inat, umuda güç büyüyorlar. Kuşlar kaç bin kilometre kanat çırptılar dağı taşı arşınladılar. Kaç bahar Nehil’e geldiler yavruladılar ve yavru göçerttiler.

Sonra Toprak ile Beyar ağabeylerinden kalma siyah  ama güneşte bozlaşan önlükleriyle vekil öğretmenle başladılar hayatı.

Zevk aldılar “Ali gel”i öğrenirken.

Toprak okumayı çok severdi, koyunları güdmeye giderken dahi amcasından kalma alfabeyi okurdu. Dedesinde kalma 10 sayfa takvimi defalarca okuyup ezber etmişti. Babası bu sevdaya bir anlam biçemezdi. Bazen gururla söylerdi eşe dosta, bazen de gizli gizli eşi Fatma’ya ‘Bu oğlan komünist olur büyürken’ diyordu. Fatma kadınsa anlamazdı komünistten falan; “İnşallah bey, İnşallah”derdi.

Bir zaman sonra eş dostun gurbetteki bütün yakınlarına o mektup yazar oldu. Hatta dayısına yazdığı ilk mektubun cevabını alırken bütün bir mahalle onu okuduktan sonra alkışlamışlardı. Babası, “Ne olursa olsun ben oğlumu okutacağım!”diyordu ve O, okul olmadığı için geri kalan eğitimini tamamlamak üzere gurbete çıkınca baba dört elle sarıldı işe...

İneğin sütü, keçinin kılı, koyunun yünü derken toparlayıp ona yollardı okusun diye.

Üniversitedeyken aşık oldu, dersleri düştü. Bunu öğrenen babası ona küstü, harçlığını kesti   ve Fatma kadına, “Öyle bir evladım yok!”dedi ve bitirdi.

Bereket, aşık olduğu kız ona kol kanat gerdi ve matematikten çakmadan üniversiteyi bitirdi, bir daha da baba evine dönmedi. Büyük şehrin havası onu iyice insanlıktan uzaklaştırmıştı. Babasından sonra okumasına yardımcı olan kız arkadaşını aldatıp başka biriyle evlenince ailesine de haber etmedi toprak. İlk sevdiği kız da evlenmişti, tıpkı ilk sevdiği gibi ilk yavrusu da doğmamış ve ikisi beraber can vermişlerdi hastanenin birinde.

İlk öğretmeni yani vekil olansa geçenlerde sınırda kaçak çay geçirirken vurulmuştu. Babası ise geçen Cuma günü cemaat namazı bitirmeden kalp krizi geçirip öldü.

Komünist olsaydın da doktor olmasaydın dercesine...

Beyar ise okumadı, bu dağlarda babadan oğula miras gibi kalan kaçağa gitti. Bir zaman sonra tüccar oldu, devlete vergi verirken tebrik gördü. Velhasıl para babası oldu. Çekti gitti büyük şehrin tangocu mini etekli kızlarının parıltılı gecelerinin havasına kaptırdı kendini. Üç karısının ilkinden 7 kızı vardı. İkincisi doğuramadan meme kanserine yenilmişti, üçüncüsü ise kısırdı kumasının çocuklarına anne şefkatiyle sarılmıştı. Bazen kızları toplar babalarından bahs ederdi, kapı eşiğinde öz anneleri ise duyduklarına gizli gizli ağlardı. Ama bu erkeksiz evde bir komün yaşam vardı bir sevgi vardı anlatılması güç.

Yıllar birbirini kovalarken Nehil sazlığı dediğimiz insanların ilk umutlarının, kuşların ise yuvaları olan o yer kurutuldu. Toprak; doktor olarak toprağa zürriyetsiz düştü. Beyar ise epey ilerlemiş bir yaşta hatasından koparak geldiği memleketinde torunlarının sevgisiyle ikinci kez hayata merhaba dedi.

Nisan 2006
İrfan Sarı / Yüksekova

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
İrfan Sarı Arşivi