İrfan Sarı

İrfan Sarı

Taştan buhar çıkarcasına

Taştan buhar çıkarcasına

Gece yirmi iki dakika önce teslim etti kendini yeni güne. Ama gecenin siyah saçları şehrin üstüne örtülüdür. Faydası olacaksa sen orda yalnız düşlerini kurarken bir öpüşlük düşünmek istiyorum seni. Bir öpüşlük seni koklamak istiyorum. Bir öpüşlük karanlıktan yol alıp yüreğinin iklim havuzunda dinlemek istiyorum seni.

Biliyorum bütün düşlerden çok uzak bir gerçeğin ana fikrindesin.

Geceler boyu onu illegal bir slogan gibi sayıklarsın beyninin koridorlarında. İşkence salonlarında yankılanan bağırtılar gibidir içinde olduğun hal. Ter atıyordur bedenin. Uyku sıradağlar gibi geçiyor kapadığın gözlerinin önünden ama ulaşamıyorsun. Biraz uyusam diyorsun.

Çarpışıyorsun üstesinden gelebilmek için bütün gücün ve bütün benliğinle yüreğinde büyüttüğün o adamla. Çatışıyorsun kendinle yalnızlığı kim bağışladı bana diye. Kızıyorsun kendine ben büyürken çocukluğumu nerde sakladım diye. Gönlünü olgunlaştırıyorsun gençliğin hızar gibi kesiyorken düşlerini.

Biliyorum düşlerin bir kız çocuğuna alınacak kolye kadar sadedir. Ruhundaki insan olmayacak kadar naiftir,  kirletilmiş denizlerin içinde tertemiz ve mercan hercaisidir.

eşkali siyaha boyanmış bir gece kuruluğunda
terminal saatleri ayrılığında çizildi

Sevda yüreğinde sekerken düştü o mahsus acı. Duydum sesini; yüreğinden bir şey kopar ya bazen insanın öyle işte. Sen kıvranırken yalnızlığınla boğuşan bir sebep ayrılık peyda oluyor ansızın. Şiirlerde yazıyor ya; “dağlar devrilir, toprak kayar yurdundan sen olmazsan” işte öyle…

dudağının arasında sıkışmış yaralarıyla bir devir aşkı
gözlerinin mazgalında gelip geçen bir hiç
gücü hecelenmiş bir kelime arası kadar frensiz
kalbinin kundağında büyüyen bir kefensiz ayrılık 

kusursuzca pıhtılanır damarın birinde kan
ve kuryeli bir ölüm
örülür iskeletine
bu yaraya barut eksen
yaksan
kül etsen

Dedim ya, gece kendini yeni güne teslim edeli bir saat otuz yedi dakika olmuş. Saçlarının karası var şehrin üstünde. Sokak lambaları kaçak zımbırtısına inat sönüktür, sen hala ana fikrindesin aşktan ayrılığa doğru. Oysa biliyorsun aşkla ayrılık arasında bir barutlu yol vardır, bir tozlu yol ve bir tuzlu yol…

gölgesi de ayrılır insanın kendinden
karanlık tükürülecek yer bırakmaz adama
tutuşurken şafak
yahut
yüzyıllardan sonra uyanmış yanardağ
gibi olur insan 

üç beş mektup yırtılır sırrıyla
ve sınırında serpilir yağmur
doğduğu sokaklara terk edilmiştir bahar
nisanda olsa
bütün şarkılar ayrılığı aynı makamda söyler

Belki de korkuyorsundur şimdi yalnızlığının içinde. Birazdan şafak sökerken gün aydınlığına hazırladığın çatışmaların olacak. Biliyorum “günaydın” demeyeceksin çünkü son tren hiç uğramayacak bu şehre. Kalbime konulan bu istasyonsa unutulmuş bir Mezopotamyalının gençliğidir. Eğer benim kadar çok yaşasaydın tanırdın onu.

Belki de ben korkuyorum bunu duymaya. Derler ki ateş ustasının elinde ateştir gayrisini yakar.

ayrılığa yazılmış sayma
ama bütün şehirler benim gibidir şimdi
bütün tuğlalarda benim yandığım kadar yanık var
bütün evler sönüktür sokaklar banko boş
terlemiş duvarlar
titrek alevli uzak ateşler
neylersin ki
koparılmayı bekleyen takvim yaprağı gibi yenilenmiyor hiçbir şey

Ama bir öpüşlükte olsa yalnız kalma. Uzanıp kentin üstünden üşümemen için şarkılar dinledim. Anlarım kaç beyaz saç teli uzakta olsan, anlarım ki imkansız diye bir şey vardır.

Avuntular içinde ayrılığa sayma derim bunu, uzak ateşler birbirini yakmaz çünkü.

Şafak sökecek birazdan onun için bu satırlar yanık koksun istemedim. Fakat neylersin ki; akreple yelkovan durmadan koşuyor birbirini yakalamak için… Anlıyorum her şey kendimizde başlayıp kendimizde bitiyor aslında hem de taştan buhar çıkarcasına…

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
8 Yorum
İrfan Sarı Arşivi