Necip Çapraz

Necip Çapraz

'Taksi’de Kürt Sorunu

'Taksi’de Kürt Sorunu

İstanbul’a her ne kadar sağlık kontrolü için gitmiş olsam da en çok memleketin sağlık (siyasi) sorununu konuştum diyebilirim. Özellikle taksilerde… Öyle ki memleketin ayaklı gazeteleridir taksiciler. Çünkü gün boyu taşıdıkları yolcuları arasında herhangi bir olayın veya olgunun canlı tanıkları olan yolcular mutlaka vardır. Bu sebeple de taksicilerin ülke sorunları üzerinde yaptıkları değerlendirmeler ayrı bir değer taşır.

Taksiciler ki karşılaştıkları bin bir karakterde insanlarla sohbetlerinden dolayı olayları farklı şekillerde ele alabilirler. Bu da sürece tanıklık etme rolü verir onlara. Ki bu rol edinme sürecini doğuran da taksicilerin bir zaman sonra yolcularıyla yaptıkları sohbetlerdir.

Bu sohbetlerde bazen yanlış olduğuna inandıkları şeyleri düzelten bir yorumcu olurlar, bazen de eksik buldukları noktalarda ayrıntıya giren bir kitap…

Bütün bu rolleri, hem müşterileriyle yaptıkları sohbetlerden öğrendikleri sayesinde hem de haber saatlerine ayarlanmış radyolarından alırlar. Tabi ki dinlenen haber merkezlerinin şahsi çıkar ve ideolojik eğilimler doğrultusundaki sunumları, sorunlu bir algı yaratabiliyor. Böylece bu, olayların gerçekliğinden koptuğu ve bireylerin doğru bilgiden uzaklaştığı bir durum yaratıyor. Bunun sonucunda da kaybedilen kamu vicdanı ve edinilen savaş dili, toplumun yakındığı temel iki sorun olarak karşımıza çıkıyor.

İstanbul’da kaldığım süre zarfında bu durumu gözlemleme şansım oldu. Çünkü kaldığım yerden tedavi için gittiğim sağlık merkezine ancak taksiyle gidebiliyordum. Dolayısıyla taksiyle her gidiş-geliş, farklı bir karakterle tanışmama ve farklı şeylerden sohbet etmeme vesile oluyordu. Sohbeti açan, genellikle taksicilerin kişiyi süzen bakışlarından sonra gelen “Nerelisiniz?” sorusu oluyordu.

Tabi ben de taksiye her binişimde selam veririm ve daha sonrasında şoföre gideceğim yeri söylerim. Onun emekçi olmasından dolayı, onun emeğine olan saygımın ifadesidir ona güler yüz gösterip “Merhaba” demek. Açıkçası bunu da İstanbul Türkçesiyle yapmaya çalışırım. Bunun nedeni Kürt oluşumu, Hakkarili olduğumu gizlemek değildir. Çünkü bizim için Hakkarili olmak zaten gurur vesilesidir. Fakat kısa bir taksi yolculuğunda şoförün ayrıntılı açıklama isteyen-isteyecek sorularına muhatap olmak da istemem. Dolayısıyla tam cevap verecek zamanımın ve mekanın uygun olmadığı bir yerde üzerinde dikkatle durulması gereken bir konunun açılmasını pek gerekli görmüyorum.

Gerçi her ne kadar ben ciddiye aldığım bir sorun hakkında sohbetin takside açılmasını arzulamasam da tahmin ettiğim soru mutlaka sorulur: “Memleketin neresi kardeş?” Böyle bir soru karşısında insan, soruyu soranın aslında bunu bildiği ve sadece sohbeti açmak için bunu sorduğu zannına kapılır. Ben de bu düşünceyle ve biraz da nereli olduğumu çıkarması amacıyla “Sence nereliye benziyorum?” diye sordum. Bu soru üzerine cevabı hazırdır: “Kardeş doğu aksanıyla konuşuyorsun.” Tabi ben de onun dikkatini başka tarafa çekmek için ve biraz da işe espri katmak için “Burnumu gözden kaçırdın. Burnum büyük aslında. Sence nereli olabilirim?” dedim. Bunun üzerine şoför biraz duraksadıktan sonra “Ama tenin beyaz değil” deyip velhasıl Karadenizli olmama da ihtimal vermedi ve illaki işi Kürt sorununa getirdi.

Anlayacağınız taksiciyle sohbetimizde başa dönüp direk soru, net cevap duruma geldik. Taksici “Kardeş gerçekten nerelisin?” dedi, ben de “Gerçekten Hakkariliyim” dedim. Taksici sordu: “Ya bu kaçakçılar var ya hani 34 kişi öldürüldü, bunlar kaçak olduğunu bile bile neden bu işi yapıyorlar?” Aslında güzel bir soru; ama bu sorunun cevabının ulusal medyadan alınmış olması gerekirdi. Tabi bizim medyamız, ülkemizin batı yakasına Kürt sorununu doğru bir şekilde anlatmadığı gibi bu meseleyi de anlatmadı. Bırakın olduğu gibi anlatmayı, bizzat olayı çarpıtıp halkı yanıltmak isteyenler oldu. Aslında buna medya dilinde “geri besleme” derler. Yani sunduğumuz haberlerin okuyucuda bıraktığı izler ve okuyucunun haberi nasıl anladığıdır. Bu konuda ülke basını maalesef sınıfta kaldı.

Taksicinin sorusuna dönersek, kısıtlı bir zaman diliminde olsam da ona bu insanların aslında yüzyıllardır bu işi yaptıklarını, bu işten başka geçim kaynaklarının olmadığını ve kaçakçılık yapılan tüm yerlerdeki karakolların bu işten haberdar olduğunu anlatmaya çalıştım. Tabi bunu anlatmak için İstanbul’dan Hakkari’ye kadar 2000 km yol yapmak gerekiyor. Roboski’de yaşanan insanlık vahşetini ve suiistimal edilen halkın yoksulluğunu medya irdelemezken Hükümet de üzerinde durmadı pek. Bu yüzden de katliamın kara kutusu hâlâ deşifre edilmiş değil. Sorunu çözmek şöyle dursun, kalkıp askerlere teşekkür edildi ve herkesin önemsediği şey kaymakama duyulan tepki oldu. Ve her olayda olduğu gibi Hükümet, Doğu’da en büyük siyasi rakibi BDP’ye laf yetiştirmek ve laf atmakla yetindi. Böyle olunca kamuoyunun bu işi bile BDP’nin yaptığı kanaatine varmaya kadar yanlış bilgilendirmeye yeltenmişti.

Taksicilerle sohbetlerimden en çok ilgimi çeken de Hakkari-Çukurca’da askerliğini yapmış biriyle yaptığımız sohbetti. Nerelisiniz sorusundan sonra malum cevabı verdim.  Verdiğim cevap sanki bir şok yaratmıştı taksicide. Öyle ki taksiciden biraz yüksek sesle “demeeee” karşılığını aldım. Onun bu şaşkınlığını biraz da tetiklemek için “Hem de Hakkari Yüksekovalıyım” dedim. Daha sonra taksicinin bu pek şaşırmış yüzünün ve tepkisinin nedenini sordum. Bizim bu taksici 2008 yılında Hakkari –Çukurca’da askerlik yapmış. Eski günlere dönen ses tonuyla “Ben Hakkari’nin her tarafını gezdim, her gün çatışma vardı.” diyordu. Oysa bu bir abartıydı, Doğu’da her gün çatışma yok. Ama nedense Doğu’da askerlik yapan birçok kişi biraz toplum tarafından kahraman ilan edilmeyi bekleyen bir edayla bu abartılara başvurur. Bu savaşın anlamsızlığı üzerine biraz sohbet ettikten sonra ben ona “Peki askerliğini yaptığın sınır karakolu veya tabur her ne ise, hiç yüksek düzeyde bir bürokratın, bakanın, milletvekilinin, köşelerinde yüksek düzeyde atıp tutan gazetecilerin, generallerin çocuklarını gördün mü?” diye sorduğumda “Yooo” diye cevap verdi. Tabi bu arada başka konuları da ele aldık. Bereket versin o an yolumuz biraz uzundu ve ben de rahatlıkla cevap verme zamanı bulmuştum.

Sorulardan en fazla yakıcı olanlarından biri ise “Kürtler ne istiyor, başbakan oluyorlar, bakan vs. her şey oluyor.” Tabi burada sadece “Kürt” olamadıklarını ya bilmiyorlar ya işlerine gelmiyor ya da bilgilendirilmiyorlar.

Taksicinin biri ise çok bildik bir konuyu soruyor: “Doğudakiler elektrik ve su parası ödüyor mu?” Aslında bu soru onur kırıcı bir soru; çünkü herkes elektrik parası ödüyor. Zamanında ödemeyenlerden ise devlet faizi ile o parayı alıyor. Tabi bunu kendisine anlattım. Bu defa ben soru sordum “Bak kardeşim senin taksine bindim, hiç fiş verdiğinizi görmedim, siz de kazandığınızın vergisini vermiyorsunuz.” Taksici “Ben veriyorum ama patron kaçırıyordur mutlaka” diye samimi itirafta bulunuyor. 

Genel olarak bölge ile ilgili kulaktan dolma bilgilere sahip olduğunu hissettiğim insanları dinlediğimde aslında bir “Kürt sorunu” değil de bir “Türk sorunu” olduğunu düşünmeye başlıyorum.

Halkını bu konularda gerçekçi bir dille bilgilendirmeyen bir devlet her halde sadece bizim devletimizdir diye tahmin ediyorum. Bu yüzden devlet ve medya sorumluluklarını yerine getirirse halkların birbirini anlaması kolaylaşabilir.

Tabi taksicilerle yaptığım konuşmalar İstanbul’un soğuk havasında her şeye rağmen heyecanlı ve sıcaktı.

Bir birimizle doğruları konuşmanın, hatta daha fazla konuşmanın barışa ve kardeşliğe katkısı olacağına inandım.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
15 Yorum
Necip Çapraz Arşivi