İrfan Sarı

İrfan Sarı

Suyun resitali

Suyun resitali

Su sesiyle yıkanırdı.

Su ve yaşam birbirine ilave olur öyle çoğalır ya da uzaklaşır kururlardı.
Orada ise su; toprağa yumruk vursanız yeryüzüne çıkabilecek kadar doluydu. Sıradağlar ve vadilerin bitimine konmuş bu düzlük suyun doyduğu ve şarkılarını okuduğu yerdi.

Düzlüğü, yılan kıvrımları biçiminde ikiye bölen suyu izleyip doğduğu yere varmak çok zamanını almazdı insanın. Her küçük derenin, kaynağın, kar suyunun el ele tutuştuğu yer dümdüz bir ova; ovanın atar damarı da ava Dézı"ydi (Dézı suyu)

Bu damarda su, kendi sesiyle yıkanırdı.

Düzlüğün doğusundaki sırt yaşam bölgesiydi. Buraya evvel zaman içinde gelip konanlar su gibi akıp gittiler. Arasan bir iz bırakmamışlardır. Bir siyah beyaz tanıdık.

Eşelesen toprağı su çıkardı su ve onlar birbirlerini aşkla severdi. O kadar çok severlerdi biri diğerini sevgisiyle boğardı. Elbet en güzeli ömür dolusu sürer, sürer sürerdi…

Onlar güneşin en kızgın zamanında anadan üryan, günün şahitliğinde, çırılçıplak kulaçlarla sevişirdi. Berrak suyun karnından görebilirdi bir diğeri kendini, çakıl taşlarına sorun, kıyıdaki çalıya, çalının dibindeki yengece su içmeye gelen karıncaya…

 

Balıklar, onlara bakar hayran kalırdı. Sürü sürü kaçışırlardı etraflarından, yosun tutan taşların arkasından izlerlerdi doyumsuz…

 

Onların terli bedenleri öykülerini okurdu suya…

 

Su durmadan akan bir ırmağa ulaşmak için giderdi, ırmaklar uzaklara…

 

Uzaklar da derya deniz bir dünya!

 

Suyun rüyası hiç bitmezdi, yıldızlar gecede balıklarla saklambaç oynarken tenha yüzüyle ay suda yıkanırdı.

 

Bütün kızların sesi düşerdi sulara, su düşlerini taşırdı sabahlara. Bu bitmeyen operadan belli belirsiz yükselirdi bir arya…

 

Rüzgar avuçlarıyla toprak taşırdı, sonbahar da yaprak, yapraklar suyun teninde avundular. Denizi ve koyları bilen varsa sandalları da bilirler, sandallar yapraklara ne çok benzerler. İki koldan iki kürek, iki yürek ve parlayan gözler hep suda yüzdüler.

 

En güzeli de ceviz ağacından sarkan dallar. Suya düşen yaprakları, diğer yapraklar kıskandılar.

 

Dere üstünü bu düzlükte söğütsüz düşlemek hiç olmaz ve söğüdü serçesiz, serçeyi gagasında susuz.

 

Kim bilir belki sizde çakıl taşından serçeyi kayarken gördünüz.

 

Göğünde hüzünlü zamanları vardır. Boşalırken zamanlardan, toprak kumdan daha erken erir o zaman sular bulanır. Kızmak, çarpışmak ve itişmek suyun tabiatında yatar.

 

Tabiat ise suyun kalbinde…

Nilüfer yaprağının suyun kalbine yatışı iki sevgilinin ölümüne uyumasıdır.

 

Terli bedenler, ergin meyveler ve hayvanlar suyun etrafında toplanır yıkanırlardı su bile suda yıkanırdı.

 

Bizim kalbimiz suya düşerdi,

 

Suyun kalbi toprağa.

 

Sesimiz birbirine karışırdı, su yoluna devam ederdi, biz yolumuzu şaşırırdık.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
5 Yorum
İrfan Sarı Arşivi