İbrahim Genç

İbrahim Genç

Suriye satrancında Kürt hamlesi

Suriye satrancında Kürt hamlesi

Ortadoğu'da Kürtleri iradesizleştirmek için Batı ve Ortadoğu devletlerinin oluşturdukları ittifaklar bozulmaya başladı. Batılı güçler, Kürtleri bölge devletleri arasında paylaştırıp coğrafi bir kırılma yaratırken Kürtlerin yaşadağı bölge ülkeleri ise ikili ve dörtlü anlaşmalarla Kürtlerin bilinç ve duygu açısından birbirinden uzaklaşması için çabaladılar. Tüm bu açık ittifaklara rağmen Kürtlerin hak arayışları genellikle "dış güçler" gibi ifadelerle niteliksizleştirilmeye çalışıldı. Oysa bunu diyenler, dış güçlerin her türlü desteğiyle Kürtlerin dilini, coğrafyasını, yer altı ve üstü zenginliklerini yıllarca sömürdü. Bu sebeple de bir halkın kendisine ana sütü gibi helal olan hakları gaspedilmiş; bu politikalara direnen Kürtler çeşitli katliamlara uğramıştır.

Bütün bunlara rağmen devran değişip de Kürtleri "inkar, imha, asimilasyon" politikasında anlaşanlar bugün birbirilerine düşman kesildiler. Bu durumu Kürdistan Bölgesel Yönetimi Başkanı Mesut Barzani 21 Temmuz'da Kürt Ulusal Kongesi için yaptığı çağrıda "Halkımızın düşmanları zayıflamış durumda ve Kürdü inkar sürecini geride bıraktık. Karanlıklar dolu 20'nci Yüzyılın tersine 21'inci Yüzyıl, Kürtler'in umutlarının gerçekleşeceği bir yüzyıl olacak. Bu kritik aşamada halkımızın haklı mücadelesini zafere ulaştırmak için birlik olmaya ve ortak çalışmaya ihtiyacımız var" sözleriyle dile getiriyordu. Buna rağmen Kürtlerin varlığı, demokratik bir bilinçle değil, tamamen stratejik bir hamle olarak tanınmaya başlandı. Bu süreci zorlayan en önemli gelişmelerden biri işleyen Büyük Ortadoğu Projesi olduğu gibi diğeri de Kürtlerin eriştikleri ulusal bilinç ve birlik duygusudur. Özellikle 11 Eylül İkiz Kule saldırılarından sonra Bush döneminin ABD Diş işleri Bakanı Condoleezza Rice 2003’te Washington Post’taki yazısında “Fas’tan Basra körfezine kadar Ortadoğu’da bulunan 22 devlette, Arap aydınları, özgürlük eksikliklerinin giderilmesi için Arap hükümetlerine çağrıda bulunuyorlar. Muhalefet liderleri; daha fazla siyasi katılım, liberal ekonomi ve serbest ticareti kapsayan reformların yapılmasını talep ediyorlar. Amerika Birleşik Devletleri, bu adımları destekleyecek ve bölgedeki dost ve müttefikleriyle birlikte, daha fazlasının yapılması için çalışacaktır.” diyerek bölgesel dinamikleri harekete geçireceklerini söylemişti.

Bu politika neticesinde Kuzey Afrika'da başlayan sert ve yumuşak devrimlerle değişimler yaşanırken bugün bu süreç iki yıldan fazla bir süredir Suriye'de işliyor. Burada Araplardan sonra ikinci büyük etnik unsur olan Rojava Kürtleri, Türkiye'nin etkisiyle Suriye Ulusal Koalisyonu içindeki Arap Baasçılığı tarafından ya görmezden gelindi ya da dışlandı. Bütün bunlar sonucunda Kürtler "3. Taraf" olduklarını ilan ettiler. Bunun sonucunda Almanya’nın önde gelen bilim adamlarından Prof. Norman Paech "Kürtler, çatışmaların başladığı günlerde muhaliflerin yanında yer almayarak iyi bir pozisyon aldılar. Yoksa aksi takdirde şiddet ve katliam Kürdistan bölgesine de sıçrayacaktı. Aynı zamanda Esat rejiminden yıllardır alamadıkları hakları aldılar." değerlendirmesini yapıyordu. Tabii Kürtler "Esadçı" ilan edildiler ama Kürtler daha devrimin ilk günlerinde Dera'dan sonra sokağa dökülmüşlerdi. Suriye muhalefetinin ve Özgür Suriye Ordusunun (ÖSO) dışlayıcı tutumu, Kürtleri kendi kaderini çizmeye sevk etmişti.

Böylece Rojava'da tüm siyasal organizasyonlar Sayın Barzani'nin çağrısıyla Hewler'de bir raya gelmiş ve ortak tutum deklerasyonu sayılabilecek Hewler anlaşmasını 11 Temmuz 2012'de imzaladılar. Bu anlaşmanın ilk somut sonucu da Desteya Bilind a Kurd (Kürt Yüksek Konseyi)'ın kurulması oldu. Bu oluşum 15 siyasi partinin çatı örgütü olan Encumena Niştimani Kurdî li Suriyê (ENKS) ile Meclîsa Gel a Rojavayê Kurdistanê (MGRK) ile oluşturulmuştu. Bu ortak tutum hemen meyvesini vermiş ve 19 Temmuz 2012'den başlayarak Kürtler kendi bölgelerinde, biraz da Esad'ın çatışmayı göze alamayıp çekilmesiyle yönetimlerini kurmaya başladılar. De facto gelişen bu tutum Rojava'da belli oranda huzur ve sükunet'in sağlanmasını sağlarken aynı zamanda başta Türkiye olmak üzere birçok ülkeyi de kaygılandırmaya başladı. Türkiye'nin bütün çabalarına rağmen ABD'nin herhangi bir müdahalede bulunmaması, Kürtlere kurumsallaşma anlamında zaman kazandırdı.

Tabii Rojava Kürtleri arasındaki çelişkiler de bazı çevrelerin dolaylı, bazılarının da doğrudan müdahalesiyle baş göstermeye başladı. Özellikle El Parti Sekreteri Abdülhekim Beşar ve Azadi partisi başkanı Mistefa Cuma'nın kendi askeri güçlerini kurma konusunda ısrarcı olmaları ve kendilerinin de bizzat üyesi oldukları Kürt Yüksek Konseyine bağlı olan YPG'yi tanımayan yaklaşımları çelişkileri derinleştirdi. PYD her defasında YPG'nin kendilerine bağlı olmadığını, Kürt Yüksek Konseyine bağlı bir güç olduğunu belirtip Azadi ve El Parti'yi YPG'yi sahiplenme çağrısında bulundu. Burada üzerinde durulması gereken nokta ENKS içindeki birçok parti adeta tabela partisi durumunda. Konuştuğumuz Rojava Kürtleri ve uzmanlar, PYD'nin halkın ezici çoğunluğunun desteğini aldığı için hem ön plana çıktığını hem de uluslar arası kamuoyunda kabul gördüğünü belirtiyorlar. Bunun en somut örneği de neredeyse PYD'yi terörist olarak gören Türkiye'nin bizzat PYD Eş Başkanı Salih Mislim'i davet etmesiydi.

Salih Mislim ve Türkiye dış işleri bakanlığı yetkilileri arasında İstanbul ve Ankara arasında yapılan görüşmelerde PYD, Türkiye'den çetelere destek vermemesini ve sınır kapılarını açmasını talep ederken Türkiye de "de facto" bir bağımsızlık ilanının yapılmamasını istiyordu. Salih Mislim'in açıklamalarına bakarsak karşılıklı bir anlaşma izlenimi edinsek de arka planda değişen hiçbir şeyin olmadığını gördük. Fakat PYD'nin üzerinde çalıştığı "geçici yönetim" projesinin Türkiye tarafından da kabul gördüğünü söyleyebiliriz. Ki Türkiye'den dün (10 Eylül)gelen "Suriye'de parlamento kurulana kadar sadece eğitim ve sağlık gibi günlük ihtiyaçları karşılamak için oluşturulan geçici yönetimler bu bizim için anlaşılır" şeklindeki açıklama da bir onaylamaya işarettir. Bununla birlikte yakın zamanda Salih Mislim de Türkiye'de temsilcilik açmayı istediklerini dile getirdi.

Bunlara ek olarak dikkat çeken diğer bir gelişme de Türkiye tarafından Ağustos'un son haftası Azadi partisi başkanı Mistefa Cuma ve El Parti sekreteri Abdülhekim Beşar'ın davet edilmesiydi. Burada Türkiye'nin aracılığıyla İstanbul'da Azadi ve El Parti'nin, Suriye Muhalefeti yetkilileriyle görüştürüldüğünü tahmin ediyorum. Burada yapılan görüşmeler neticesinde ENKS içindeki dört parti, Kürt Siyasi Birliği adıyla Suriye Muhalafetine katılmak için bir anlaşma imzaladı. Tabii başta ENKS sözcülerinden olan Salih Gedo olmak üzere Kürt Yüksek Konseyi üyesi Aldar Halil böyle bir anlaşma imzalamaya yetkileri olmadığını dile getirdi. Bundan sonra Kamışlı'da Eylül'ün ilk haftası hem 6 ay sonra ilk defa Kürt Yüksek Konseyinin bileşenleri olan ENKS ve MGRK toplanıp PYD'nin geçici yönetim projesini onaylarken ENKS de kendi içindeki partilerin Suriye muhalefetine katılma anlaşmasını onaylamıştı.

Bunları nasıl okumalıyız? Burada Suriye'de hem Esad'ın düşmesi dönemine hem de Esad'ın kalması dönemine bir hazırlık olduğunu görüyoruz. Buna göre Kürt Yüksek Konseyinin içinde ENKS'den bir grup kalacak, diğerleri de Esad'ın düşmesi durumunda muhalefette dengeleyici bir güç olarak yer alacaktır. Bu amaçla olsa gerek ki ENKS'nin içinden çıkan Kürt Siyasi Birliğini muhalefete katılması kararı çok şiddetli eleştiri görmedi. Burada PYD-ENKS-Türkiye arasında bir anlaşmanın olabileceğini de gözden kaçırmamak gerek. Sonuç olarak bu yeni pozisyon Kürtlerin her ihtimale hazırlıklı olmalarını da sağlayacak olan bir gelişmedir. Bunun bir sonucudur ki bugün Esad yönetimi Kürtlere açık çağrıda bulunuyor. Öyle ki Suriye Parlamentosundaki Kürt siyasetçi Ömer Ose "Esad bana 'Ömer, Kürtler ne istiyor? Suriye’nin birliği içinde federasyon mu istiyorlar ne istiyorlar? Biz onlarla masaya oturmaya hazırız.' diyor. Eğer bir diyalog olursa Kürtler haklarına kavuşacaklar. Suriye yetkilileri Kürtlere otonomi vermeye hazır. Ben Suriye hükümetinin şartsız Kürtlerle masaya oturmaya hazır olduğunu düşünüyorum." derken Şam'daki bir başka Kürt siyasetçi Pervin İbrahim Suriye Ulusal muhalafeti liderine değinerek “Ehmed Cerba, ülkemiz Arap’tır, içinde Kürt yoktur dedi. O zaman Kürtler nasıl yönlerini Suriye muhalefetine çevirebiliyorlar?” diye eleştirip Kürtleri Esad'la görüşmeye davet ediyordu.

Sonuç olarak Ortadoğu'da meydana gelen değişimler ve Kürtlerin birlik olmaya başlaması, Kürtlere düşmanca yaklaşan devletleri bir daha düşünmeye sevk ediyor. Bunun etkisiyle bugün Türkiye'de başlayan bir çözüm süreci var. İran'da meydana gelen siyasi değişiklikler Kürtleri görmemezlikten gelemiyor. Suriye'de sıkışan Esad, Kürtlere her türlü vaatte bulunabiliyor. Bu da Kürt sorununun sadece bir ülkeyle ilgili olmadığını, Ortadoğu'la ilgili olduğunu gösteriyor. Bu sebeple de özellikle Türkiye, kendi toprakları içinde Kürtlere yönelik bir çözüm süreci başlattığında bunu Rojava'ya barışçı politikayla güçlendirebilir. Aksi takdirde bir ülkedeki Kürtlerle iyi ilişkiler geliştirip diğer taraftan diğer ülkelerde yaşayan Kürtlere düşmanca bakılması hiçbir Kürt tarafından kabul görmüyor. Son söz olarak eklemek gerekirse Irak Kürdistanı'nda olduğu gibi Türkiye, Rojava'daki petrolün varlığından dolayı Rojava Kürtlerini stratejik-ekonomik bir müttefik olarak kabul edecektir; ama PYD'den petrol kuyularını almak için gönderilen çetelerin YPG karşısında yenilmesi şartıyla...

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
7 Yorum
İbrahim Genç Arşivi