İrfan Sarı

İrfan Sarı

Sis

Sis

Katır sırtında iki yana heybe hesabı battaniyelere şeritle bağlanmış ölüm biçimiyiz biz Kürtler.

Ne duyulmuş ne yaşanmış başka yerlerde…

Ama gün kadar aşikar iken üzeri bir sis tabakasıyla örtülür ki dünyada yaşayan yedi milyar insanın neredeyse tamamı görmez.

Birkaç vicdan sahibi var onlarda bu yeryüzü kalabalığında kaybolmamak için direnir.

Kürdün kara talihi, daha toprağın altın da cesedi soğumamış Roboski’den çok evladır.

Bunların birçoğu da tıpkı Roboski gibi yeni denenmiş ölüm ve bu yeni icat edilmiş katledilme biçimiyle de gözdağı niteliğindedir.

Dersim’de bir kurşunla birden çok kürdü öldürmek için yan yana dizme biçimi olarak görülür bazen.

Sivas’ta diri diri yakma şeklidir.

Halepçe’de elma kokusu olarak girer kürdün hayatına.

Mehabat’ta liderlerin meydanlarda dara geçirilmesidir. Herkesin gözü önünde ve barbarlıktan daha ötedir.

Sokak ortasında, dilediği şekilde nişan alıp, öldürme sadistliğinin arzusunu uygulamakta cabası.

Ve daha evladır bu fütursuz mezalim.

Ama bir sisli perdedir hep. Ölüm bu kadar tutanaklara işlenmedi belki dünyanın hiçbir yerinde, yazılıp üstü örtülmedi bu kadar.

Kızılca kıyamet bir hadisedir hep, ama suskun, üzeri kalın bir sis perdesiyle örtülüdür kürdün yaşamla kavgası, yaşamla savaşı, yaşamla barışı…

Upuzun bir yürüyüştür, belki tarih kadar eski. Kanun koymuşlar zaman zaman Fakat kanunlar, nizamlar hep konulduğu yerde kalmıştır, yenileri gelip bir diğerini cephe sisine buladığı için.

Doğu eli havadisidir kimisine göre…

Kimisi zihin tuzağında “Kar-kurt” olarak işler ve ahaliye böyle çeker ayarı…

Kitaplar, dergiler, makaleler ve diplomatik bezirganlık yapar.

Bir iktidar sahibi gider diğeri gelir, tuzak aynı tuzak, yol aynı yol, oyun aynı oyun, kumpas aynı kumpas.

Sis Kürdün gökyüzünü kapatır.

Görüş mesafesini sıfırlar…

Hâlbuki herkese lazım olan yaşamın normal şartları ne ise onu ister sadece Kürt.

Adı ve sanıyla bir kimlik, annesini babasını anlayacağı bir dil, yaşadığı toprağı ve adını.

Ne demişler; “gerçek hapsedilemez”

Oysa Kürtlerin yaşamı bir haps ediliş öyküsü içerir. Aylar yetmemiş, yıllar yetmemiş on yıllar yetmemiş zindanlar ömür tüketen Kürtlerin izini taşır.

İzlerin bıraktığı yerde direnişe tanıklık etmiş soğuk duvarlar, kilitlenmiş ve paslanmış zincirler uçlarında prangalar, küflenmiş duvar sıvaları, yosun tutmuş avlular…

Ve şarkılar, türküler, kürdiler…

Eskimiş kağıt sayfalara benzeyen arkadaşlıklar da…

Tüm bunları sayfa sayfa örten sisli, puslu havalar.

Aslında sis; Türkiye’nin burnunun ucundakileri görememe halinden başka bişey değil.

Bundan daha kötüsü ise bazı Kürtlerinde burun ucunu görememesidir.

Oysa kitaplara meteorolojik bir vaka diye geçer sis.

Atmosferin alt bölgelerindeki su ve buhar tanelerinden oluşan bulutların alçalarak yeryüzüne inmesidir.

Ama yaşam atmosferinde Kürtler, durmadan ölüyorlar ve her yer görünmez oluyor. Hudut boylarında, hudut içlerinde, hudut ötelerinde bir ölüm fermanıdır sürüp gidiyor ve bir sis perdesidir aralanmıyor.

Ne zaman bir ışık belirse, bir kıyamet kopartılır.

Yolsuzluklar, hırsızlıklar, vurgunlar hep bir sis perdesi olup dökülüyor Kürdün umut ışığına…

Ve tırnak tırnak kazılan özgürlük yoluna.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
6 Yorum
İrfan Sarı Arşivi