İrfan Sarı

İrfan Sarı

Saklı, aşina hayallerim

Saklı, aşina hayallerim

Bugün sizinle bir düğüne misafir olmak istedim. Bir düğün ki; çok aşina olduğumuz geleneklerimizi, kültürümüzü saklı yerinden doğamıza taşıyan.

 

Bu düğünün bir dili vardı, her şeyden önemlisi “Mezopotamya uygarlığında Hakkâri"nin yeri.” adlı çalışmanın kalem ustası duygu deryası ve tarih çınarı İhsan ÇÖLEMERİKLİ"nin sevgili oğlunun düğünüydü.

 

Düğüne Yüksekova Haber Gazetesinin objektifi eşliğinde dahil olurken, o bilge insan sümbül dağı heybeti ve yüzünün bütün şafaklarıyla karşıladı bizi.

 

Bu düğünün alanı yüksek mimari yapılarla kaplı olduğu için sümbülün heybetli ve dumanlı başını göremiyoruz ama o bizi zaten izliyor ve dinliyordu eminim. Tıpkı damat Dara"nın petrol mavisi Bergüz"lerinin arasından çağlayan nezaketiyle selamlaması gibi.

 

Üstat ise:

 

Ağır Lacivert takım elbisesine tamamladığı süt beyaz gömleğin üzerine ipek dokumalı ve Jirki kilimi nakışlarıyla bir kravat her görenin ilgisini çektiği gibi bizim de ilgimize takılıyordu. Nasıl takılmasın ki; hayatında bir gün bile okumamış bir Hakkâri kızının dağların ve doğanın sinesindeki yaşamdan ördüğü kompozisyonu bir ay sürmüş, her ilmeğinde emeği her ilmeğinde parmak uçlarının hüneri vardı ve bu ağır kompozisyon emeği bu kadar ağır bir kök ağacının boynunda hak ettiği yeri alıyordu. Bugün biz de ona tanıklık ediyorduk birde peto cebine iliştirdiği mendilin dağın sinesindeki çiçeğe benzeşmesi belleğime takılıyordu.

 

Sonra ipeğimsi konuşması kulaklarımızın pasına merhem çalıyor.

 

Düğünlerin armonisi halaya katılanların çevirmekte olduğu oyunları xerzani"yi, gowend"i bablekan"ı, baso"yu, hecrokî"yi, şêxanî"yi izlerken bir yerlerden aşina olduğumuz ama hep saklı gibi duran kültürümüzün mozaikleri figür figür çıkıyordu karşımıza. Hayranlıkla seyrinde aktığım bu oyunların ritmi gibi gönderilen müziğinde cereyanı çarpıyordu bedenimi.

 

Bir kere söylemeden geçemeyeceğim, müziğin kulağa hoş gelişi kadar gürültülü olması da vardı ama ne yalan söyleyeyim bir kürdinin iki kişi tarafından ara nefesler bırakarak söylenmesi beni düğünlerde kürdi söyleyicilerinin eski zamanlarına taşıdı. Aynı zamanda iki tok ses ve halayı çekenlerin beden mimiklerine kadar işleyen bir ruh vardı. Bağlamanın mistikliği de yansıdı ama keşke şu Org denen suni müzik deposu o kadar avaz avaz bağırtılmasaydı.

 

Tahminen saatlerimiz 14:30"u gösterirken yemek vakti sebebiyle ayrılmış olan alana gidiyoruz. Her kes ama her kes yemeğin tadına uzanmak istiyor çünkü orda da sevgili üstadın damak zevki var. Çok geçmeden günümüz plastik kaplarından “doğaba” “pilav” ve “cacık” komin bir paylaşımla önümüze geliyor. Elden ele önümüze gelen bu yemeklerin dayanışma ve disipline yapısı da işin “Zibare” dediğimiz geçmiş paylaşım modelini aklımıza getiriyor.

 

Ve sevgili üstat Doğaba"nın dünden bugüne tarihi lezzetini sunuyor. Sunarken bıyıklarına düşen yemeğin lezzetini elindeki ekmekle süzüyor bir başka tat veriyor ki aklımızın öte yamacına yayla yemeği geliyor.

 

İnsanın içinden “abi yemek böyle yenilir ve böyle tatlandırılır” diyesi geliyor…

 

Sohbetten anlıyoruz ki yarın bir kahvaltı şöleni var ve Hakkâri dağlarından beslenen koyun etinden yapılacak olan “Hakkâri kavurması da” öğlen yemeği için misafirlerin beğenisine sunulacak. Biz kendimizi evin adetlerine, göreneklerini hazır hissederken adım başı yabancılık yaşıyoruz burada. Diyor ki üstat: “kuzu eti olacak ve benim elim değecek ki yemeğe, gör o zaman lezzeti” biz bundan payımıza düşen göndermeyi anlıyoruz ve baş göz üstüne diyoruz.

 

Yemek faslından sonra Kürtçe parçaların eşliğinde sürmekte olan folklor şölenine geliyoruz. Kadınlı erkekli oyunun havasına kapılan oyuncular tek yürek, tek ritim, tek adım bir ateş yakıyorlar ki ortalık mistik bir mir düğünü alevi oluyor. Halayın başına da yürüyen oyuncu hem bütüne yön verirken hem de oyunun yaşam içindeki sahnesini taşıyor figürlere. Adeta Kürtlerde liderlerin göğsü ve alnı nasıl dik tuttuğunu sergiler durumdadır.

 

Hele bu gün burada kanunlar, imparatorluklar ve imparatorlar, kavimler, dinler bu halayda kendine düşen yerinde midir derken İhsan hocanın eline mendili alıp halayın başına geçişi vardır ki tarih bir kez daha bütün gücüyle şahit oluyor. Halay çekmeleri ve sekmeleriyle kendi nostaljisinin yaşamını taşıyordu gözlere. Pür dikkat bakışların, kürdilerin ağında ihsan hoca yerden havalanacak kartal edasıyla bir sekişti bir havalandı unutulmaz bir şiirin finali gibi bitmezsin istedim bu görsel tarih içimden.

 

Karanlığın çöktüğünü fark edemeyecek kadar doğal süren halayın bir yerinden kopuyoruz kısa ama koskoca ehemmiyette sözlerin sarf edildiği sohbete. İşte o saatte bize sevgilerini dillendiren her biri dağ parçası dostun övgülerinde ateş ve aşk suyunu tattık.

 

Günün bedensel yorgunluğu görsel şölende kaybolunca terlemiş bedenlerin nazını çekecekti gece ve uyku. Sabah tadamadığımız kahvaltı sofrasının görüntülerinden aklımızın sütunlarına şimşek çarpıyor.

 

Sonra gelin alayının yola koyuluşunun konvoyu Hakkâri"nin tarihi derinliklerindeki ayak izleri, yani atların sürüleceği yere makinenin hâkimiyeti sahip çıkıyor. Gelin tarafının ağlayışlarına bir cam sürahiden co li serl merg (colemerg) suyu akıtılıyor. “Aydınlık gidişin mutluluğun ve mutlulukla baba evine gelişin olsun” diye.

 

Bu ilk adımında gelin, yeni evine gelirken gökkuşağı kızları karşılıyor onu. Gür, kardeş ormanları andıran bıyıklarıyla Ardeşir"i saymazsak.

 

Evet, gökkuşağı kızlarının giydikleri fistan kiraslar ebruli tablolara dönüşmüştü.

 

Bu nasıl bir tabloydu Ey tanrı?

 

Asurluların nehirler ülkesi dediği yerde bir yaşam akıyordu kalplere ve belleklere. Her biri ebruli, her biri kürdili, her biri tanrıça hesabı…

 

Yedi ana renk, gökkuşağı ve gökkuşağı kızarlının aşkına beni bu türkülerin ve bu fotoğrafın hayallerinden mahrum etmeyin, lazımsa mezarımı kazmayın, yakın ve serpin bu şehrin tanrılarının yanına.

 

Sonra öleyim bırakın…

…

 

Bir kıyafet şenliğini de görmek çok mümkündü hem çağdaşlığın ifadesi olan bergüz hem de günlük giyimde ki şel u şepikli erkeklerin ve kiras fisatnlı kadınların doğal renk armonisi hayeller dünyasına sürüyordu insanı. Mamoste İhsan"ın bergüzleri sade yünden yapılmış üstüne ipek bir bel kuşağı ve onu tamamlayan deri bir kemere geçirdiği ipek heybeye de telefonunu yerleştirmişti. Başındaki cemedani ile Cembelli"yi tarihten uyandırıp yanımıza getirmişti.

 

Sonra 2101"de bir sevda masalının güncesine düştük.

 

Mesela Rostem"i tanımak varmış, pak alnının etrafına kıvrılmış hayat gibi düşen saçlarıyla, Cihangir"i ağır İhsan Çölemerikli versiyonu ve Azemşir"i mütevazi oldukça hem de ve birde gökkuşağı kızı Feraşin"i sonra düğüne uzak yerlerden konuk olmuş nice yürekleri.

 

Unutmadan söylemek gerekirse bir de kadının Kürt toplumundaki yerini; hani halayın başına geçen kızları ve halayın başının sade erkek olamayacağını ve Kürt kızlarının doğuştan lider olduklarını halayın başında kuğu gibi süzülebileceklerini ve şahin gibi göğsü önde, alnı gökte, saçları rüzgâr olabileceklerini…

 

Unutmadan söylemek gerekiyor evet: “Şêr şêre çi mêre çi jine” belki en çok burada kendine yakışanı veriyordu. Mesela nenelerin yüzlerindeki hayat çizgilerini görünce nice sultanlar, beyler, mirler ve saltanatları devrildi anılarımıza…

 

Keşke besê annenin tansiyonuna dokunmasaydı yorgunluğun çalımı.

 

Co lî ser merg: Hakkari"nin isminin hecelenişi. Yani  “can üstünde ki ark”

 

Bana bunu çağrıştırdı ve dedim ki İhsan hoca canımızın üstünde duran ark değil akarsudur. Biz bu akarsuyun getirdiklerini yaşadık bu düğünde.

 

Mergê min qurbana ve be ve xeyala min ya veşartiyi derxwest derve. Canım kurban olsun size, siz saklı hayellerimi dışa çıkardınız.

 

Onlar erdi muradına bizde çıkalım kerevetine…

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
26 Yorum
İrfan Sarı Arşivi