Özgür Amed

Özgür Amed

Rozetli Amca, Muavin ve Yaşlı Teyze

Rozetli Amca, Muavin ve Yaşlı Teyze

Üniversite yıllarım. Kültürsüz bir kültür şehrinde okuyorum. Dışarıda okuyan biz faniler için ömrün yarısı yol demek. Diğer yarısı da annenin telefonda “Çörek yolluyayım mı?” ya da “Oxlım kapat telefonu çok kontör gitti” demekle geçiyor.  Ruhumun dezlinlerinde kabaran en şairane hal ile diyemiyorum “Bana barışı yolla anne! Bana otlu peynir kokulu bir kaçak çay yolla anne!” ve soramıyorum yine  “Yağıyor mu yağmur Amed’e? Surlar gözyaşlarını Prometeus’e gönderdi mi?” diye. Bu ve buna benzer binlerce yazmadığım şiir içimde birikiyor. Metrekareye 21 Kürt şairin düştüğü bu kadim topraklarda inşallah dışarı çıkmaz. Öyle böbreklerden boşaltım sistemine karışıp tarih olur gider…

Görüldüğü üzere hava serin ve mevzu derin! Konu eksen kaymasına girmeden biz ekvator çizgimize geri dönelim. Evet, üniversite yılları ve ömrün yarısı yollarda geçiyor. Amed otobüs firmaları ve hele ki o muavinleri başlı başına bir mesele. Şahsen başıma gelenleri yazı dizisi ancak kurtarır. İnsanlığın tüm öğretileri, düşünce tarihi, insan nasıl insan oldu, bitkiler ve yetişme alanları, siyaset sosyolojisi, bir koltuğun dramı ve daha pek çok felsefik mevzunun gizli uygulama yerleri bu yolculuklardır. Muavinin kafa dengi olduğu 20 saatlik bir yolculuk ruhunuzu arındırır, hatta Şaolin tapınaklarından çıkmış balığa çevirir. Her yolculuğum nirvanaya biraz daha yaklaştığından olsa gerek, ruh arınma manyağı oldum. Hayattan soğudum. İnsansız hava uçağı pilotu olup çıktım bu yolculuklarda. Anladığınız üzere yok êle iki bilete bir Şaolin tapınağı! Şimdi müsaadenizle bir yolculuktan bahsedeceğim.

Ara tatil oldu. Hemen soluğu otogarda aldım. 21 numaralı koltuğa bilet kestim. Maalesef böyle faşizan taraflarım var. Koltuğun numarası beni iyi hissettiriyor. Bir de cam kenarı olunca. Yoksulluk işte, neylersin…

Yeri gelmişken, 4 yıl boyunca her cam kenarı yolculuğunda telefon rehberinde ki tüm üniv kız arkadaşlarına “Sana yolculuk yapmak istiyorum. Kes yüreğine giden bir bilet; "Can" kenarı olsun...” dizesi ile yılmadan, kar kış pes etmeden mesaj atan dostumu da siz değerli okuyucular huzurunda bir kez daha kutlamak istiyorum. Ultra insanlık örneği gerçekten!...

Neyse efenim!

Yolculuk başladı. Her zaman ilk yaptığım iş muavini yoklamak. Muhabbet edilebilitesi hakkında kanaat getirmek. Asık suratlı bir arkadaş idi. Lê belê belli idi tam ‘gedê bajar’ olduğu! Size bir ipucu vereyim. Muavinleri servis sırasında tanırsınız. Genç kadın arkadaşlara ve erkeklere olan servis şekli onun can alıcı bilinçaltıdır. J.Lacan’ın deyimi ile “bilinç dili”dir.

Bizimki servise başladı. 2 kız öğrenci de ön taraflarda yan yana idi. Din iman, muavin sanki bir Fransız burjuva yemeğinde baş servis sorumlusu gibi idi. O ne nezaket o ne servis benım babam! Ha ho, ha ho!

“Bayan! Ne arzu ederdiniz? Sari cola, cola, çay, üçî bir arada?” diye söze girişi ile gözlerinin oynaklığı ve yüzüne vuran tebessüm müthiş. Bir arka sırada iki tane amca var. Onlara gelince ise sanki 60 yıldır izbe bir sokakta hep aynı müşteriye çay vermiş bir kahvecinin tanıklığı ve sıkılganlığı ile söze girip direk soruyor: “Ne îçîsız?”

Yani anladım ki muavin benim gibi bir tipsize çok yüz vermeyecek. Haliyle muhabbet hayallerim de suya düştü…

Benim bir önümde bir çift var. Yaşları 50 üstü gibi. Servis bize yetiştiğinde ve amca yüzünü koridora doğru çevirdiğinde fark ettim ki ceketinde bir Türk bayrağı rozeti var. İçimden dedim ahêyy ahêy! Meğersem arabanın en şanslı çifti önümde imiş, haberim yokmuş. Dikkatim artık bunlara evirildi. Bu Türk milliyetçisi amca ve hanımı acep neden Amed’e geliyorlar diye tahminler yürütmeye başladım. 2 seçenek vardı! Ya Newroz sevinci ayy aman pardon, ne newrozu yaw! Ya çocukları polistir ya da oğulları burada askerdedir. Ara ara istemeden konuşmalarına kulak misafiri oluyorum. Yolculuk sebepleri ortaya çıkıyor. Oğulları Kulp’ta askermiş ve onu ziyarete gidiyorlarmış.

Annemiz pek konuşkan değil ama rozetli amcamız anlaşılıyor ki klasik bir milliyetçi. İçerde ki çoğu insana hafif küçümseyici bir bakışı var. Bir bebek arkadan ağladığında ya da sağda solda Kürtçe konuşmalar duyduğunda dönüp bakıyor ve bişiler fısıldıyor, bazen kendi kendine bazen de eşine!

Geceyi devirdik. Sabah oldu ve Amed’e yaklaştık! Fonda Diyar, Kawa duyulmaya başlandı. Muavin uykulu uykulu ortalıkta dolanıyor. Biri bişi desin de ağzını burnunu kırayım modunda. Yanımda ki arkadaş yatıyor, önümdeki abê û abla da uyanmışlar. Üzerlerimizden geçen uçak sesleri ile gurur duyup, şahlanıyorlar. Birazdan da istiklal marşı ile tam günün açılışını yapacak gibi duruyorlar. Sağ çaprazımızın 2 koltuk önünde bir yaşlı teyze tek başına oturuyor. Demek birileri inmiş ve yaşlı teyze de tek başına kalmış. Teyzemiz, yaşı 70 civarı, yolculuğun verdiği yorgunluk hali ile ayakkabılarını çıkarmış ayaklarını da diğer koltuğun üzerine uzatmıştı. Bu durum benim önümdeki Los Angeles Ülkü Ocaklarından fırlama amcanın dikkatini çekmişti. Baya bir rahatsız olmuş olacak ki muavini çağırdı ve “Lütfen şu kadına söyleyin ayakkabılarını giysin. Koku yapıyor, rahatsız oluyoruz” dedi. Ortada koku falan yok. Muavin de bişi diyemiyor. Kalktı mecbur teyzenin yanına gitti. “Xaltî, ka sola xwe têke pî yê xwe” dedi. Teyze de şaşırmış olarak “îca çıma, xêre lawo?” dedi. Muavin “Dibên bîn te me! Em rehetsız dibin” diyerek olayı özetledi. Teyzemiz pes etmedi. Baya dişli çıktı…

İnsanların “koku geliyor, giy ayakkabılarını” demesine anlam vermedi! Ve muavinin yüzüne bakarak iki ayağını kaldırıp koridordan onun burnuna doğru kaldırdı ve altın vuruşunu yaptı:

“Ahaa ji te re! Ka binere bîn heye an jî na?”

Muavin ıkına sıkına ön tarafa kaçtı. Yaşlı teyze Roma arenasında gladyatörleri devirmiş komutanın zafer edası ile parmak uçlarını koltuk üzerinde sallayıp etrafı keskin bir avcının gözleri ile inceledi. Kimseden gık çıkmadı zaten! Önümde ki amca mort oldî! Olayı çaktı ve sesini etmedi…

Mesele kaş ile göz arasında cereyan edip tarihteki ayarlar arasında yerini alıyor!

Ve yıllar sonra, yani geçen Çarşamba;

Emine Erdoğan bir etkinlikte, down sendromlular ile ilgili bir konuşma yaptı. “Keşke bütün engelliler down sendromlu olsalar. Hiç kimseye zararları yok” dedi.

Heyhat felek! Tu xayinî…

Meğerse asıl hayatta sağlam gibi görünüp “gerçek sendromlulardan” korkacaksın!

O amcayı andım içimden. Gerçekten çok zararsız idi!!!

Sonra teyzeyi anıp ellerinden öptüm. Muavini anmadan, arkaya da bakmadan otobüsten inip eve doğru yol aldım…

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
23 Yorum
Özgür Amed Arşivi