İbrahim Genç

İbrahim Genç

Rojava ve Türkiye

Rojava ve Türkiye

Kürtler arasında Rojava olarak adlandırılan Suriye Kürdistan’ında uzun zamandan beri bir iktidar kavgası yaşanıyor. Rojava halkının tutarlı ve duyarlı tutumundan dolayı bu çelişkiler her ne kadar ötelense de zaman zaman yine baş gösteriyor. Tabii tarih bize Kürtler arasında çelişkilerin derinleşmesi ve bazı yerlerde çatışmaya kadar varması, sadece Kürtlere kaybettirdiğini söylüyor. Bu sebeple de burada bu çelişkilerin Rojava’nın kendi dinamiklerinden mi yoksa dış güçlerin “birbirine düşür, zayıflat” politikasından mı çıktığının sorgulanması gerekiyor. Rojava’daki gelişmelere bakılırsa, Kürtlerin yaşadığı ülkelerdeki iktidarların son gelişmelerden hiç de haz almadıkları görülüyor. Bu noktada özellikle Kürt nüfusun en çok yaşadığı ülke olan Türkiye’nin tutumu da gayet dikkat çekicidir ve bu konu da yazımızda ele alınacaktır.

Burada öncelikle Rojavalı Kürtlerin kendi aralarındaki çelişkilerin irdelenmesi daha yerinde olacaktır. Şimdi normal şartlar dahilinde bakıldığında, Rojava’daki Kürt partilerinin Desteya Bilind a Kurd (Kürt Yüksek Konseyi) çatısı altında birlikte hareket ettiği ve YPG’nin bu birliğe bağlı silahlı bir oluşum olduğu görülüyor. Tabii Rojava halkının ezici çoğunluğunun PYD’ye yakın olmasından dolayı YPG, PYD’ye bağlıymış gibi bir izlenim var. PYD de buna şiddetle karşı çıkıyor ve YPG’nin içinde Araplar ve diğer halkların da yer aldığını ve Yüksek Kürt Konseyi’ne bağlı bir savunma gücü olduğunu dile getiriyor. Ki PYD Eşbaşkanı Salih Mislim de Irak Kürdistanı pratiğinden yola çıkarak iki silahlı gücün Rojava’da olmasının kardeş katline neden olacağı gerekçesiyle diğer Kürt partilerin ayrı bir silahlanmaya gitmesine karşı çıkıyor. Bu anlamda geçmişteki Barzani-Talabani çekişmesi göz önüne alındığında bu tutumu haklı görebiliriz. Bunları bir röportajında dile getiren YPG Genel Komutanı Sipan Hemo da “Biz tek bir partiye bağlı askeri bir güç değiliz. Biz Kürt Yüksek Konseyi’ne bağlıyız. Tüm Kürt bölgesini savunmak için mücadele ediyoruz. Rojava’da güvenlik ile ilgili sorunlar devam ettiği  müddetçe YPG de var olacaktır.” ifadelerini kullanıyordu. Rojava’da Kürtlerin ezici çoğunluğun PYD’yi desteklemesi ve PYD’nin daha ön plana çıkması, diğer Kürt partilerinin Kürtlerin geleceği meselesi konusunda bireysel tutuma sevk etmemeli.

Rojava’daki iktidar mücadelesine bakarsak genel olarak Kürt partilerinin PYD’ye karşı olmadıkları ve YPG’yi de benimsediklerini söyleyebiliriz. Burada sadece Azadi (Suriye Kürt Özgürlük Partisi), Yekiti ( Suriye Kürt Birlik Partisi) ve SKDP El Parti (Suriye Kürt Demokrat Partisi)’nin Kürtlerin ortak çıkarı noktasında farklı hesaplar içinde oldukları dile getiriliyor.  Zaten Salih Mislim de ikinci bir silahlı güç ortaya çıkarmamak şartıyla Rojava’da çok çeşitli siyasal örgütlenmelere karşı olmadıklarını dile getiriyor. Buna karşın özellikle başkanlığını Abdülhekim Beşar’ın yaptığı ve Irak KDP’siyle yakın ilişkileri olan SKDP El Parti’nin tutumu tartışılıyor. Ki Abdülhekim Beşar’ın, Barzani’nin Rojava’da PKK ve/ya PYD’ye karşı iktidar alanı oluşturmak için başvurduğu bir aktör olmasının yanında, Beşar’ın Türkiye istihbaratıyla da bağı olduğuna dair de  kuşkular. Öyle ki geçen yıl bir röportajında Türkiye’de adını vermek istemediği bazı kişilerle görüştüğünü dile getirip kendisini “Türkiye’nin Rojava’daki çıkarlarının garantörü” olarak gösteriyordu. Aynı şekilde dün haber ajansı Hawar (ANHA)’ın geçtiği habere göre El Parti üyesi bir grubun Haseke’ye bağlı Taxa Miftî’de yürüyüş yapıp Özgür Suriye Ordusuna çağrıda bulunduğunu ve Rojava’ya davet ettiklerini dile getiriyordu. Haberin devamında da halkın bu gruba tepki gösterdiği ve “ÖSO’yu isteyenler, onların bölgelerine gitsin. Biz sonuna kadar YPG ile birlikteyiz” dediğini aktarıyordu.

Kürtlerin Rojava’daki çelişkilerine bakıldığında aslında bütün bunların dış güçlerle bağlantılı olabileceği de göze çarpmaktadır. Bunlardan birisi El Parti eliyle Rojava’da kendine alan oluşturmaya çalışan Kürdistan Bölgesel Yönetimi başkanı Mesud Barzani’dir. Daha önce de El Parti’ye bağlı kişilerin Irak Kürdistanı’nda eğitildiği haberleri basına yansımıştı. Burada Barzani’nin doğrudan Kürtlerin çıkarlarına karşı olduğu anlamını çıkaramayız ama Rojava’daki reel durumu göz ardı edip kendini dayatmaya çalışması çelişkileri derinleştiriyor. Burada Barzani’nin özelde PYD’ye mi yoksa PKK’ye mi karşı olduğu çok muğlak görünüyor. Son yıllardaki PKK hamlelerine bakılırsa örgütün hem Irak Kürdistanı’nda hem de Rojava’da aktif olmaya başladığı fark ediliyor. PKK lideri Öcalan’ın da etki alanına bakıldığında Kürtlerin yaşadığı dört parçada da örgütün ön plana çıktığı gerçeği var. Bu noktada hemen Barzani, “etki alanını genişletmeye çalışıyor” ya da “Türkiye, Barzani eliyle Rojava’da PKK etkisini kırmayı ve PYD’yi zayıflatmayı düşünüyor” gibi çıkarımlar yapmamız doğru değilse de tartışılabilir.

Yine de yukarıdaki ikinci cümlede belirttiğim Barzani, Türkiye’den dolayı Rojava’ya müdahil oluyor yaklaşımı bana bazı noktalardan dolayı daha gerçekçi geliyor. Birincisi Türkiye-Irak Kürdistanı arasında artan ticaret hacmi, ikincisi fiili bir bağımsızlık yaşayan Irak Kürdistanı’nın bağımsızlaşma yolunda Türkiye’yi karşısına almak istememesi; Barzani’yi stratejik davranmaya sevk ediyor olabilir. Buradaki politika tamamen “Pirince giderken evdeki bulgurdan olmamak” üzerine kurgulanıyor olabilir. Barzani, milli duruşuyla her zaman ön plana çıkan bir şahsiyet olduğu için (Ki daha dün Kürdistan Bölgesel Başkanlığı sözcüsü, Barzani’nin ulusal kongre için siyasi Kürt partilerine mektup gönderdiğini açıkladı) burada Türkiye’nin dolaylı etkisi olabileceğini hesaba katmamız gerekiyor.

Türkiye’nin dış politikasının uzun yıllar “Kürt karşıtı” bir pozisyonda olduğunu, sırf bunun için Batılı ülkelere taviz bile verildiğini biliyoruz. Ortadoğu’da da Türkiye, kendi yurttaşı olan Kürtlerin etkileneceği düşüncesiyle diğer parçadaki Kürtleri daima yakından izlemiş ve ona göre siyaset üretmiştir. Tabii Türkiye’nin bu tutumu artık dünya kamu oyunda karşılık bulmadığı gibi Kürtler de dünya arenasına daha bilinçli çıkmaya başladı. Suriye’de Türkiye eliyle örgütlenen muhalifler (SUK) daima Arap milliyetçiliğinde birleşmiş ve Kürtleri tanımamıştı. Bu siyaset, Kürtlerin “3. taraf” stratejisiyle çökünce de El Nusra gibi radikal gruplar Türkiye sınırından Rojava’da çatışmaları derinleştirdiler. Oysa Rojava Kürtleri her açıklamasında Türkiye’ye karşı olmadıklarını dile getirip Türkiye’nin kendileriyle diyaloga geçmesi çağrısında bulundular. Daha birkaç gün önce Salih Mislim; devlet ve federasyon istemediklerini, Suriye’nin birliği içinde demokratik özerklik istediklerini dile getiriyordu. Aynı şekilde YPG komutanı Sipan Hemo “Kendimizi Türkiye’nin dostu olarak görüyoruz” diyordu.

Buna karşın Türk medyası ve Türk siyaseti, dünyanın terör örgütü olarak gördüğü çeteleri savunup onların sınırda bayraklarını dalgalandırmalarına ses çıkarmazken, Serê Kanî’nin YPG denetimine girmesi üzerine akla ziyan açıklamalar yaptılar, tehditler savurdular. Dış İşleri Bakanı Ahmet Davutoğlu “Müsaade etmeyiz” derken, Başbakan Erdoğan’ın siyasi danışmanı Yalçın Akdoğan “PYD ateşle oynuyor” diyerek örtülü bir tehdit savuruyordu. Tabii Türk medyası da manşetleriyle neredeyse Rojava’ya uçaklar gönderip bombardımana başlamıştı. Aynı şekilde TSK’nin resmi sitesinden yaptığı “Resulayn’daki çatışmaların saat 15.30 itibarıyla sona erdiği ve ilçenin bölücü terör örgütü (PYD)’nin kontrolüne geçtiği bildirilmiştir.” ilginçti. Birçok uluslar arası konferansa katılan ve Rojava halkının ezici çoğunluğunun desteğini alan bir siyasal parti nasıl terör örgütü yapılabilir hemen? Aynı şekilde şu zamana kadar adını bile duymadığımız, ne yaptığından haberimizin bile olmadığı AKP Kayseri Milletvekili Pelin Gündeş Bakır da “Özgür Suriye Ordusunun, Suriye’nin tamamına hakim olması için savaşmasını, birleşik bir Suriye olmasını istiyoruz. Türkiye olarak parçalanmış bir Suriye istemiyoruz. PYD , Türkiye’nin tavrını ve duruşunu ciddiye alsın. Türkiye’ye kafa tutmak, haddi değildir. Türkiye’ye bir takım şeyleri şantaj ve zorlama ile kabul ettiremez. Birleşik ve demokratik Suriye’yi arzuluyoruz. Aksini, kimse kabul edemez.” tehdidini savuruyor.

Maalesef ki bu ülkede ne kadar basit bir siyaset yaptıkları bu sözlerinden anlaşılan kimseler ya dünya gündemini takip etmiyorlar ya da ne olursa olsun Kürtlere karşı bir pozisyondalar. Sayın milletvekili az gazete okuyup gündemi takir ederse, PYD ve YPG’nin aynı şeyleri söylediğini görecek. Hem bu tehdidi savurduğu yer, Kürtlerin yaşadığı Rojava. Ve Türkiye’deki Kürtlerin kardeş dedikleri aynı dili konuşan ve millet olan Kürtler… Az şuur olsa bu sözler söylenir mi? Bu noktada Gazeteport’tan Yavuz Semerci, Türkiye’nin çelişkili tutumunu çok net ifade ettiği sözleriyle yazımızı bitirelim: “PYD neden bölücü terör örgütüdür? Türkiye sınırları içinde terörist faaliyeti mi vardır? Bu sorulara ‘PYD, PKK’nın uzantısı. O yüzden o da terörist örgüt konumundadır’  şeklinde yanıt veriyor olabilirler. Peki söz konusu bölge El Kaide’nin uzantısı örgütler tarafından kontrol edildiğinde, sıfatları bir anda değişiyor ve vatansever mi oluyorlar? El Kaide ve ona bağlı olduğunu açıklayan gruplar terör örgütü değil mi? Bu örgüt, 11 Eylül saldırılarının ardından en büyük terör faaliyetini bizim ülkede gerçekleştirmedi mi?  ‘Onlar vatansever, PYD düşman’ yaklaşımı, devletin Kürtlere yönelik klasik bakışını özetliyor. Hem Esad’ı yıkacak tüm organizasyonlara destek vereceksiniz, hem de o bölgede yaşayan Kürtlerin yasal temsilcisi konumuna yükselmiş bir örgüte terörist muamelesi yapacaksınız. Yıllarca kimliksiz yaşayan Kürtler parçalanmış ve otorite boşluğu yaşandığı bir süreçte kendi öz savunma birliklerini kurmasına saygı göstermemiz gerekmiyor mu? Mesafe konulması gerekiyorsa eğer o zaman da özenli bir dil seçilmeli.”

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
4 Yorum
İbrahim Genç Arşivi