İrfan Sarı

İrfan Sarı

Pencerenin kenarından

Pencerenin kenarından

Günlerden Pazar, termometre dışarıdaki soğuğu eksi 17 olarak gösteriyor. Kırk santimetrelik pencerenin alt kenarından şehre bakınıyorum. Evimiz 90 lı yıllarda yapıldı. Şu meşhur gece tacizlerinin korkusundan pencereler olabildiğine küçük.

Pencerelere yansıyan korku bu günlerde kendini toprakta biten kemiklere bıraktı. Acımasız emirlerin verildiği yılların imparatorları o günlerin korucu başları, uzman çavuşları, subaylarıydı.
 
Aslında bunları temcit pilavı gibi söyleyip söyleyip duruyoruz ama o günün pervasızlığını devletin kadim yapısı zaten biliyor ama her ne hikmetse ne vicdan nede hukuk yanları bu vahşetin iz düşümünü açmaya yetmiyor. İş yine bu vahşete maruz kalanların kendi gayretleri sonucu yavaş yavaş gün yüzüne çıkıyor.
 
Evet, penceremizin alt köşesinden bakınıyorum. Saat öğlen sonrasına isabet bir yerde, üç tane ev var. Üçünün de çatısı kiremit rengiyle boyanmış. Olasıdır ki anti pas dedikleri boya cinside olabilir. Çarı üçgenleri sıvalı değil. Biri kerpiçten örülmüş, anlaşılıyor ki kerpicin arası çamurdandır. Diğer ikisi briketten örülmüş, her ikisi de uzun bir yarıkla çatlamış. Çatıların yarısı erimeyen kar kalıntılarıyla örtülü, saçaklardan buz sarkıtlar uzunluğunca görünüyor.
 
Bir karakavak görünüyor çırılçıplak ve evlerden iki üç kat uzunca.
 
Tam dalların bittiği yerde dağlar olmalıydı ama görünmüyor sisten. Dağlar ile gök arasında odun külü rengi var. Daha yükseği yani gökyüzü sis etkili mavi, penceremizin hemen önündeki söğüt dalları karışıyor o tonun derinliğine.
 
Helikopter sesi duvarları soğuğu dinlemiyor yayından kopan ok gibi dalıyor içeri. Kopardığı yankı şehrin semalarına dağılıyor. Soğuk gibi keskin bu gürültülerin altında yaşam varmış kimin umurunda.
 
Üç evin bacasından yükselen dumana karışıyor bakışlarım. Demek ki bizim evin sobasından da bu dumanlara çıkar bacaya… Ayakkabı boyası karalığında resmen, sis tabakasına varınca kayboluyor.
 
Hava soğuk, sisli ve gürültülü…
 
Bir manzara çizmeye çalışıyorum aslında kendimce bir ucundan tutup güzel bir şeyler yazmak istiyorum. Soğuktan, gürültüden, sisten uzak bir güzel şey…
 
Bir serçe kuşu konuyor pencerenin az ötesindeki söğüt dalına. Pır pır telaş, belki üşüyor, belki açtır diye geçiyor içimden. Çünkü dışarıda balta kesmez bir buz var. Çıkıp mutfaktan den alıyorum. Pencerenin kanadını açar açmaz uçuyor. Saçıyorum etrafa birkaç avuç.
 
Parmaklarım üşüyor kaç dakikada kapıyorum pencerenin kanadını, dinliyorum etrafı. Saat ilerliyor karanlık pusuda duruyor. Bakışlarımı yere eğiyorum serçeler doluşmuş den tanelerini küçücük gaglarıyla alıyorlar yerden. Bir yukarı, bir etrafa bakarak bir tane daha alıyorlar. Uzun uzun bakıştım. Sonra büyük gürültüyle helikopter geçti yeniden uçuştu serçeler.
 
Oturduğum kanepeden bakınca odanın içi de kararmış elektrikte yok sanırım arıza var. Bahar gelince onarım olur artık. Kim bilir belki teller donmuştur. Belki de şehir cezalandırıyor kendini. Bu mevsim buralar donar, yoksulluk, sefalet bir pençe daha darbe alır.
 
Erken indi karanlık bu gün termometre eksi 22 yi gösteriyor şimdi.
 
Soba içim içim yanıyor.
 
Duvarlarda liladan bir renk.
 
Elektrik olsa tv izleriz. Bütün haber ajanslarına kürt meselesi söylemleri düşmüştür şimdi. Kimi Mutki’de kazılardan çıkan kemikleri haber yapmıştır kazara.
 
Siyasetçiler saç-saça, baş-başadır yine.
 
Kim donar, kim aç kalır, kim bankolarda, kim merdiven altlarında, evsiz-yurtsuzlar kimin umurunda.
 
Bir bardak su içip bir draje soğuk algınlığı hapıyla karanlıkta kapıyorum gözlerimi.
 
Yarın aydınlık olur umuduyla…

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
2 Yorum
İrfan Sarı Arşivi