Özgür Amed

Özgür Amed

My Man Erdoğan...

My Man Erdoğan...

Totalde Kürt Hareketi eksenli, özelde de Gezi eylemleri sonrası başlayan toplu akıl tutulmaları, Erdoğan’ın ego semptomlarını da tetikleyince ortaya korkunç panik ataklar çıkardı. Bazıları yeni bazıları da eski idi ve birlikte tetiklendiler. Erdoğan’ın kafasında bastığı bu tetik, 5 insanın ölümü binlercesinin de yaralanmasına sebep oldu. 

Yıllardır alttan alta başlattıkları toplum mühendisliği, balon gibi şişti ve havalandığı bir anda patladı. Bu balonun içinde ne yoktu ki! Kutsallaştırılmış bir insan, ibadete değer görülmüş bir bünye, halkın yatak odasına, çocuk sayısına, elbisesine, tercihine, gülmesine, lavabosuna, okumasına, inancına, tatiline, uykusuna, içeceğine, kanına, oturacağı mekânına karışan bir insan bir başbakan. O yüklendikçe etrafına mitoz bölünmelerle palazlanmış güruh, ibreyi biraz daha yükseltti. İşi dışarıda nasıl uygun adım marş yürüneceğine ve yürürken karnının iç-dış bükey hallerine kadar vardırdı. Hamile isen çıkma dışarı dendi! Gayri safi milli hasılanın Somali’den az olduğu bu ‘güzide’ ülkedeki her hamile olanın eşinin otomobili varmışçasına “7-8 ay aradan sonra eşinin otomobili ile dışarı çıkabilme” izni verildi hamile kadınlara. Helal-haram kan tartışmalarına kadar sürüklendiğimiz ve solunan oksijen oranının da ihaleye çıkarılacağı günlere ramak kalınan bu cinnet vatanda bunca şey neye delalet? 

Ben şahsen iyiye yoruyorum. Ve Erdoğan’ın 1929 değil de 2013 Büyük Buhran’ını yaşadığını söylemek istiyorum. Krizi, bunalımı, büyük çaplı kırılmaları sadece toplumsal düzeyde yaşamayız! Kendini “tek”leştirmiş, ülkenin anahtarını cebine atmış bir insanın da krizleri, buhranı olabileceğini ve bünyesinin bir yere kadar taşıyabileceğini unuttuğu için "te pê girt” aşamasına geldiğini hatırlatmak boynumuzun borcudur.

Halisünatif bir metod ile insanların kontrol altına alındığı, kendileri dışında her şeyin sahte olduğu sanrısının tavan yaptığı, yargısı, medyası ve yıkanmadan mezara gömülmüş vicdanı ile korku soslu manipülasyon krallığına hunharca koşan, toplum iradesine, çoluğuna çocuğuna yaş gözetmeksizin tecavüz eden AKP ve perde arkası teorisyenlerinin bunca söylemi farkında oldukları krizi idare etmeye, yönlendirmeye çalıştıklarının ayan beyan oluşunun güzel işaretleridir. Erdoğan şahsında yaratılan muhafazakâr halk kahramanı “karakteri” yeni bir şey değil. Klasik bir Amed deyimi ile “Senin geçtiğin yolda bizim tabelamız var” derler insana. 

1936, Gregory La Cava imzalı “My Man Godfrey” filmi Erdoğan’ın çizdiği yol haritasının aynası gibidir. Film, izbe bir mekanın karanlık bir gecesi ile başlar. Kahramanımız Godfrey her şeyini yitirmiş eski bir zengindir. O gece ona 5 dolar karşılığında bir kapı açılır. Zengin bir aile tarafından uşak olarak işe alınır… Filmdeki karakterlerin durumu melodram niteliğindedir. Baba çalışkan bir zengindir. Her şeyini aile için ortaya koyar. Anne ve kızı savurgan, saldırgan! Sadece savurgan değiller, annenin aynı zamanda bir sevgilisi de var. Bu sevgili piyano çalabilen entelektüel bir gençtir. Kızı da parti insanıdır. Ahlak sorunu yaşar iki kadın karakterde. Genel geçer yaşam standartlarının toplumsal boyutuna ters davranışları film boyunca dayatılır.

Her şeyin kötü gittiği yerde bir kahraman gerekir değil mi? Çok geçmeden ailenin iç işlerine müdahale eder Godfrey. Hep olgun, bilen ve ‘cool’ çizilen karakterin altı doldurularak yavaş yavaş ön plana çekilir kahramanımız. Kamera açıları keskin geçişler yapar. Evin kontrolünü ele alır! Eve sinmiş otlakçı sevgiliyi kovar. Yani aydın görünümlü kişiler tuzaktır! Bir ailenin kurtuluşu değildir. Kızı denetim altına alır. Babaya danışmanlık ederek doğru zamanda, doğru yerde yatırımlar yaparak ailenin servetini de korur. Hatta daha da artırır… 

Godfrey bir muhafazakardır. Film boyunca bireyselliği yüceltilir. Kendisi doğuştan bazı özelliklere sahiptir. Bu yönetme becerisi, kontrol etme ve ahlaki sınırlılıklarını bilip ona göre davranmadır. Kişisel özellikleri ve becerileri üzerinden giderek bir aileyi çöküntüden kurtarmış, ekonomilerini yükseltmiştir.

Oysa her şey bu kadar cicili bicili değildir. Mesele derindir… 

“My Man Godfrey” filmini tarihsel eleştiri süzgeci ile okuduğumuzda, birkaç yıl öncesinden meydana gelen “Büyük Ekonomik Buhran” ile doğrudan ilintili olduğunu anlarız. Büyük Buhran’dan çıkış yolları arayan ABD, çözümü pek çok alanda aradı. Bu film de bir çözüm önermesi üzerine kurulan ve devlet propagandasını yapan bir yapımdır. Çünkü kodlarına indiğimizde söylediği bazı net şeyler vardır: Zenginden alıp fakirlere verilmemeli. Tam tersine her aile kendini kurtarabilecek bir güçtedir. Döneme muhafazakar eğilim hakimdir. ‘Entelektüel’ camia işini yapmaz, keyif ve düşkünlüğü peşindedir. Kontrolden çıkmış bir topluma düzen gerekmektedir. Bu da Godfrey gibi insanların insan üstü gayretleri ve liderlik vasıfları, öncülük edebilme dürtüleri ile gerçekleşebilir. Girişimci ruh ile devletin yardımı da olmadan finansal başarılar olabilir. Bunu toplumsal değil bireysel başarılar ile elde edebiliriz diyor.

Usta bir manevra ile mesajını veren film, güçlü ve kararlı bir ahlaki lider olmadan toplum; parçalara ayrılmakta ve yön duygusunu kaybetmektedir tezini öne sürüyor…  Bugün Türkiye’nin yaşadığı onca sosyo-ahlaki tıkanmışlığın özüne odaklanın lütfen! Hepsinin Erdoğan’ın davranışlarına göre renklendirildiğini, nabza göre şerbetin dayatıldığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Toplumu bilinçaltı savaşlarla sindiren, kendi terbiyesizliğini halkın terbiye sınırları dışında meşrulaştırıp faturayı yine halka kesen zihniyetin görsel hali değil midir kapınızın önüne dikilen dev barajın suyu. O su da boğulan tarihin, o tarihin oltasına taktırılmış bizlerin durumu. 

Erdoğan’ın kişisel ama bolca makyajlanmış krizi “My Man Erdoğan” devrinde olduğumuzu söylüyor. Bu devirde her şey caiz. Her heceye renk vermeye renk muktedir soprano sesi Rio de Janeiro’da alkış yağmurlarına tutulan, kısa bir süre sonra 18.yy’ın sonlarında Avrupa’yı fetheden ilk Brezilyalı şarkıcı olan Joaquina Lapinha’nın kaderini yaşayan bir “caizlik hali” sanki. Opera bağımlısı bir İsveçli olan Carl Ruders onu 1800 yılında Lisbon’daki bir tiyatroda dinledi ve güzel sesine etkileyici fiziğine ve büyük dramatik duygusuna coşku içinde övgüler yağdırdı… “Ne yazık ki Joaquina’nın teni koyu renk diye uyardı” Ruders, “ama sorun kozmetiklerle giderilebiliyor” diye de formülü söylüyordu. 

Erdoğan ve şürekâsı yine bol kozmetikli, bol dış güçlü ve yalanlı ağın içine girmişti ki, krizin gerçek medusa darbesi geldi: Rojava…

Senaryoda Kürtler Perseus şimdilik. Perseus’un elindeki başı kesilmiş yılanbaşlı Medusa heykeli Davutoğlu’nun politikalarından başka bir şey değil! 

Her gün yeni bir mesele ile toplumu dizayn etme derdinde Erdoğan! Her gün bir mühendislik harikası yaşanıyor ve olan biten tüm saçmalıkların ana konusu Erdoğan’ın nasıl bir halk kahramanı ve kurtuluş reçetesi olduğu üzerinedir. Yani çare odur denilip duruyor. 

Oysa değil… 
Sadece son 4 ay içindeki değişen-dönüşen dinamiklere bakıldığında büyük buhran derinleşiyor.  Kürtler başka bir şey diyor artık! 1830 yılında Paris’te kurulan 3 bin barikat, üç gün boyunca orayı savaş alanına çevirdi. Ve kralın askerleri bozguna uğratıldı. Gün geceye dönünce kalabalık halk kitleleri taşlar ve mermilerle saatleri paramparça etti: Kiliselerin ve diğer iktidar tapınakların büyük saatlerini paramparça ettiler…

Mesajları açıktı: Biz artık başka bir zaman istiyoruz!

AKP ve Erdoğan’ın saati çoktan kırıldı, yaşasın kriz!… Biz de başka bir zaman istiyoruz! 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
3 Yorum
Özgür Amed Arşivi