İbrahim Genç

İbrahim Genç

Müslümanlığın eleştirisi -2-

Müslümanlığın eleştirisi -2-

Türkiye, Osmanlı’dan arta kalan son toprak parçası üzerinde şekillenmeye çalışırken Osmanlıcılık ve İslamcılık (Ümmetçilik) fikirlerinden sonra “Millileşme” yoluna girip Türkçülükte karar kılmışsa da İslamcılığı daima kendine yedeklemiştir. Bu sebepledir ki bazı kişilerde İslamî kimlik kazındıkça altında Milliyetçilik çıkar hale gelmiştir ve son otuz yılda bu, Türk-İslam çizgisine ulaşmıştır. Öyle ki Türkiye laikleşmek istedikçe siyasal İslamî anlayış yükselmiş ve İslam, Diyanet İşleri Başkanlığı bünyesinde devletleştirilmiştir.

Dinin kontrol mekanizması görevini sürdüren Diyanet, çok kültürlü ve çok  inançlı coğrafyamızda inanç anlamında tek tipleştirmeci rolü oynamıştır. Diyebiliriz ki İslam’ın bu şekilde devlet hizmetine sunulması, Osmanlı’daki Şeyhülislamlık müessesesinden beri olagelmiştir. Öyle ki Osmanlı’nın son dönemlerinde “Yeni Osmanlılar Meşrutiyet rejimini İslam aracılığıyla meşrulaştırmaya çalışırlar (…) Jön Türkler pozitivizmden çok etkilenmiştir ve belli bir noktaya kadar dinin yerini bilimin alması gerektiğine inanırlar. Çoğu dinden kopmuştur ama İslam’ın –bir araç olarak- hatırı sayılır bir dayanışma değerini koruduğu kanısındadırlar (François Georgeon, Osmanlı-Türk Modernleşmesi, s. 15)”. Bu amaçla Türkçülüğün ilk teorisyenlerinden Yusuf Akçura, Ahmet Ağaoğlu, Ziya Gökalp ve diğerleri genellikle Türkçülük ile İslam’ı uzlaştırma yoluna gitmiş, dinin ırka hizmet edebileceğini ve hatta dinin solan yüzünün millet fikriyle aşılanarak canlanacağını dile getirmişlerdir.

Bu sebepledir ki ülkemizdeki İslam anlayışı, çoğunlukla Peygamber Efendi’mizin bize bırakmış olduğu ve sımsıkı sarılmamızı istediği Kur’an-ı Kerim ve Sünnet ile değil de çoğu zaman siyasal iktidarın ülkeler arası ya da ülke içinde girdiği iktidar yarışına göre şekillendirilmektedir. Çünkü siyasal iktidar, her bakımdan otorite sağlamak zorunda hisseder kendini. Bu sebepledir ki ta Cumhuriyet’in ilanından itibaren –her ne kadar İslam üzerinde baskı uygulansa da- din, devlet otoritesinin tesisi amacıyla kullanılmıştır.

Dinin okullarda Sünni-Hanefi-Türklük bağlamında öğretilmesi ve Diyanet’in kurulması –bazı dönemlerinde bütçesinin fazlasıyla arttırılması- toplumun belli bir kalıba dökülerek kontrol edilmesini amaçlamıştır. Bu kontrol çalışmasının yarattığı beyinler, o kadar çok bulanmışlardır ki din ile alakalı bir şey olduğunda “Türklüğü kimse bölemez” ya da Türklük ile ilgili bir şey olduğunda “Din elden gidiyor.” diye bağırabilmiştir. Çünkü “Türklüğe ek olarak artık din de, toplumu tektipleştirmesi ve kontrol altına alınmasında artan oranda kullanılan temel araç haline gelecekti (Erdoğan Aydın, Demokrasinin Dayanılmaz Ağırlığı, s. 164).”

Ülkemizin son altmış yılı buna en iyi örnektir. Dikkat edilirse genellikle sağcı-muhafazakar iktidarların döneminde müthiş bir Amerikancı-İsrailci hava oluşmuş. Bu konuda Demokrat Parti, Anavatan ve AKP dönemleri iyi analiz edilmelidir. Bütün bu dönemlerde din ve milliyetçilik birlikte yürümüş ve anti-komünist cephede NATO’ya hizmet etmişlerdir. Öyle ki “Hükümetler, Genelkurmay ve başta CIA olmak üzere müttefik istihbarat örgütleri, ne İslamî ne de MHP gibi milliyetçi örgütler hakkında bilgi istiyordu. Örneğin, CIA’nın tek öğrenmek istediği Türkiye’deki sol hareketlerdi. CIA bu yıllarda (1960-1980) MİT’ten hep sol örgütlere ilişkin raporlar istiyordu (Soner Yalçın, Bay Pipo, s. 262).” Yine kitabın muhtelif yerlerinde aktarılan, İsrail zulmüne karşı Filistinlilerin yanında savaşmaya giden solcu ve Kürt siyasal hareketinden gençlere yönelik MİT-MOSSAD işbirliğiyle yapılan ortak operasyonlar da ilginç bir veri olarak karşımıza çıkıyor. Bazı dönemlerde Türkiye-İsrail ilişkilerindeki gerilimler kimseyi yanıltmasın, her dönemde silah-ekonomik-stratejik müttefiklik durumu üst seviyede olmuştur. 

Ortaya çıkan sonuca bakılırsa her defasında İslamcı olduklarını iddia eden kişiler-iktidarlar tarafından din, uluslar arası güçlerin menfaatine hizmet edecek şekilde kullanılmıştır. Tabi bunda NATO’ya girmemiz ve sıkı bir ABD müttefiki olmamız çok etkili olmuştur. Böylece “Soğuk Savaş” döneminin kutuplaşan dünyasında ABD için anti-komünist cephede yer alan Türkiye; ABD emperyalizmine karşı çıkan, bağımsız bir Türkiye için çalışan sol kesim üzerinde baskı kurmuştur. Bu konuda Erdoğan Aydın’ın “1945 sonrası dünyasının yaşadığı ciddi modernleşme atılımına rağmen İslamcı hareketin düşük yoğunluklu olarak gelişmesini sağlayan başlıca aktör Soğuk Savaş’tı. NATO’nun toplumsal kontrol amaçlı olarak İslamcı harekete biçtiği önemli bir misyon vardı. Bu misyon giderek Yeşil Kuşak projesi  çerçevesinde Sovyetler Birliği’ni kuşatma amaçlı daha aktif bir destekle beslenince, 1970-1990 yılları arasında İslamcı hareket ciddi bir büyüme, siyasallaşma ve askeri örgütlüğe ulaşacaktı (a.g.e, s. 175).” şeklindeki sözleri de dikkate değerdir.

Tabi bu konuda sadece Türkiye’yi eleştirmek ya da İslam’ı ele almak haksızlık olarak görülebilir. Çünkü ABD’nin politikalarını, ülkeler arasında meşrulaştırma amacı taşıyan ve ABD imparatorluğunun büyümesine-gelişmesine hizmet eden birçok NATO ülkesi var. Ki ABD, Rusya’ya karşı sadece Türkiye’yi değil; birçok ülkeyi örgütlemiştir. Burada bizim üzerinde durduğumuz nokta, ABD’nin stratejik öneme sahip ülkeleri din üzerinden etkilemesidir. Çünkü ortada “Rusya vardır, komünist tehlike büyümektedir” propagandası vardır. Daha 1946’da Amerikan gemileri İstanbul’a geldiğinde Türkiye ABD’den 500 milyon dolar dış borç istiyor. ABD, paranın nerde kullanılacağına kendisinin karar vermesi şartıyla parayı vereceğini söylerken yine bu dönemde ABD, Türkiye ve Yunanistan’ın Sovyetler Birliği tehdidinde olduğunu söyleyerek Truman Doktrini çerçevesinde bu iki ülkeyi askeri ve ekonomik olarak destekleme kararı alıyor. Zaten 1948’de Marshall planının devreye girmesiyle Türkiye’de CHP milletvekili Nihat Erim “Türkiye küçük bir Amerika olacak” diyecektir (Soner yalçın, a.g.e, s. 33).

Dinin toplumsal hipnoz ve uyuşturma gücünü çok iyi bilen ABD, bunu kendi çıkarları için her zaman kullanmıştır ve kullanacaktır. Bugün Müslüman’ın kıblesi olan Kabe’nin bulunduğu ülke olan Suudi Arabistan bile ABD politikalarına hizmet eder halde ise biz Müslümanlar olarak düşünmeliyiz ve özeleştiri yapabilmeliyiz. Sadece Suudi Arabistan değil, birçok Müslüman Ortadoğu ülkesi ABD emperyalizmine hizmet ediyor. Öyle ki ABD, kendi çıkarlarına hizmet eden Müslüman diktatörleri korurken emperyal emellerine karşı gelen Müslüman liderleri katletmektedir.

En son Müslüman ülkelerin desteğiyle Muammer Kaddafi ortadan kaldırıldı. Bu konuda daha önce yazdığım “Emperyalizmin Müslüman İşbirlikçileri” yazısı birçok noktada açıklayıcıdır. Yine hatırlayalım; geçen yıllarda ortaya saçılan Wikileaks belgelerinin birinde Suudi Arabistan Kralı’nın ABD’ye İran’ı vurmasını teklif ettiği yazılıydı. Bunlar ki Allah’ın “Ey müminler Yahudileri ve Hrıstiyanları dost edinmeyiniz. Onlar birbirlerinin dostlarıdırlar. Sizden kim onları dost edinirse o onlardan olur. Hiç kuşkusuz Allah, zalimleri doğru yola iletmez (Maide, 51).” emrinden uzaklaşırken kardeşlerinin ölüsüne içleri yanmayanlardır. Dinimiz tüm milletlere ve inançlara hoşgörüyü savunur; ama onlara hizmet edip de kendi kardeşini öldürmeyi hoş karşılamaz. Bu ince çizgiyi çok iyi anlayarak münafıkların bizi yönlendirmesine asla müsaade etmemeliyiz. Rehber olarak Kur’an-ı Kerimi ve Peygamberimizin sünnetini kabul etmeliyiz. İnancın özüne inmeliyiz ki din, bir kandırma aracı olmasın.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
16 Yorum
İbrahim Genç Arşivi