İbrahim Genç

İbrahim Genç

Müslümanlığın eleştirisi -1-

Müslümanlığın eleştirisi -1-

Kentten uzak bir köyün kesme taşlardan yapılmış sarı duvarlı evlerinin arasından geçerek vardım onun huzuruna. Mevsimlerden hazandı, aylardan kasım… Misafirlerini ağırlamak için yaptığı geniş bir oda, bir bölmesi ciltleri tamamen eskimiş kocaman kitaplarla dolu bir oda. Bakışlarımı bu beyaz fistan ve sarıklı mübarek adama verirken, gözlerim o kitaplarda kaldı uzun uzun. Köylüler ona Bave Şêx ya da Yabo diyorlardı. Ben Bave Şêx demeyi tercih ettim. Sonra elini öptüm Bave Şêx’ın ve oturdum karşısına bağdaş kurarak.

Beni mi bekliyordu acaba? Ben daha konuşmadan ve bir şey sormadan üzerinde tartışmak istediğim konuyla açtı sohbeti. Ben “Bave Şêx” der demez, adeta aklımdan geçenlere cevaplar veriyordu. Uzun uzun felsefe ve metafizik üzerine konuştu, öyle ki aklımda pek bir şey kalmadı. Kur’an-ı Kerim’den ayetlerin referansıyla Allah’ın insanlara bahşettiği dillerin ve kültürlerin öneminden bahsetti, İslamî çerçevede sahiplenilmesi gerektiğine vurgu yaptı. Sonra İslam dünyasının neden geri kaldığını tahlil ediyordu. Benim modernleşmek dediğim şeye o “içtihat kapısı” diyordu. Anladım ki kavramlar farklı olsa da ikimiz de aynı şeyi soruyoruz: “İslam ümmeti neden geri kaldı?” “Neden savaşlar, yoksulluklar, cehalet hep Müslümanların olduğu coğrafya ve ülkelerde var?” “Müslümanlar, bu yeni dünya düzeninde neden kendilerine bir yol çizemiyorlar?”

Bave Şêx, ABD ve İsrail ile müttefik olup da Müslüman kardeşlerini unutan ülkelerden bahsetti. “Bunlar nasıl zengin oldu?” sorusuna gelen cevap “Bunlar namussuzluğa düştüler, namussuz adam cebini doldurmak için her yolu dener.” şeklindeydi. Bu noktada ikimizin de dikkatini kendi kaynaklarını bir buçuk asırdan beri Batılı ülkelere peşkeş çeken Arap prensler geliyordu, İngilizlerin damatları. Oysa Allah açıkça “Hep birlikte Allah’ın ipine sımsıkı sarılınız ayrılığa düşmeyin! (Al-i İmran, 103)” diyordu. Ama tarihin cilvesidir ki Batı’nın Ortaçağ karanlığını yaşadığı dönemde İslam medeniyeti ilham alınacak düzeydeyken bugün işler tam tersine dönecekti. İşte bu yüzden her Müslüman’ın kendisine dönüp “Neden?” diye sorması gerekecekti.

Ve ben bu sebeple olaca ki Bave Şêx’ın  uzunca analizleri üzerine “İslam, neden bazı şeylerde reforma gitmiyor?” diye sordum. Bave Şêx, bu konuda İslam’da içtihada dikkatimi çekti. Dedim ki “Bave Şêx, içtihat kapısı açık mı?” Biraz da sesini yükselterek Bave Şêx, “Evladım tabi ki açık!” dedi. “O zaman” dedim, “Bazı toplumsal konularda neden içtihat yapılmıyor?” diye sordum. Bave Şêx, ses tonuna da bakışlarına da yansıyan bir yakınma ve bin sitemle “Ah yavrum ah, acaba Müslümanların kendisine güvenip de kendileri için içtihat yapabileceği bir din adamı kaldı mı?” dedi.

İşte esas sorun buydu! Çünkü Müslüman, İslam’ın kendisine telkin ettiği doğruluk, güvenilir olma niteliklerini kaybetti. Oysa Allah “Emrolunduğun gibi dosdoğru ol! (Hud Suresi, 112)” derken Hadis-i Şerif “Müslüman, insanların elinden ve dilinden emin olduğu kimsedir.” diyordu. Yine nakledilirdi bir hadis-i şerif ki Müslüman hataya düşüp hırsızlık ya da zina yapabilirdi ama Peygamberimizin ifadesiyle “Hayır! Müslüman yalan söylemez” idi. Ki bu yüzdendir Peygamberimiz toplumda “Muhammed-ül Emin” olarak bilinirdi. Öyle ki Peygamberimize Allah tarafından İslam’ın açıkça tebliğ edilmesi emredilince Safa Tepesi’ne çıkan Peygamber efendimiz orada toplanan Mekkelilere "Size şu tepenin arkasında bir düşman ordusunun bulunduğunu haber versem bana inanır mısınız?" dediğinde oradakiler “Evet, inanırız. Çünkü yalan söylediğini görmedik.” derler. Bu cevap üzerine Allah’ın resulü, İslam’ı tebliğ etmeye başlar.

BAVE ŞÊX HAKLIYDI…

Bugün İslam dünyasının-Müslümanların yeni dünyada kendilerine yer edinememelerinin en önemli nedeni içtihat kapısının unutulmasıydı. Oysa içtihat kapısı, Batı’nın reform dediği ve sonucunda varılan modernleşmenin İslam’daki karşılığıydı (Ben böyle düşünüyorum). İçtihat kapısının açık olması demek, Batı’yı tamamen ilham alıp her şeyin buradan Müslümanların ruhuna akması demek değildir. İçtihat kapısı, İslam’ın Batı’ya verebileceklerini ifade eder. Tabi bunun için öncelikle feodal yapılar bırakılacak, diktatörlükler yıkılacak (ama halk rönesansıyla), özgürce üretimin-düşüncenin önü açılacak (liberalizmi kastetmiyorum)… Her şeyden önemlisi sahip olduğu zenginlikleri –petrol başta olmak üzere- kendisi işleyebilecek konuma gelecek ve bu üretimden halka pay verip kendi orta sınıfını yaratacak. Kısmen de olsa bunu Kaddafi’nin yapmaya çalıştığını söyleyebiliriz; ama onun, iktidarı halkla paylaşmamak noktasındaki bencilliği NATO’nun ABD-Türkiye-Fransa muhteşem üçlüsü tarafından fena halde suistimal edildi.

Çünkü Müslümanlar “Allah’ın ipi”ne sarılmak yerine İslam’ı kendilerine uydurmaya çalışıp Allah’ı maddi emellerine ulaşmak için ancak bir referans yaptılar. Bernard Lewis’in dediği gibi “İslam’da din, kimliğin esası olarak algılandığından, dini kimlik, devlete bağlılık anlamına da gelir ve yönetime sadakat talebini de oluşturur. Çoğu Müslüman toplumda kişinin sadakati veya sadakatsizliği, genelde din üzerinden ölçülür.” Tabi ki bunun tarihi kökeni var ve üzerinde konuşulmalı. Bu noktada Dinler Tarihi üzerine master yapan dostum Serkan’ın “Günümüzde adeta Müslümanlık, İslamlıktan çıkarılmış. Müslüman, Müslümanlığının İslam referansını kenara bırakmış gibi. Bu durum Emevilerden bu yana gelen bir süreç. Çünkü Müslümanlığın içi Emevilerden bu yana boşaltıldı, felsefeden uzaklaştırıldı. Bunda Gazali’nin de payı büyüktür. Din, halkın afyonu olarak kullanılan bir sistem haline geldi.” tespitine katılmamak elde değil. Bu sebepledir ki bırakın İslam ülkelerinde dinin iç işlerinde bir yere gelme, icazet alma seviyesine gelmesini; gayr-ı Müslim devletler bile İslam ülkelerindeki çıkarlarını dini etkiler üzerinden gerçekleştirebiliyorlar.

Devam edecek...

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
24 Yorum
İbrahim Genç Arşivi