Erkan Çapraz

Erkan Çapraz

Mülteci bir aşkın öyküsü (2)

Mülteci bir aşkın öyküsü (2)

Zınar Mariye ninenin kendisine ne diyeceğini çok merak ediyordu. Ona kollarından destek vererek, dediği ağacın gölgesine kadar götürdü. Yavaş yavaş oturtup, sırtını alıç ağacına dayadı. Mariye nine, oturduğu yerde uzun bir nefes aldı ve: “Çadıra git bize iki çay getir ve tütün tozu tabakamı da unutma.”dedi.

 

Mariye nineyi bir an önce konuşturmak isteyen Zınar hemen fırladı; iki duble çayı ve ninenin istediği özel kokulandırılmış tütün tozu tabakasını getirdi. Oturup Mariye ninenin söyleyeceği şeyi bekledi.

 

 

Mariye nine Zınar'ın merak kokan gözlerine bakarak konuşmaya başladı:

 

- Rahat otur oğlum. Ama beni iyi dinle!

 

Zınar bir an önce duymak istiyordu Mariye ninenin dudaklarından dökmek istediklerini ve nazikçe cevap verdi:

 

- Tamam, Mariye nine, buyurun sizi dinliyorum.

 

Zınar"ın bu sözlerinden sonra derin bir sohbete başladılar. Mariye nine sordu:

 

- Bak oğlum, biz farklı milletlerden ve farklı dinlerdeniz. Sen bundan rahatsızlık duyuyor musun?

 

-Yo, yo yo hayır! Tam tersine! Ailece biz bundan hoşnutuz.

- Gerçekten mi?

 

Bu onaylama sorusu Zınar'da bir anlık tedirginliğe yol açtı. Sesi titremek üzereydi, ancak profesyonelce üstesinden gelip Mariye nineye belli etmeden yalan söyledi:

 

- Evet!

 

- Tamam o zaman. Ben senin de ailemizin bir ferdi olmanı istiyorum, ne dersin?

 

Zınar heyecenlandı, terledi… Beklemiyordu böyle bir şey. Zar zor konuşabildi…

 

- Olmaz ki.

 

Mariye nine şüpheci bir ses tonuyla sordu:

 

- Neden?


Zınar bu neden sorusunu hiç sevmedi… Açıklaması zor olan şeylerin nedenleri neden bu kadar çirkindi, zordu; tıpkı bu cümledeki gibi? Kekeleyerek cevap verdi Zınar:

 

- Ben bir Müslüman, siz ise Hıristiyansınız. Bunlar çok farklı. Dediğiniz şey imkânsız. Nasıl olabilir ki böyle bir şey?

 

Mariye Zınar'ın ürkeliğine karşın açıkça konuştu:

 

- Bak oğlum, Ritha'yla birbirinizi sevdiğinizi biliyorum. Eğer Ritha'yı istiyorsan bize katılmalısın. Bunun başka yolu yok.

 

Zınar, bu keskin çizgi karşında orta bir yol arayışına girdi. Hıristiyan olmak istemiyordu… Ritha'yı kaybetmeyi de… Biraz düşündü ve şöyle dedi:

 

- Bizim dinimiz farklı dinden insanların evlenmelerine müsaade ediyor, sizin dininiz de de öyle olmalı ama.
 

Mariye nine geri adım atmak istemedi:

 

- Evet, öyle, ama biz buna karşıyız.

 

Zınar, çıkar bir yol aramakta diretti:

 

- Ben en iyisi Yuşiyye amcayla konuşayım bu konuyu, olmaz mı nene?

 

Mariye Nine umut kırıcı bir tarzla cevap verdi:

 

- Boşuna uğraşma, bu bir şey değiştirmeyecek.

 

Zınar'ın kafası çok karışmıştı. Bir taraftan kendi dini, bir taraftan Ramis'e yaptığı haksızlık, bir taraftan da Ritha'ya olan aşkı.

 

Yaşlı kadından bu konuyu düşünmesi için zaman istedi. Mariye nine, Zınar'a kampta kaldıkları sürece zamanı olduğunu ve iyi düşünmesi gerektiğini söyledi. Zınar da kabul etti.

 

Yaşlı kadının ellerinden öpüp oradan ayrıldı. Kafası allak bullaktı.

 

Bir din, bir Ritha, bir din bir Ritha, diye saatlerce düşündü.

 

Hangisini seçmeliydi?

 

Bir yandan kesin olmayan Cehennem, diğer yandan kesin olan Ritha'sız bir hayat.

 

O gece evde gözüne uyku girmedi, sabaha kadar düşündü. Sonra birden, “Ben neler saçmalıyorum. Affet beni Allah'ım! Büyük bir günaha giriyorum. Ama yaşayabilmem için tek seçeneğim Ritha olmalı. Sevdiğim ilk insan olarak değerime değer katacak. Beni güzelleştirecek, beni ben yapacak Ritham.”

 

Karışık duygularla sabahı nasıl bulduğunun farkına varamamıştı. Bunu bir şekilde ailesine söylemeliydi.

 

Aradan bir hafta geçmişti, annesini, babamsını ve ağabeylerini bir arada bulma fırsatı yakalamıştı. Sofraya oturmalarıyla mevzuyu açmalı ve bu fırsatı kaçırmamalıydı.

 

Zınar'ın gergin ve düşünceli halini gören babası sordu;

 

- Hayır ola neyin var, niye düşüncelisin öyle?

 

- Yok, bir şey! Aslında var ama şu ana kadar hiçbir konuda en ufak bir destek görmedim sizden. Nasıl söyleyeceğimi bilmiyorum.

 

- Oooo isyan mı ediyorsun! Diye çıkıştı ağabeyi.

 

- Zaten böyle diyeceğinizi bildiğim için, aslında hiç konuşmamalıydım. Sizden nefret ediyorum.

 

- Sen her zaman nefret ettin zaten.

 

- Rahat bırakın çocuğu da konuşmasını bitirsin! Diye girdi araya annesi.

 

Babası;

- Tamam tamam hadi anlat ne anlatacaksan.

 

Birden, “Ben ne yaptım ya söylemekten vaz mı geçeyim acaba? Neyse boş ver inceldiği yerden kopsun.” deyiverdi kendi kendine.

 

Yemek gergin geçti, sofra toplanmıştı artık, babası merak etmeye başladı;

 

- Anlat hadi çabuk işimiz var.

 

- Kızmayacaksınız değil mi?

 

- Anlat hadi!

 

- Ama kızmak yok

 

- Yahu çabuk işim var.

 

- …

 

- Tamam tamam anlat hadi kızmayacağım.

 

Zınar, babasının güven veren ses tonuyla söylediği bu cümleden sonra döktü içindekileri:

 

- Baba ben artık evlenmek istiyorum.

 

- Öyle mi! Tanıdığımız biri mi?

 

- Evet

 

- Onun da gönlü var mı sende?

 

- Var baba.

 

- Kimmiş bu kız?

 

- Daha önce ağabeyimin bize getirdiği ermeni ailesinin kızı.

 

- İyi madem, kardeşini Müslüman yapamadın, ablasını Müslüman yaparsın artık.

 

- Yok, hayır. Müslüman olmayacakmış?

 

- Ya nasıl olacak bu iş?

 

- Bilmem ki, nasıl uygun bulursanız?

 

- İyi o zaman, sen kendi dinine, o kendi dinine. Zaten İslamiyet de buna müsaade ediyor.

 

Aslında bu onun için çok büyük bir gelişmeydi. Çünkü ölümü bile göze almıştı. Bu da bir şey değiştirmedi ya. Bahçede biraz dolandıktan sonra çarşıya, çarşıdan kampa derken çaresiz bir şekilde Mariye ninenin çadırına vardı. Ne yaptıysa da daha önce yaşlı kadına söylediği şeyi cesaret edip bir daha söyleyemedi.

 

Kendisini ölü gibi hissediyordu. Kimseyle konuşamıyordu. Gözlerine uyku girmedi günlerce, delirmiş gibiydi. Takatten düşmüş, kilo vermeye başlamış, eve uğramaz olmuştu. Kendisini de artık Saddam'ın zulmünden kaçan mülteciler gibi hissetmeye başladı. Kamplarda mülteciymiş gibi ikamet etmeye başladı. Ancak bir fark vardı. Mülteciler, kendi memleketlerinden uzaktı ve mülteci olmaya bir nedenleri vardı. o ise kendi memleketimde yersiz yurtsuz kalmıştı.

 

 

Mültecilere ABD'nin Booing tipi yük ve kargo uçaklarından paraşütlerle atılan yardımları kapan kapıyordu. Zınar, adaletsizce dağıtıldığına inandığı bu yardımlardan günlerdir evine uğramadığından ve çaresiz kaldığından faydalanmaya başlamıştı.

 

Çok sevdiği Ritha ve ailesine artık gözükmemeye karar verdi. Aşkı dinini, dini de aşkını itiyordu. Aşk, stres, sıkıntı, anlaşılamamak, anlatamamak… Bunların hepsi omuz omuza vermiş onu köşeye sıkıştırmıştı.

 

Adını anmamalı, yüzünü görmemeli, sesini duymamalıydı. Hatta onun yaşadığı dünyada yaşamamalıydı. Bu kargaşanın kendisini ciddi şekilde yıprattığının farkına vardı. Zınar, sonunda karar verdi buralardan uzaklaşmalı izini kaybettirmeliydi.

 

Ailesi onu aramaya başladı. Aramadık yer, sormadık kimse bırakmamışlardı. Ağabeyi Çukurca'nın köylerini, babası Çukurca'nın merkezini, diğer ağabeyi Irak'taki sınır köylerini dolaşıyordu.

 

Yaklaşık 50,000 kişilik, 10,000 çadırlık bir alanda; Ber Çel, Ser bare, Ber girî, Berîne, Sere qube, Deşta qube, Ber quban, Geliye feqir, Biya Îsay, Nizarî, Zûyetkan, Deştane, Bîyadir, Bûyet reş, Düf pirê mevkilerinde onu arıyorlardı.

 

Zınar, Biya Îsay mevkisinde tek kişilik bir çadır kurmuştu kendisine.

 

Saçı sakalı birbirine karışmış şarap şişelerinin içerisinde kaybolmuştu.

 

Birgün çadırının kıbleye bakan girişinin fermuarını açıp onu bulmuştu ağabeyi.

 

Bir ay sonra kerdeşini bu kötü durumda gören ağabeyi dayanamayıp ağlamaya başladı. Yavaş yavaş sokularak onu kolları arasında sımsıkı sardı. Bir müddet geçtikten sonra oturup abi kardeş konuşmaya başladılar:

 

- Hayır ola kardeşim. Seni böyle mi görecektim? Seni günlerdir arıyoruz, ölümünü bile düşündük. Bir aydır her birimiz ayrı ayrı yerlerde seni arıyoruz. Hadi bizi bırak, anneyi hiç mi düşünmedin? Gecelerdir senin yüzünden kadıncağızın gözlerine uyku girmedi. Acıma duygusu diye bir şey yok mu sende? Bir aileyi darma dağın ettin, umarım amacına ulaşmışsındır. Bütün bunların tek sebebi Ritha mı?

 

Zınar, düşündü; gerçekten tüm bu olanlar Ritha için miydi?

 

Tereddütsüz bir şekilde cevap verdi:

 

- Evet!

- Sen babamızın dediğini Mariye'ye söyledin mi?

- Hayır, gerek görmedim.

- Söylememek mi işine yaradı?

- Yok, daha önce Mariye ile konuşmuştum zaten.

- Peki, ne dedi Mariye?

- Aslında onların dininde de böyle bir şey varmış ama onlar bunu kesin bir dille reddettiler. Bunu daha önce söylemişti bana.

- Bunu niye bize söylemedin. Bize söyleseydin beraber halledebilirdik. Tamam, şimdi topla kendini eve gidiyoruz.

 

Çadırın kazıklarını tek tek çıkardı, içindeki tek kişilik kampeti ve Amerikan malı olan askeri battaniyesini toplayıp Zınar'ı oradan aldı.

 

 

Zınar ve abisi, Geliyê Feqîran'ın en yaşlı ağacı olan üç yüz yıllık "bıttım ağacı"nın dibinde açıkta yatan yaşlı bir adama toparladıkları çadırı bırakıp, yola devam ettiler.

 

49 numaralı sınır taşını yani Sere Qube'yi geçmişlerdi ki yaklaşık 50 metre ilerde ABD'nin özel yapımı olan şeffaf su poşetlerine su doldurmuş, yan patika yoldan geçen pembe dijdaşeli (Iraklıların yöresel kadın giysisi) kızın Ritha olduğunu fark etti. Attığı adımlarının yavaşlaması ağabeyinin de dikkatinden kaçmadı.

 

Zınar, bir aydır sadece ismini sayıkladığı, uğruna hayatındaki herşeyden, herkesten vazgeçtiği Ritha'sının sadece metrelerce uzağındaydı. Buna karşın kendisini Kızılhaç çadırlarına götürecek olan araç hareket etmek üzereydi. Zınar, yine bir yol ayrımındaydı… Ritha'yı mı, onu ailesine götürecek aracı mı seçmesi gerektiğine karar veremiyordu…

 

Zınar'ın neyi seçtiğini ve öyküde gizli daha birçok ayrıntıyı, öykümüzün haftaya yayınlanacak üçüncü bölümünde bulabilirsiniz.

 

* Fotoğraflar: Enver Özkahraman

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
29 Yorum
Erkan Çapraz Arşivi