Erkan Çapraz

Erkan Çapraz

Mülteci bir aşkın öyküsü (1)

Mülteci bir aşkın öyküsü (1)

Ermeni Bir Hıristiyanla
Mülteci Bir Aşk

- Hrant Dink'e -

 

Aşk bir harekettir çoğu zaman. Bir yerden ötekine bir göç. Göç ise kimi zaman isteklice yapılır kimi zaman zorla. Bir uğurlayan vardır bir de karşılayan her göçte. İşte Ritha'yı uğurlarken kendi memleketi, mecburiyetten, Ritha kendisini karşılıksız kucaklayan Hakkari"nin kollarında buldu. Ve bu dağ kentinde başladı her şey. Bir göç halinden bir aşk doğdu, mecburiyetten.

 

Yıl 1991. Hakkari ser sefil. Yanı başında politika uzmanlarının “körfez krizi” dedikleri bir “savaş” yaşanıyor. Bu çirkin kelimeden kaçan insanları Hakkari ve ilçelerinde yaşayanlar, kendileri mülteci gibi yaşadıkları bir ülkede “mülteciler” olarak anıp yoksul sofralarına ortak ettiler. Bir (s)ad(d)am'ın zülmüne karşı, binlerce insan'ın “merhametini” yaşattılar Kuzey Irak'tan kaçan mültecilere. Her gelene “kardeş” dediler ve belli zaman sonra onlara “mülteci” yerine “misafir” demeyi de bildiler.

 

Kardeş bilip misafir diyenlerden biri de ergenliğe yeni girdiği yüzündeki sivilcelerden, gençlere mahsus heyecanından belli olan 18 yaşındaki Çukurcalı Zınar'dı. Kültürel değerlerine ve müslümanlığa bağlı Zınar; ağabeyleri Ahmet, Mustafa, Annesi Meyan, babası Hüseyin'le akraba, akraba olmayan ayrımı yapmaksızın herkesi evlerinde konaklamak için seferber oldular. Bu insanlık manzarası sadece Zınar"ın ailesinde değil hemen hemen tüm Çukurcalıların evlerinde yaşanıyordu. Göçmenler gördükleri ilgiden memnundu, Çukurcalılar zulümden kaçanlara karşı insanlık vazifesini yerini getirmekten.

 

Zınar ve ailesi tam 52 kişiyi altı hafta süreyle evlerinde misafir edeceklerdi. Annesinin dayıları olan Casım ve Cebrail'in 18 kişilik aileleri, Duhoklu iki kişilik bir aile, hiç tanımadıkları Sait ve ailesi ve hatırlayamadığı diğerleri. Hepsiyle teker teker ilgilenirdi Zınar bu ailelerin. Bunların yanında, yaşadıkları topraklardan zorla kopartılan, kökleri kurutulmaya çalışılan kamptaki diğer “misafirleri” de fırsat buldukça ziyaret ederdi. İşte zaman zaman Amerikalı askerleri tedavi etmesi için helikopterlerle kamptan alınan Doktor Yuşiyye ile de böyle tanışmıştı.


Yuşiyye; annesi Mariye, eşi Layla, çocukları Ritha ve Ramis'le beraber kendilerini Hakkari halkının tüm çabalarına rağmen topraklarından ayrı oldukları için ister istemez yabancı hissederek yaşarken, Zınar içtenlikle kampta kaldıkları müddetçe, Yuşiyye ve ailesine haftada bir gün ailece gelip evlerinde ihtiyaçlarını karşılayabileceklerini söylemişti.

 

Zınar ve ailesi sözlerini yerine getirmişti; böylece ailevi dostlukları da pekişmişti.  Zınar önceleri, Yuşiyye ve Layla'nın sessiz ve çekingen çocukları Ritha ve Ramis'ten en çok Ramis ile ilgileniyordu. Belki de erkek olduğundan. Onunla paylaşacak çok şey olduğuna inanıyor, Ritha'ya ise mesafeli davranmaya çalışıyordu. Oysa Ritha"yı gördüğü ilk andan beri, günlerce onu düşünmüş, Ritha'nın ona karşı yakınlığı ve samimi hareketleri, o inanılmaz yumuşaklığı, gösterdiği o ilgi, hepten Zınar'ın ona karşı olan duygularını alevlendirmişti. Ritha da ona karşı boş değildi. Zınar, git gide daha da yakınlaşmaya başladı Ritha ve ailesine.

 

Kısa zamanda alenin tüm fertleriyle samimi ilişkiler kuran Zınar'a, yaşlılıktan gözleri görmez elleri ayakları tutmaz Ritha'nın anneannesi Mariye: “Oğlum seni çok sevdim!”der dururdu. Ramis'le de ilişkisi çok iyiydi. Zınar bir gün Ramis'e Türkçe'ye olan ilgisinden dolayı “sana Türkçe öğreteceğim, ister misin?” diye sordu.

 

 

Bu soruya çok sevinen Ramis, Türkçe'yi öğrenmek istediğini belirterek Zınar'dan hemen öğretmesini istedi. Zınar'ın ağzından kaçırdığı bu öneri onun sık sık "Hadi bana Türkçe öğret" sözleriyle karşılaşmasına neden oldu. Zamanla başka çaresinin olmadığını anlayınca, Ramis'e eline geçirebildiği 6'ıncı sınıf Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi ders kitabını göstererek, “Sana bu kitaptan yardım alarak Türkçe"yi öğreteceğim.” dedi. Bu işe girişmişti bir kere ve en iyi şekilde üstesinden gelmeliydi.

 

Ders için piknik alanı olarak kullandıkları elma bahçelerini seçti Zınar. Sıra olarak sadece eski bir hasırı yeterli bulmuşlardı. Kitap açıldı ve ilk ders başladı. Uygulama basitti, Zınar söyleyecek Ramis tekrarlayacaktı.

 

Çaresiz durumda olan Zınar okuma oyununa din dersi verirmiş gibi başladı;

 

Zınar'ın okuduğu Kelime-i Şahadet"i hece hece tekrarlayan Ramis, son hecede kekelemeye başladı. Daha fazla gizleyemeceğini anladı ve, “Lütfen, Hayır!” diye bağırdı.

 

Birden bağırarak ayağa fırlayan Ramis'e hayretler içerisinde bakan ve irkilen Zınar sordu;

 

- Ne oldu, öğrenmek istemiyor musun?

 

Derin bir nefes alıp, biraz sakinleşen Ramis,

- Hayır, ondan değil. Bana okuttuğun o kelimeler bizim dinimizde yok.

 

Bu cevap hayretine daha da hayret katmıştı Zınar'ın; kuşku ve sinirle karışık bir ses tonuyla tekrar sordu:

 

- Allah Allah! Sen hangi dindensin ki?

 

Ramis korktu, titredi birden, tehditkar bir bakış savuran Zınar"dan… Daha fazla gizleyemezdi. Ağlamaya başladı ve hıçkırıklarla cevap verdi:

 

- Ben Ermeni'yim, Hıristiyanım. Peygamberimiz ise İsa Mesih…

 

Zınar"ın rengi soldu. Nasıl bir tepki vereceğini bilemedi önce. Günlerdir beraberinde gezdiği ve evlerine aldığı ailenin küfür olarak kullandıkları “Ermeni” asıllı olduğunu öğrenmişti. Bu duruma ilk başta inanmak istemese de Ramis"in göz yaşları onu inandırmaya yetmişti. Onun ağlamasına her ne kadar anlam veremiyorsa da birden Türkçeyi değil de islamiyeti öğretmeyi geçirdi aklından.

 

- Tamam Ramis, korkma! Gayet doğal bir durum. Benim bağırdığıma bakma. İlk defa başka dinden biriyle karşılaştığım için kendime hâkimiyetimi kaybettim. Özür dilerim.

 

Bu sözler karşısında rahatlayan Ramis'e daha sıcak davranmaya başladı Zınar. Başını okşayarak gönlünü almayı başardı.

 

Her ne kadar Ramis'in gönlünü aldıysa da da ilk baştaki yumuşak ve hoşgörülü davranışları çok sürmedi. Az sonra tekrar yaşadıklarını düşünen Zınar birden kükremeye başladı,

 

- İllaki Müslüman olacaksın ulan kâfir!

 

Bağırdı, çağırdı, tehdit etti, ayaklarının altına alıp dövmeye başladı. İki dakika boyunca tekmeledi onu. Sonra var gücüyle eve doğru koştu. Ramis'e bir şey olup olmadığı umurunda değildi.

 

Ramis ise dakikalarca acı içinde kıvrandığı elma ağaçlarının altında zar zor doğrulup sırtını bir ağaca yasladı. Ermeni bir Hıristiyan olduğunu duyunca birden farklı bir ruh haline bürünen Zınar'ın yanına bir daha yaklaşmadı. Ramis, yediği onca dayağa, işittiği onca hakarete rağmen ailesine bu durumdan hiç söz etmedi. Bu nedenle Zınar'ın Ramis"in ailesiyle samimiyeti devam etti, hatta her geçen gün daha da arttı. Ama içinde bu aileye karşı şüpheler vardı artık. Şüphelerini gidermek, içinde birikenleri dökmek için her fırsattan yararlanmaya çalışıyor fakat bir türlü cesaret edemiyordu.

Bir gün doktor ve bilge bir insan olan Ramis'in babası Yuşiyye çadırlarında oturmuş çay içiyordu. Çadıra Zınar da geldi, Yuşiyye sıcak bir gülümsemeyle karşıladığı Zınar'a da çay ısmarladı. Zınar çayını yudumlarken gözü kanepenin altındaki şarap şişesine ilişti.

 

Yuşiyye'ye; “Ya doktor, sizin dininize göre şarap helaldir değil mi?”diye sordu birden.  Bu soru karşısında şaşıran Yuşşiye bozuntuya vermeden; “Biz hangi dindeniz ki? Nerden çıktı bu soru?”sorusuyla karşılık verdi.

 

Muhabbet uzadı;
 

- Ermeni değil misiniz?

- Bunu da nerden çıkardın?

- Oğlun Ramis bana yaklaşık yirmi gün önce Ermeni olduğunuzu söyledi.

- Peki, senin ailenin bundan haberi var mı?

- Evet!

 

Yuşiyye bilgeliğinden ödün vermeden ürktü. Soğukkanlıydı. Buradaki insanların Ermeniler ve Hıristiyanlar hakkında ne düşündüğünü, Hristiyan bir ermeni ailesi olduklarını öğrenirlerse nasıl tepki vereceklerini bilmediği için, kendilerini yabancı hissettikleri bu dağ şehrinde Ermeniliklerini ve dinlerini bunca süre saklamayı uygun görmüş, çocuklarını ve eşini de bunu saklamaları için sıkı sıkı tembihlemişti. Ramis'e içten içe kızmıştı bu yüzden.

 

O andan sonra başlarına ne gelebileceğini bilmiyordu. Ama Zınar'ın ailesine söylediğini çok rahat bir şekilde söylemesi ona ayrı bir rahatlık ve güven verdi. Zınar'ın aklına Yuşiyye'nin kızı olan ve gönlünü kaptırdığı Ritha'nın arasıra mini etekle dolaştığı da geldi. Bu merakını da şarapla birleştirip tekrar sordu;

 

- Ya Yuşiyye amca halen bana söylemedin, şarap ve kadınlarda kısa giyinmek dininizde günah mıdır, değil midir?

 

Yuşiyye bu defa bilgece suskunluğunu bozdu ve cevap verdi;

- Eskisi gibi değil artık, diyanet diye bir şey kalmadı. Yoksa dinimizde de bunlar günahtır.

 

Müslümanlıkta da bunların günah olduğunu bilen Zınar biraz rahatlamıştı.  

 

Yaşanan bu olaydan iki gün sonra Ramis'in babaannesi Mariye Zınar'ı yanına çağırarak;

- Sana bir şey söyleyeceğim ama aramızda kalsın. Seninle çok özel konuşmak istiyorum.

                                              

Şaşırmıştı Zınar. Ne söyleyebilirdiki Mariye ana ona. Üzerinde fazla düşünmeden cevap verdi:

 

- Olur, ana. Ne zaman?

- Müsait olduğumda ben sana söylerim.

 

Zınar'ı merak ve heyecan sardı, dayanamadı;

 

- Ya Mariye ana şimdi söylesen?

- Sabret oğlum, şu an müsait değiliz. Sonra söylerim.

- Bu gün söyleyecek misin?

- Tamam, tamam biraz sonra söylerim.

 

İnadının karşılığını almış ve rahatlamıştı Zınar. Dört gözle biraz sonra dediği zamanı bekledi. Yaşlı kadın onun bu durumuna daha fazla dayanamadı;

 

- Neyse gel, sen rahat değilsin, bana yardım et kolumdan tut da beni o alıç (gühüşk) ağacının altına götür. Orda konuşuruz…

 

Mariye ile Zınar'ın ne konuştuğunu ve daha bir çok şeyi haftaya öykümüzün ikinci bölümünde bulabilirsiniz…

 

*Fotoğraflar: Enver Özkahraman 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
29 Yorum
Erkan Çapraz Arşivi