Mustafa Acar

Mustafa Acar

Mankurtlaşmak-Mankürdleşmek

Mankurtlaşmak-Mankürdleşmek

Akşama doğru, Washington'da çalıştığım iş yerindeki görevliler elime bir Türk pasaportu tokuşturuyorlar. Pasaport sahibinin İngilizce bilmediğini söyleyip yardımcı olmam konusunda ricada bulunuyorlar. İlerde oturan adam diye işaret ediyorlar. Adam kırklı yaşlarında, ortaboy bir kişi. Yanına yaklaşıyorum ve “beyefendi, nasıl yardımcı olabilirim?” diye soruyorum. Adam, Türkçe konuştuğumu görünce aniden yüzüne kan pompalanmaya başlıyor ve rahatlayarak gülümsemeye başlayıp "Türkleri burda görmek mutluluk verici" diye bir cümle kuruyor. Ben de “Beyefendi, ben Türk değilim, Kürd’üm" diye cevap veriyorum. Demin yüzüne pompalanan kan geri çekiliyor, yanaklarındaki gülümseme yavaşça dudaklarından kayıp yere düşüyor.

Ve bana dönerek "Niye böyle diyorsun" diye bir soru yöneltiyor. "Anlamadım" diye yanıtlıyorum. Aynı soruyu tekrarlayor: "Niye 'Kürdüm' diyorsun?". "Kürd olduğumdan dolayı olmasın sakın?" diye yanıtlıyorum...

Adam: "Türkiye'de doğmuşsan, Türksündür. 'Kürdüm' deyip insanların aklını bari Amerika'da karıştırmayın" diye bir beyanatta bulunuyor ve "Türkiye'nin, Allah'ın biz Türklere bahşettiği topraklar olduğunu bilmiyor musun?" diyerek cümlesini sonlandırıyor. O zaman "İran'da yaşayan tüm Kürtler Farsi mi oluyor ya da Irak'ta, Suriye'de yaşıyan tüm Kürtler Arap mı oluyor?" diye soruyorum. Adam cevap veriyor: "Olmuyorlar mı?" Yani, "Kürd diye bir şeyin varlığına inanmıyorsunuz?" diye soruyorum. Adamın cevabı "Evet, inanmıyorum!" oluyor: "Atatürk bizim ortak değerimizdir ve Kemalizm bizim tek kurtarıcımızdır!" diye devam ediyor.

"Bingo" dedim o anda. "Bu dili iyi hatırlıyorum" dedim kendi kendime. "Ve siz köken olarak Kürtsünüz, değil mi?" diye soruyorum. Adam "Evet, annemle babam aralarında Kürtçe konuşurlar ama anlamam ne dediklerini." diye cevap veriyor. Sonra dönerek "nasıl anladın" diye soruyor bana. Ben de "Ancak asimilasyondan geçmiş birinin sahip olacağı bir ideolojiye sahipsiniz" diye yanıtlıyorum.

Karşılastığım bu vahim olayı düşünürken yirminci yüzyılın büyük romancılarından Cengız Aytmatov`un dünya literatürüne kazandırdığı “Mankurt ve Mankurtlaşma” söylemi beliriyor hafızamda.
Hatta Türklerin çok kanıksadığı ve günlük hayatta çok kullandıkları “Mankafa” kelimesinin “Mankurt” teriminden gelmiş olabileceğini düşünmeden edemiyorum.

Şimdi bir insanın nasıl mankurtlaştırıldığına bakalım:
Kırgızlar’ın düşmanı olan Juan-Juan adlı barbar bir toplum, tutsak ettiği kişileri nitelikli (!) köleler haline getirmek için onların belleklerini silermiş. Bunu da şöyle yaparlarmış: Önce tutsağın başını kazır, kafa derilerini yüzerlermiş. Bu arada deve derisinin en kalın yeri olan boynundaki derinin bir parçasını, tutsağın kanlar içinde kazınmış başına sımsıkı sararlarmış. Kuruyup büzülen deri, kafayı mengene gibi sıkıp dayanılmaz acılar verirmiş. Bir yandan da kazınan saçlar büyüyüp dışarı çıkamayınca başına batarmış. Tutsak, başını yerlere vurmasın diye bir kütüğe bağlanır, yürek parçalayan çığlıkları duyulmasın diye elleri ayakları bağlı olarak ıssız bir yerde dört beş gün aç susuz bırakılırmış. Beşinci günün sonunda tutsakların çoğu ölürmüş. Kalanlar ise belleklerini yitirirmiş. Tutsak zamanla kendine gelir, yiyip içerek gücünü toparlarmış. Ama o artık bir insan değil, ölünceye kadar geçmişini hatırlamayan “mankurt” olurmuş. Bir mankurt kim olduğunu, hangi soydan geldiğini bilmezmiş. İnsan olduğunun bile farkında değilmiş. Bilinci, benliği olmadığı için efendisine bir kölelik bağı ile bağlıymış. Ağzı var dili yok, itaatkar bir hayvandan farksız, kaçmayı dahi düşünmeyen, hiçbir tehlike arz etmeyen bu köle için önemli olan tek şey, efendisinin emirlerini yerine getirmekmiş.

Mankurtlaşmayı günümüz asimilasyonuna uyarlarsak şöyle bir tanım elde ederiz: Ulusal kimlikten uzaklaşma, topluma ve kültüre yabancılaşma, zihnin yeniden inşası yoluyla bilinçsizleştirme ve egemen güçlere yaranmayı içeren sosyo-kültürel bir kavram.

Asimilasyonun oluşturduğu etkiler; kişide evsizlik, kimsesizlik, aidiyetsizlik ve kimliksizlik gibi ağır tahribatlara yol açar. Asimilasyondan geçen kişi, ikinci bir deri misali üzerine giydirilen kimliğin içinde, bir veba gibi kaçınılması gereken Kürdlüğe bir Türkten daha retçi ve inkarcı yaklaşır.

Kürtlerin kimliklerine yabancılaşma süreçlerini anlamaya çalışırken, Kürtlerin sarı hocası İsmail Beşikçi’nin “sömürge” ve “alt sömürge” kavramlarını hatırlamalıyız. Çünkü Kürdistan, Beşikçi Hoca’nın da altını çizdiği gibi, “sömürge bile değil, alt-sömürgedir.” Sınırları yok edilmiş ve adı bile yasaklanmış bir ülke olan Kürdistan için “sömürge” kavramını değil; "sömürge bile değil" veya "alt sömürge" kavramını kullanmalıyız.

Beşikçi Hoca’dan dinlemeye devam edelim: " Kürtlerin ağır ve acımasız politikaların hedefi olmasının temel nedeni; Kürdistan'ın doğal kaynakları, doğal zenginlikleri, özellikle petrolüdür. Ülkenin ve halkın parçalanması, sınırların silinmesi, insanların kafasındaki vatan kavramını da silmiştir. Kürtlerin, bu süreçte, başlarına ne kadar büyük bir felaket geldiğinin, başlarına ne çoraplar örüldüğünün bilincinde olduklarını sanmıyorum. Sınırların silinmesi, Kürtlerin kafa yapılarının da, zihinlerinin de dağılmasını getirmiştir. Kürtlerin zaaflarıysa bu politikanın uygulanmasını kolaylaştırmıştır. Böl-yönet politikasının hedefi olan bir halk, toplumsal ve psikolojik bakımlardan zaaf içinde olan bir halktır. Sömürge ülkelerde genel olarak böl-yönet olarak dile getirilen bu politika, Kürtlere karşı böl-yönet-yoket olarak uygulanmaktadır. Kürtler, bu zaaflarının bilincine varmak ve zaaflardan arınmak durumundadırlar.

Sömürge insanı özgürlük ve bağımsızlık düşünür, bunun için mücadele eder. Alt-sömürge insanıysa, “kardeşlik” diye bir kavram icat eder. “Kardeşiz, bin yıldır beraber yaşıyoruz” der. Hiçbir şey istemediklerini, sınır diye bir sorunları olmadığını söyler. Sınırların zaten kalktığını vurgular. Kürtleri kandırmak ne kadar kolay. 19. yüzyıl sonlarında dünyadaki bağımsız devlet sayısı 25 civarındaydı. Bugün ise 200 civarında. Sınırlar kaybolmuş mu, kayboluyor mu? Herkes uluslararası birliklere kendi kimliğiyle girmiyor mu?"

Beşikçi Hoca’yla birlikte Frantz Fanon’un da konuya yaklaşımına dikkat etmemiz gerekiyor: “Ötekinin sistematik inkarı ve ötekiyi her tür insani özellikten yoksun bırakmaya yönelik delice kararlılık nedeniyle sömürgecilik sömürge insanını, kendisine sürekli ‘Aslında ben kimim?’ sorusunu sormaya zorlar.”

Bu noktada, Kürtlerin de sorması gereken soru "biz kimiz" ve "nasıl bir ülkede yaşamak istiyoruz" olmalı. Kendi dilimizde bir anaokuluna dahi gidemediğimiz, her an tutuklanma ya da öldürülme korkusuyla yaşadığımız, maruz kaldığımız hakaret hatta saldırılar karşısında savunmasız olduğumuz, annemizin kimliğini saklamamız ya da inkar etmemiz gereken bir ülkede mi? Yoksa, insan ve ulus haklarımızın korunduğu ve onurumuzun işgalci devletlerin ayakları altında artık çiğnenmediği özgür ve güvenli ülkemizde mi?

Bir insan hakkından da öte, varoluş sebebimiz olan anadilimizin, ödenen onca bedelin ardından hala TV programlarında “eğitim dili olur mu, olmaz mı” tartışmaları eşliğinde yeminli Kürt düşmanlarının alay konusu olmasına daha fazla ne kadar seyirci kalacağız? Bir zamanlar sokakta konuştuğumuz için para cezalarına çarptırıldığımız hatta katledildiğimiz anadilimizi özgürce kullanabilme mücadelemizde, yıllar sonra geldiğimiz noktanın “kursta öğrensinler ama eğitim dili kesinlikle olamaz” talimatına ulaşmış olması, bu ırkçı sisteme bel bağlamaya devam ettiğimiz sürece alacağımız “sonuç”ların niteliğini gözümüze sokmaya yetmiyor mu?

Bizi “Kürt milliyetçiliği” yapmakla suçlayanların görmezden geldiği devasa bir gerçeklik var: Bizim milliyetçiliğimiz; ülkeleri işgal etme, halkların dilini yasaklama ve kimliklerini inkar etmeye yönelik bir milliyetçilik değil. Tam tersi, yok edilme tehdidine karşı onurumuzla var olma ve ülkemizi sömürüden, tecavüzden ve işgalcilerin her türlü vahşetinden kurtarma amacını güden bir insanlık mücadelesi bu. Bu mücadeleyi zafere taşımanın tek yolu da sömürge kişiliğin zaaflarından ve açmazlarından zihinlerimizi özgürleştirmek ve dünyanın diğer bütün halklarıyla aynı hak ve özgürlükleri talep edebilmek. Kürt halkına dayatılan “hiçlik” statüsünden kurtulmanın başka bir yolu olabilir mi?

Çocuklarımızın "MANKÜRDLEŞTİRİLMEDİĞİ" özgür bir ülkede yaşamak dileğiyle... saygılarımla.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
20 Yorum
Mustafa Acar Arşivi