Necip Çapraz

Necip Çapraz

Kürtler kime güvensin?

Kürtler kime güvensin?

Atatürk’ten Erdoğan’a

Türkiye kış mevsiminin soğuk havasında, siyasetin ve siyasetçinin soğuk yüzüyle karşı karşıya… Siyasetin dili artık hakaretlere varacak boyutta... İşte bu soğuk havaların buza kesen siyasetinde herkes “vur” derken, “yaşat” diyenlerin sesi çok cılız çıkıyor.

Yüzyılların sorunu olan “Kürtlerin demokratik ve Kültürel hakları” sorunu, konusunda çözüm halen sağlanmış değil. Yüzyılların sorunu derken aslında bu konuyu Cumhuriyet’in kuruluşu ile beraber ele almak istiyorum. Çünkü bu sorun, daha Osmanlılar dönemindeki 15 civarında isyanla süreci kapatmış, Cumhuriyet döneminde başlayan isyan hareketi ise 29. isyan olarak hâlâ devam etmektedir.

Her şeye rağmen Kürtler Cumhuriyet tarihinde en çok dört lidere güvendi ve onlara tüm desteğini verdi. Kürtlerin en çok güvendiği bu liderler Mustafa Kemal Atatürk, Bülent Ecevit, Turgut Özal ve Recep Tayip Erdoğan. Özellikle iç ve dış siyasal sürecin de etkisiyle Kürtlerin en son kendisine güvendiği ve sorunlarını çözeceğine inandıkları kişi Recep Tayip Erdoğan’dır. Anlayacağınız Soldan sağa, dincisinden laiğine kadar Kürtler her siyaset kategorisindeki liderlere güvenmiş.

Kürtler hep güvendi ancak her güvendikleri lider ve siyaset anlayışı onları hayal kırıklığına uğrattı.

Mustafa Kemal Atatürk

Türkiye Cumhuriyeti kurucu lideri Mustafa Kemal Atatürk, Kürtlerin ilk ve en çok güvendiği kişiydi. Kürtlerin onunla Kurtuluş Savaşı’nda gösterdiği çaba ve buna karşılık Atatürk’ün Kürtlere ilişkin ifadeleri de bunun göstergesidir. Ancak Kürtler, en büyük hayal kırıklarından birini bu süreçten sonra yaşadı. Bu hayal kırıklığı çok uzun süre devam etti ve bu süreçte Kürtler, Cumhuriyet boyunca birçok defa isyan etmek zorunda kalmışlardı.

Oysa Mustafa Kemal 1918’de Anadolu kuşatma altındayken, Kurtuluş Savaşı’nı doğudan başlatıyordu. Bu dönemde kendilerinden yardım istediği sunuyorlar. Bu sebepledir ki Kürtlere zaferden sonra bir çok demokratik hakkın verileceğini vaat ediyor. Bu konuyla ilgili birçok tarihi belge söz, tarihçiler tarafından artık açıklanıyor. Türkler ve diğer Anadolu halklarıyla birlikte canla başla kurtuluş mücadelesi veren Kürtler, 1924 anayasasıyla birlikte bırakın vaat edilen hakların verilmesi, sahip oldukları tüm haklar da ellerinden alınarak Türklüğe asimile edilmeye başlanmıştır.

Bülent Ecevit

Ecevit 1960’ların sonunda şapkasını başına geçirdi, mavi gömleğini giydi ve Anadolu’yu karış karış gezdi. Dağa taşa Karaoğlan yazıldı. Gündeminde işçi-köylü hakları ve 12 Mart darbesinde mağdur olan insanların idamları, insan hakları, ifade özgürlüğü, dine saygılı laiklik anlayışı vardı ve bu yeni bakış açısıyla kucakladığı halktan büyük bir destek alarak başarı kazanmıştı.

Ecevit de Atatürk’ten sonra Kürtlerin güvenini kazanmış bir liderdi. Bu sebeple CHP, 1977 seçimlerinde %41,05 oranında oy aldı. Ecevit 1974 yılında muradına ermişti. Kürtlerin Ecevit’e bu kadar güvenmesinde, tabi ki kulaktan kulağa dolaşan “Ecevit’in Kürt olduğu” sözü de etkili olmuştu. Bu duruma Hakkarililer de destek vermiş. Hatta Hakkarili siyasetçiler Ecevit’in Hakkari’de önde gelen bir ailenin çocuğu olduğunu bile söylüyorlardı.1973 ve 1979 yılları arasında CHP ile Ecevit’in sözünü dinleyen Kürtler 1980 darbesi ile beraber en büyük şoklardan birini yaşamış, ceza evleri ve faili meçhul cinayetler, işkence derken bir çok insanlık dışı olay yaşamışlardı. Bu dönem de Kürtler açısından bir hayal kırıklığı dönemiydi.

Turgut Özal

Özal da çözüm olarak ilk kez Kürt kimliğinin ve dilinin tanınmasını öneriyordu. Bir rapor hazırlayan Özel, durumu anlamaya başladı ve bu sebeple kimi değişiklikler yaratmaya çalıştı. Fakat Özal’ın ömrü bu değişimi netleştirip ortaya çözüm koyamaya yetmedi. 

12 Eylül darbesinden sonra iktidarı devralan Özal‘ın karşısında Kürt isyanlarından 29.uncusu  duruyordu. "Bir avuç eşkıya" söylemiyle sorunu çözmek için birçok yöntem denendi. Olağanüstü Hal Bölgesi (OHAL), koruculuk sistemine rağmen bu isyan dalgası  daha da arttı, kangrene dönüştü. Özal, gidişatı fark edip demokratik açılımları düşündü. İlk çıkış, "Benim anneannem de Kürt'tü" sözüyle oldu. Özal artık, “terörle mücadelede 'en şahin' benim diyordu ve 21. asırda çözüm sopayla olmaz, özgürlük, diyalog ve ikna ile olur" diyordu.

Seksen darbesinden sonra ANAP ve Turgut Özal cephesinde Kürtler yine karar kılmış, Özal’ın demokrat yapısı ile siyasette yer almışlardı. Özal’ın Malatyalı ve Kürt olması nedeniyle ona güven daha fazla olmuş, Özal’ın ekonomi konusundaki politikaları ile ekonomik açıdan ülkenin yüzü gülmüş bir müddet, kaçakçılık biraz daha normal bir hale getirilmişti. Hatta bu yüzdendir ki halen Doğu’da birçok insanın evinde Turgut Özal fotoğrafı duvarlarda asılı durmaktadır. Özal’ın ufak tefek Kürtçe üzerindeki yasaklarla oynamasından sonra umut daha da büyümüştü. O süreçte Federasyon bile tartışılabilir hale gelmişti. Fakat daha sonra o da “ suikast “ ihtimalli bir ölüm yaşayacaktı.

Özal’ın vaatlerine ve duruşuna benzer politikayı bugünkü Erdoğan döneminde de görmek mümkün. Öcalan ile görüşmeler bunun en bariz örneğini teşkil ediyor. Hatta o süreçte Kürt sorunun çözümü için bugünkü Irak Devlet Başkanı Celal Talabani, Kürt siyasetçi Kemal Burkay, Bağımsız Milletvekili ve DTK Eşbaşkanı Ahmet Türk’ün Abdullah Öcalan ile görüşmeleri de örnek olarak verilebilir.

Recep Tayip Erdoğan

Bu liderlerden sonra yıllarca İslamî kesimin mağduriyetini gündeme getiren AKP ve Erdoğan süreci başlıyor. Adalet ve Kalkınma Partisi olarak adından da çağrışımlar olarak Adalet = Demokrasi ve Kalkınma = Ekonomi. Yani Kürtlerin öncelikle demokrasi ve daha sonra ekonomiye ihtiyaçları vardı. Okuduğu bir şiir nedeniyle aylarca cezaevinde yatan ve Kürtlerin eleştirdiği askeri cunta, bağımlı yargı vs. konuları siyasetinin merkezine koyan bu parti Kürtleri de yanına çekecekti.

Kürtlerin eleştirdiği, demokrasi karşıtı olarak gördüğü her şey aslında Erdoğan ve AKP gündeminde de vardı. Türkiye’deki Kürtlerin büyük çoğunluğunun desteğini kazanan parti tek başına iktidar olmuş. Birkaç seçim sonra yani 2007 seçimlerinden sonra Kürtlerin desteğini peydir pey kaybetmeye başlamıştı. Düşüş Haziran 2011 seçimlerinde belirgin olarak görülmüştür. Aslında Kürt sorunu, Kürt kimliği noktasında Cumhuriyet sürecinin ezberini bozacak kararlar alınmış, Kürtçe Tv ve Radyo, Kürt dilinin Kürtlerin kuracağı dernekler tarafından öğretilmesi, Kürt sorunun açıkça tartışılması vs. birçok noktada önemli adımların atıldığı görülmüştür. Bunlara ek olarak Erdoğan ve kabinesi her türlü kültürel hakkın verileceğini söyleyip bunları yeni anayasa sürecinde de anayasal güvence altına alınacağını dile getiriyor.

Erdoğan sürencinde neler yaşandı?

* Türkiye'de en net ifadelerle "Kürt sorunu"ndan söz etti.

* Erdoğan’ın başbakanlığı döneminde geçen yıllarda Kürtçe gazeteler, Kürtçe dil kursları, radyo ve televizyon yayınları günümüzde –okunma /izlenme ve katılım oranları düşük olsa da olanaklar sunuldu.

* Kürtler, Türkiye’nin AB adaylığı yolunda, ifade özgürlüğünü daha iyi kullandı.

* Erdoğan’ın Kürt sorunuyla açıkça yüzleşmesi ve Kürt sorununun çözüm yollarını konuşmak üzere ‘Kürt entelektüelleri’yle buluşması. 

* Devlet bürokratları vasıtasıyla sorunun çözümü için direk Öcalan ile görüşmeler yaptı.

* Başbakan 2005 Ağustos ayında, Kürt bölgesinin gayri resmi başkenti olarak kabul edilen Diyarbakır’da yaptığı bir konuşmada "Kürt sorunu hepimizin sorunudur ve özellikle benim sorunumdur" dedi.

* Türk ulusuna aidiyet bir "üst kimlik" olarak benimsendiği sürece, farklı "alt kimliklerin" özgürce yaşanabileceğini söylemişti. PKK bile, Başbakan’ın bu girişimine olumlu tepki vermişti.

* Erdoğan Kürt sorunundan söz ettiğinde, askerlerin ve milliyetçi muhalefet partilerinin saflarından bir protesto dalgası yükseldi.

* Başbakan Erdoğan’ın son Dersim katliamı açıklaması ve Dersimsilerden özür dilemesi, Cumhuriyet tarihi için bir ilk oluyor. İlk kez bir başbakan, Cumhuriyet’in bir suçu için halktan özür diliyor.

* Geçmişte yaşanan derin devlet, cunta yapılanmaları, faili meçhul cinayetler sorgulanmaya başlandı. İlk defa generaller adalet önünde hesap vermeye başladı.

* Başbakan Yardımcısı  Bülent Arınç’ın TBMM Genel Kurulu’nda dile getirdiği Kürt sorununa anayasal çözüm mesajı, ‘İkinci açılım dönemi mi başlıyor?’ sorusunu akıllara getirdi. Arınç’ın “Bir insanın kimliğini inkâr etmek o insanı inkâr etmek gibidir. Kim varsa bu topraklar üzerinde kendi kimliğini rahatlıkla söyleyecektir. O kimliğe saygı duyacağız, o kimliğin bütün kültürel haklarını, anayasal haklarını vereceğiz, tanıyacağız” sözleri, hükümetin açılım politikasının seyri hakkında da ipuçları barındırırken, bölgede heyecan yarattı. 

AKP ve icraatları nasıl yankı buldu, ne oldu?

AKP ve Erdoğan sürecinde söylenen sözler ve verilen vaatler samimiyet testini geçemedi, insanlar umutsuz.

* Gözlemciler şimdiden, AKP’nin önümüzdeki seçimlerde oy kaybedeceğini tahmin ediyor.

* Erdoğan ve AKP geçen yıllarda izledikleri çizgiyi sürdürmek istiyorlarsa, Kürt bölgesindeki insanlara somut bir şeyler sunabilmek için ellerini çabuk tutmaları gerekiyor.

* Erdoğan'ın "ustalık" dediği döneme dair artan endişeler var. Ustalık sürecinde siyasetçi, seçilmiş belediye bakanı, iş adamı, hukukçu, gazeteci, aydın, öğrenci, memur vs. toplumun her kesiminden insanlar KCK adı altında tutuklandı. “Ovada” siyaset zor olmaya başladı.

* Kürt taleplerinin demokratik süreçte temsil edilmesi, şiddetin siyasetten dışlanması, yeni anayasanın yapımında söz sahibi olması açısından BDP'nin Meclis'te bu defa daha güçlü bir grup kurması önem taşıyor.

* Cumhuriyet tarihinde ilk defa bu süreçte Kürt Muhalefet hareketi 36 vekille temsil ediliyor. BDP’nin muhalefet konusunda yetersiz kaldığı, siyasetçilerinden her kafadan bir ses çıktığı görülmektedir.

* Seçimde parti liderlerinin giderek hırçınlaşan ve çirkinleşen söylemlerinin Türkiye halkının ulaştığı olgunluk düzeyinin çok altında kaldığını düşünüyor ve üzülüyorum.

* Uludere katliamının ne hesabı verildi ne özrü dilendi.

* Kan, göz yaşı, tutuklanmalar son süreçte artmaya başladı.

* Bir yandan açılım demokratikleşme sinyalleri verilirken diğer yandan büyük bir tasfiye var.

Bu gergin süreç hepimize zarar verir…

İnsanlarımızın barışa susamışlığı her halinden belli. İnsanlarda umutlu bekleyiş devam etmektedir. Bölge halkı ve Türkiye’nin demokrat çevresi Arınç'ın açıklamasına büyük değer veriyor. Yapılması gereken; hükümetin bu söylemin arkasında durup, bunu hayata geçirmenin yollarını aramasıdır. Hükümetin şimdiye kadar; sözden öte somut adımlar atmaması, halkın çözüme yönelik umutlarını zayıflattı. Hükümet üyelerinin ağzından çıkan barışa yönelik her sözden sonra insanlar heyecanlandı. Bu heyecanın arkasında başka hesaplar aramak doğru değil.

Sonuçta yakalanan, dövülen, öldürülen, cezaevine atılan insanlar bizim insanlarımız, bombalanan topraklarımız, bombalarla yitip giden tüm varlıklar bizim, bombalar da bizim.

Çözüm yeri olan TBMM’de tüm partilerin çözüm üzerinde yoğunlaşmasını isteyip bu konuda sesimizi çıkaralım. Özellikle AKP ve BDP bu konu üzerinde yoğunlaşmalıdır.

Gelin bu savaşa ve gerginliğe dur diyelim.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
13 Yorum
Necip Çapraz Arşivi