İbrahim Genç

İbrahim Genç

Kürt ‘göçmen’ / Kürtçe ‘yaban’

Kürt ‘göçmen’ / Kürtçe ‘yaban’

Ana dilinde eğitim meselesi, Kürt sorununa kaynaklık etmesinden dolayı üzerinde durulmayı zorunlu kılmaktadır. Çünkü dili sorun olarak görüp Türkçe dışındaki dillere yönelik inkar-asimilasyon politikalarının hâlâ sıkıntılarını çekiyoruz. İşin ilginç tarafı geçmişte yapılan her türlü yanlış politikayı bildiğimiz halde bu konuda kesin bir çözüm bulamayışımızdır. Çözüm diye ortaya atılan demokratikleşme paketleri de sorunu sadece ertelemeye yaradı. Bu sebepledir ki Kürtçe kursların açılmasına izin verilmesi, TRT 6’nın açılması ve Kürtçenin konuşulmasının serbest olması hem Kürtleri ikna etmedi hem de evrensel insan haklarından doğan yükümlülükleri karşılamadı. Bu durum karşısında Türkiye halkı –özellikle Kürtler- şimdi umutla yeniden bir şeyleri beklerken ana dilinde eğitimle ilgili son zamanlarda yapılan açıklamaların mahiyeti henüz anlaşılamadı.

Öncelikle Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer 4+4+4 eğitim sistemiyle ilgili görüşmelerde ortaokulda Kürtçenin seçmeli dil olabileceğini söyledi. Bu söylem gündemden düşerken 11 Haziran itibariyle basına yansıyan bir haberde Kürtçenin haftada 3-4 saat olacak şekilde ortaokulda (5. sınıfta) İngilizce, Almanca ve Fransızcayla birlikte seçmeli ders olarak verileceği dile getirildi. Bu haberden daha birkaç saat sonra Bakan Dinçer, Kürtçenin seçmeli ders olmasına dair bir çalışmalarının olmadığını söyledi. Basına yansıyan bu gelişme üzerine ana dilinde eğitim tartışmaları başlarken 12 Haziran’da Başbakan Erdoğan haftalık grup toplantısında öğrencilerin yerel dil ve lehçelerde öğrenme imkanına kavuştuğunu söyleyip yeterli sayıda öğrenci olması durumunda Kürtçenin seçmeli ders olarak alınabileceğini belirtti. Sonuç olarak ortaokuldan itibaren Kürtçenin seçmeli ders olarak verileceği kararlaştırılmış gözüküyor.

ÖNCE ANA DİLİ

Son açıklamaların eğitim bilimsel ve dil bilimsel açıdan sorunlu olduğunu söylemek zorundayız. Çünkü genel eğilim, nerede olursa olsun çocukların öncelikle ana dillerini öğrenmeleri gerektiği yönündedir. Zaten bunun bilincinde olan Başbakan Erdoğan geçen yıllarda Almanya gezisinde asimilasyonun insanlık suçu olduğunu dile getirmiş ve oradaki Türk çocukların önce ana dillerini öğrenmelerini, Almancayı daha sonra öğrenmelerini tavsiye etmişti. Bu söylem, her millete eşit uygulanabilecekse eğer gayet doğru bir söylemdir. Çünkü çocuklarının ilk önce ana dillerini tam konuşup yazabilmeleri, başka dilleri öğrenmede hem kolaylık sağlar hem de benliğin yok olmasını önler. Bu sebepledir ki Avrupa’da yaşayan Türk çocukların ana dilinde eğitim meselesi üzerinde önemle durulmaktadır. Oradaki Türk çocuklarına ana dillerinde eğitimin kaliteli ve yeterli bir şekilde verilmesi için çalışmalar yürütülmektedir.

Tabi bugün birçok ülke her ne kadar ana dilinde eğitime yasal statü tanıyıp eğitim olanakları verse de ana dilinde eğitim ilgi görmeyebiliyor. Bunda ülkelerin dile olumsuz bakışları, teknik imkanlar ve dilin önemsenmemesi gibi nedenler yanında artan milliyetçiliğin de etkisi var. Ki bazı ülkeler, ana dilinde eğitimin göçmenlerin uyumunu zorlaştırdığı yönünde kaygılarla ana dilinde eğitimi kaldırma yoluna gidebilmekteler. Avrupa’daki dil politikalarının Hollanda özelinde incelendiği bir çalışmada dile getirilen “Eğitim bakanlığı Türkçenin orta dereceli okullarda “yabancı dil” olarak öğretimini sağlamakta ancak ilkokullarda verilen Türkçe derslerine karşı çıkmaktadır. Aslında bu durumun açıklaması oldukça basittir: ilkokulda anadili eğitimi almayan çocuklar Türkçe okuma-yazma becerisine sahip olmayacak ve dil öğreniminde kritik bir yaş olan 12’den sonra da orta dereceli okullardaki Türkçe öğretimine ilgi tamamen azalacaktır. Türkçe okuma-yazma becerileri olmayan çocukların anadilindeki becerileri zamanla körelecek ve uzun vadede de anadili evde konuşulmaz hale gelecektir.”  şeklindeki sözler durumu açıklamaktadır.

Bugünlerde yapılan açıklamalara da bakacak olursak Kürtlerin göçmen statüsüne konulduğunu görüyoruz. Bunun yanında Kürtçe de kendi vatanında “yaban”laştırılıyor. Çünkü Kürtçe için düşünülen çalışmalar, AB ülkelerinin göçmen politikalarıyla özdeşleşiyor. Nasıl ki AB ülkelerinde Türkçe “yabancı dil” olarak, kimi yerde ilkokulda kimi yerde ortaokulda seçmeli ders veriliyorsa bugün Kürtçe için de bu Türkiye’de dile getiriliyor. Nasıl ki AB ülkelerinde Türkçe dersler haftada birkaç saat veriliyorsa Kürtçe için de aynısı isteniyor. Nasıl ki AB ülkelerine Türkçenin seçmeli yabancı dil olarak verilmesi için bazı yerlerde en az 5, bazı yerlerde en az 15 kişinin tercih etmesi gerekiyorsa Türkiye’de de aynı sistem dile getiriliyor. Oysa Avrupa’daki Türklerin geçmişi ancak 50 yıl geçmişe gidiyor, peki Kürtlerin bu topraklardaki geçmişi? Burada Kürtleri kendi toprağında yabancılaştırıp göçmen statüsüne koymanın herhangi bir hukuki dayanağı olabilir mi?

ANA DİLİNDE EĞİTİM ŞART

Ana dilin bir halk için önemini anlatan en ilginç makalelerde biri C. Ouchinski’nin “Ana Dilinde Düşünmek” adlı makalesidir. Bu makale, 1850’li yıllarda Rus okullarda yabancı dilde ders saatlerinin arttırılması üzerine yazılmıştır. Ouchinski, Rusça karşısında yabancı dillerde eğitimin önemsenmesinin Rus çocuklarının üzerindeki etkisini etkili bir şekilde dile getirir. Dilin bir halkın kimliği olduğunu, dilin kaybolmasıyla halkın da kaybolacağını söyleyen Ouchinski “Bir tek kişinin katli karşısında ürperen insan ruhu, acaba Tanrı'nın yarattıklarının yeryüzündeki en büyüğü olan bir halkın, yüzyılların eseri olan tarihsel kişiliğine yapılan saldırıya tanık olunca ne hissedecektir?” diye sorar.

Makalede bir çocuğun üzerinde ana dilinin göstereceği etkiyi diğer dillerin gösteremeyeceği uzun uzun anlatılırken eğitimde çocukların önemsenmesi gerektiği dile getirilir. Başka bir dilde eğitim verilmeden önce çocuğun ana dilinin ruhunda kök salmasına olanak tanınmasının önemi vurgulanır. Yine şu tespit pek önemlidir: “Eğer, bir çocuğu çevreleyen tabiat ve insanların ve hatta odasının duvarında asılı bir tablonun, oynadığı oyuncakların, çocuğun ruhu ve gelişmesinin yönlendirilmesi üzerinde bir etki yaptığını kabul ediyorsak, her halkın dilinin kendine özgü bir karakteri olduğunu; doğanın, yaşamın, insanlar arasındaki ilişkilerin bu ilk yorumcusunu, bunun sayesinde ruhun her şeyi gördüğü, anladığı ve hissettiği ve ruhu saran bu ince ve nazik atmosferi, özgün bir karakterle dolu bu fenomeninin etkisini nasıl inkâr edebiliriz?”

Maalesef ki ülkemizde çocukları önemsemiyoruz. Çünkü ilkokul öğretmenlerinin her yıl yaptığı çevre incelemelerinden hiçbirinde gerçekler yazılmıyor. Çocuğun eğitimi üzerinde ulaşımın, ailenin, maddiyatın etkisi ele alınırken; her öğretmenin ana dili Türkçe olmayan çocuklarla yaşadığı zorluklar çevre incelemelerinde dile getirilmiyor. Oysa Kürtçe ya da başka bir dilin içinde doğup büyüyen çocukların birden hiç bilmedikleri bir dilin içine atılmaları eğitim sistemimizin başlıca sorunudur. Burada eşitlikten de bahsedemeyiz, vicdandan da! Çünkü kendini ifade edemeyen çocuklar, tüm neşelerini kaybediyor ve kenarda kalıyor. Bu sebeple de eğitim sürecinde verimli olamıyor, kimi de okuldan uzaklaşabiliyor. Ancak ana dillerinde bildikleri incelikler, başka bir dilin tahakkümü altında kayboluyor. Öyle ki en temel kelimeleri bile bilemeyebiliyorlar.

Bu sebepledir ki ana dilinde eğitimin üzerinde daha ciddi durulmalı. Burada siyasi hesaplar geride bırakılarak konuyla ilgili eğitim bilimci ve dil bilimcilerin görüşleri alınmalı. Böylece dilin sadece kendi doğasından kaynaklanan özelliklerine göre yaklaşımlar benimsenmeli. Bunun için siyasilerin yapacakları en önemli şey; dilin yasal güvenceye alınması ve dile bir statünün tanınmasıdır. Çünkü başta Kürtler olmak üzere, diğer halklara anayasal bir statü tanınmadıkça ana dilinde eğitim de mümkün olmayacaktır. Bunun yerine, açıklamalarda da gördüğümüz gibi “seçmeli ana dili dersi” gibi trajik-komik durumlar ortaya çıkacaktır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
2 Yorum
İbrahim Genç Arşivi