Özgür Amed

Özgür Amed

Kürdistan'da 'gözetim-gözetleme' politikaları

Kürdistan'da 'gözetim-gözetleme' politikaları

Başta Amed olmak üzere tüm Kürt şehirleri mobese manyağı olmuş durumda. Tuvaletlerimize kadar gözetleme araçları yerleştiriliyor.

Demirden yapılmış koca bir direk.

Betonlarla sağlam bir şekilde yere çakılmış. Kökünden iki metre yukarıda bir dikenli taç etrafına sarılmış. Oradan ucuna kadar olan kısım ise dikenli teller ile desteklenmiş. En uçta da mobese kamera… Etrafı dikizliyor! 

Direğin etrafına gençler toplanmış. Yeri kazmışlar. Betonu yerinden sökmüşler. Demiri delip dibindeki çukura ateşi yakarak ortamı ısıtmışlar. Direğin o deliğinden yükselen ve yol alan ateş, duman en üstte belirmeye başlıyor.

Mobese çok geçmeden pert! O da yanmaya başlıyor… Mobese yandıkça gençler halaya tutularak kutlamayı gürleştiriyor.

Videodan yansıyanlar bunlar…

Ve yanılmıyorsam bu eylem Cizre’de yapılmıştı.

Komşu ilçe Gever’de ise geçtiğimiz günlerde  -10 derecede bir başka eylem vardı. Bir araya gelen gençler, Oslo Oteli önünde bulunan mobese direğini yerinden sökmeye çalıştı.

Sokağa “mobeseler” için çıkmışlardı. Bunları istemiyoruz dediler. Ve çok geçmeden de polisin saldırısı ile çatışma çıkmıştı. 

Bundan sadece 2-3 ay önce Van Xaçort’ta mahallenin çocukları bir mobese direğini yere indirip çığlıklarla başına toplandı.

Küçücük çocuklar direk üzerinde tepinip slogan atarak kutlama yaptı.

Yine Adana’da Kürt yurttaşların yoğunlukta yaşadığı mahallelerde emniyet, mobese direklerinin kesilmemesi için direkleri büyük fıçı bidonların içine koyarak, beton ile yere monte etmişti.

En başında belirtmek gerekir ki bu eylemler bir başka “politik akıl” içeriyor. Bu tespiti yaparsak yanlış olmaz.

Mobese manyağı oldular

Gençlerin o direk ile olan dertleri aynı zamanda Kurdistan’da özel savaş konsepti kapsamında, teknoloji ayağı kullanılarak yapılan bir tahakküme karşı da cevap-reddiye niteliği de taşıyor.  Bu “Gözetim-Gözetleme” projesinin reddidir.

Başta Amed olmak üzere tüm Kürt şehirleri mobese manyağı olmuş durumda. Tuvaletlerimize kadar gözetleme araçları yerleştiriliyor.

Bu işlem gayet normalleştirilerek yapılıyor. Örneğin geçtiğimiz aylarda Diyarbakır Emniyet Müdürlüğü, kente yeni kurulacak MOBESE kameralarının nerelere konulması konusunda esnaf ve vatandaşları ziyaret ederek, fikirlerini aldı.

Bu fikirleri alırken üzerinde en çok durdukları ve vurguladıkları nokta “güvenlik”.

Oysa Ofis’in göbeğine yapılması planlanan o mobeselerin esnafları koruma veya onların iyiliği için değildi. Yapılan eylemler için denetimi sıklaştırma idi. Artık neremizi görüntüleyeceksiniz?

Tam bu sırada gel gör ki İsveç Kraliyet Mühendislik Bilimleri Akademisi Bilim ve Teknoloji Müzesi'ni ziyaret eden Abdullah Gül, insan vücudunu görüntüleyen alete hayran kalarak, Türkiye'de de olası gerektiğini belirtiyordu. Kimse de demedi artık neremizi görüntüleyeceksiniz!

Neresi kaldı diye…

İktidar ve gözetleme

İktidarların toplumları kontrol altında tutmak için en özen gösterdikleri şeyin başında gelen “gözetleme” işi, 20 ve 21.yy boyunca yoğun olarak işlendi. Meseleye en kapsamlı eleştiriyi “Hapishanenin Doğuşu” eserinde dile getiren Michel Foucault, iktidarın bir özne olarak her yere sızdığını söyledi.

Fabrikalar, hastaneler, okullar, kışlalar… Hepsi birer gözetimi normalleştirme aracıdır.

Çünkü iktidarın görünür olmayı tercih etmediğini ve görünürlüğün bir tuzak olduğunu özellikle belirtir. 

Bundan ötürü J. Bantham’ın “Panoptikon” (Yunanca, Pan+optikon: Her şeyi gören) hapishane metaforunu kullanır Foucault.

Bu mimari yapı “bilinmeme” üzerine kuruludur. Hapishanenin ortasına yerleştirilen binadan tüm mahkûmlar görülebilir ama mahkûmlar bu panoptikon kuleden onların görülüp görülmediğini bilmez ve bundan ötürü sürekli izlendiğini sanarak yaşamaya başlayıp disipline olur. [Z.Bauman bu noktada tartışmayı başka bir yere çekerek Foucault’u karşı çıkar.

Bauman’a göre artık panoptik-sonrası evredeyiz. Çünkü o dayatılan katı sabitlik çözülerek yerini akışkan bir hale bıraktı diyor].

Bu, iktidarın kendini her yerde var etme çabasının tezahürüdür ama bu ontolojiye girerken de bunu yapmamış gibi davranması gerekir. Eğilimi budur. 

Neden dikenli tel?

Günlük hayatı kontrol etmek için toplumu hepten gözetmenin gereğine inanan egemenlerin bunu nasıl yaptıklarına dair çalışmalar yürüten akademisyen David Lyon bu noktada başka bir şeyin altını çiziyor.

Ona göre “Gözetleme her zaman çoğunluğumuzun itaatten rahatsızlık duymayacağı akla uygun bir gerekçe sunularak” yapılır.

Bundan ötürü Amed Emniyeti vatandaşı ziyaret ederek “iyilikleri için” imajı çizerken, direğin etrafını neden tellerle çevrelediğini söylemez.

Türk devletinin Kurdistan’daki “gözetim” fenomenini yaratma çabası epeydir var.

Somut bir örnek olarak 4 Ekim 2010 tarihinde VAN İl Özel İdaresi Meclis Salonu’nda yaşanan bir vakaya değinebiliriz.

 İl Özel İdaresi Meclis Salonu'na yerleştirilen beş güvenlik kamerası, Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) encümenlerinin tepkisine neden oldu.

Toplantıya kar maskesi takarak katılan encümenler kameraları protesto etti. Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) Grup Sözcüsü Faruk Gören, “Korkumuz kameralar değil. Tepkimiz, birilerinin bizi kontrol altında tutmak istemesinedir” dedi.

Kar maskeleri takarak meclise gelip oturan encümenler az görülür bir sivil itaatsizlik eylemine imza attılar. Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) Van İl Başkanı ise bu protestoya karşı gelerek “Bu uygulamanın zararı yok faydası var” diyerek aracı “doğallaştırma” fonksiyonu üstlendi.

Flaş Bellek davası

2009’dan beri sürdürülen KCK davası bir flaş bellek davası olmanın yanı sıra tamamen bir “gözetim-gözetleme” politikasıdır.

Halka verilen “siyaset yapamazsınız” mesajının yanında asıl verilen mesaj “sizi izliyoruz”dur.

Gösterilen gereksiz fotolar, en alakasız ses kayıtları, mesajlar ve daha bir sürü materyalin ana teması günlük hayat pratikleri üzerinden, özellikle enformasyon yolu ile “kontrol etme” üzerine vurgudur. Çünkü hepsi birer delil olarak kullanılıyor. 

Bilişim üzerinden KCK operasyonları okuması yapan, varılmak istenen politikalar üzerine değerli çalışmalar/makaleler üreten ve bu “teknolojik gözetim” biçimini Kürtler şahsında yeni bir şiddet türü olarak tanımlayan Doç. Dr. Burçe Çelik [Bahçeşehir Üniversitesi], önemli hatırlatmalarda bulunuyor.

“Türk devletinin 90'ların ortalarından bu yana büyük yatırımlar yaptığı dijital gözetim teknolojileri, bu kontrol mekanizmasına yeni bir akıl üretiyor. Nüfusu risk senaryolarına göre kategorilere böl, her bir kategoriye ilişkin alt kategoriler aç, bu kategorilere giren tüm nüfusu her an her yerde, çevrim içi- çevrim dışı her sözünde, iminde, hareketinde, davranışında izle, bilgiyi depola, elde ettiğin datayı, ister günlük ve absürt olsun, ister sadece pekmezi, sütü, iç çamaşırını anlatan mesaj olsun fark etmez, isnat edeceğin suça delil, itibarsızlaştırma politikana katık et. (…)

"Teknolojik gözetimin malzemesini oluşturduğu KCK operasyonları, sadece Kürtlere ve onlara destek verenleri bir kaç örnek üzerinden korkutmak, köşeye çekilmelerini sağlamak amaçlanmıyor. Kürtlerin ve destekçilerinin her türlü konuşması, kamusal ya da özel alanda da ses, söz, ilişki üretmesi engellenmeye çalışılıyor. Başka deyişle, artık sadece söz üretenlerin ve onların dillerinin kolonizasyonu değil, söz üretebilmenin tüm imkânları kolonize edilmeye çalışılıyor” diyor…

Teknolojik sızma

Sömürgeleştirilmiş Kurdistan’da kapitalist modernitenin bu tekniklerle delmeye çalıştığı bir başka önemli sacayakta “mahremiyet”.

Çünkü bu hassas mevzu üzerinden Kürtlere iki kez gol atılmak isteniyor… Badioucu felsefenin ifade ettiği “sadece bedenler ve diller vardır” önermesi bir çıkış noktası olabilir burada.

 “Özel yaşamın sınırları, özgürlüğün sınırlarıdır” mottosunun geçerli olduğu ve dillendirildiği günümüzde, dilsizleştirmenin, anti-özgürlüğün ayyuka çıkmış hallerini yaşıyoruz. 

Teknolojik olarak sızılan beden, kendisine yabancılaşır-yabancılaştırılır. Teknolojik olarak sızılan mekân, özneye yabancılaştırılır. Ket vurulur. Zaman ve mekân üzerinden geliştirilen bu gözetim konsepti, tamamen bedensizleştirme üzerinden gider.

"Göz"ünü yerleştirerek…

Şırnak, Colemêrg, Amed’te mikro çalışmaların yanında makro bir davranış olarak varılmak istenen bir amaçta eylemsellik alanlarını “bedensiz” kılma çabasıdır.

Kendisini ve kolluk gücünü o alandan çekip, kamerayı yani “göz’’ünü oraya yerleştirerek “her an onun ensesinde olduğu” algısı ile kişiyi mekândan kopartır.

Dilsiz ve bedensizleştirilmiş alan-mekân, egemen güçler için de uygun bir üreme alanıdır. Çünkü burada ifşa ettiği dataları medya aracılığı ile beslediği ve sürekli canlı kılmaya çalıştığı kitlesine dağıtır.

Bu kitlenin faşist arzuları sıcak tutulur. Hatırlarsanız iki yıl önce üniversitede insan hakları dersi veren Prof. Anıl Çeçen, Meclis Komisyonu’na bilgi verirken insan haklarıyla hiç alakası olmadığını ele vermişti.

Güneydoğu’da İnsan Hakları Sözleşmesi hükmünü yitirdi, Savaş hukuku uygulansın dedikten sonra Kürtlere karşı gözetim üzerinden alternatif bir mücadele öneriyordu. 40-50 kişi bir araya geldiğinde coplu, müdahaleyi yetersiz bulan Çeçen, ‘gösteriye füze atılsın’ demişti. 

Bağlar’da

Sonuç olarak gözetleme işi Kürdistan’da kendi özgünlüğü çerçevesinde hiç olmadığı kadar hızla yayılarak genişliyor.

Hukuk normu, terör ve güvenlik üzerinden kendine esneklik kazandıran bu uygulamalar en rahat Kurdistan’da hayata geçiriliyor.

En rahat burada bir kıyım aracına dönüştürülüyor. Amed Bağlar’da bir eylem sırasında elini mobese direğine kaldırarak başparmağını sallayan ve “yeni düşman”a karşı haberdar olduğunu belirten yüzü kapalı küçük bir çocuğun sözü ile bitirelim yazıyı.

“Ben de senî göriyem! Sen dur…”

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum
Özgür Amed Arşivi