Necip Çapraz

Necip Çapraz

Kürdistan orada kaldı (7)

Kürdistan orada kaldı (7)

KORUCU VE AJAN OLMA BASKISI

Yaşlı amca, çocuğu bir yere gönderdikten sonra Turgut’a dönüp “O geceden sonra bu çocuk bir türlü kendine gelemedi. Yarı deli gibi yaşıyor. Bir gürültü oldu mu korku içinde ağlıyor." dedi ağlamaklı bir sesle. Bunun üzerine Turgut "Hangi gece?" diye sordu. Yaşlı amca “Bu çocuğun ailesinin öldürüldüğü gece yeğenim" dedi başını sallaya sallaya. Turgut “Sanırım sizin de köyler basıldı amca” diyordu ki yaşlı amca "Hem de ne basmalar… Mahvettiler yok ettiler tüm güzelliklerimizi” diye sayıklamaya başladı. Kısa bir sessizlikten sonra yaşlı amca içindeki sıkıntıyı dertleşerek azaltmak istercesine "Yeğenim dur sana anlatayım da bize yapılan zulmü sen de gör" dedi. Kendini toplayıp bakışlarını dağ yamaçlarına dikip uzun uzun baktıktan sonra "Bizim köyün adı Hilal’di. Zengin ve büyük bir köydü. Köy diyorum ama altı bin nüfusu vardı. Aslında belde gibiydi. Dağlarıyla, bahçeleriyle ve bağlarıyla Hilal çok güzeldi. Ne olduysa bir kara kış gecesinde oldu. Zaten gece oldu mu herkes evine çekilir kapıları, pencereleri kilitlerdi. Yağmur damlalarının pencerelere vurduğu, rüzgârın uğuldadığı ve şimşek çakmalarının evleri aydınlattığı bir geceydi. Birden silah sesleri ve patlamalar duyduk. Köyün gelişigüzel tarandığını anlayabiliyorduk. Herkes yere kapanırken çocukların çığlıkları doluyordu evlere. Bizim eve de kurşunlar isabet etti. Biz nefes almadan yerde uzanmış her an evi basacaklar korkusuyla bekledik uzunca süre. Ama yakınımızda bir yerde silah sesleri ve patlamalar geliyordu. Silah sesleri kesildikten ancak yarım saat sonra evden çıkmaya başladık. Her yer karanlıktı. Taranan evin etrafında toplanmaya başladık. Ev, kardeşimin eviydi. İçeriye koştum. İçeriye girince…” derken ağlamaya başladı. Cebinden çıkardığı mendiliyle gözyaşlarını silerken hıçkırıkları belli oluyordu. Yaşlı adam beş dakika kadar dalgın dalgın yere baktı. Dikkatini, Turgut için kürek ve balta bulmak için gönderdiği çocuğun gelişi dağıttı. Yaşlı adam çocuğa sarılıp öptükten sonra çocuk uzaklaşırken “İşte o geceden, kardeşimin çocuklarından bir tek bu sağ kurtuldu. Bu da o gece bizim evde kaldığı için kurtuldu. O gece eve girince yeğenlerimin bedenlerinin şarapnel parçalarıyla parçalandıklarını, kardeşimin bedeninin delik deşik olduğunu gördüm. Sabaha kadar ağıtlar ve ağlamalar köyü inletti. Sabah gün doğarken köye onlarca asker geldi yine. Bize ya korucu olmamız gerektiğini ya da kendimizi zor günlere hazırlamamızı söylediler. Biz koruculuğu kabul etmedik ve yola çıktık. Bizim büyük ve zengin köyümüz bir anda viraneye döndü yeğenim.” diye sözlerini bitirirken Turgut, yaşlı amcayı “Amca umarım ileride her şey daha güzel olur. Bizim köy de bu acıları yaşadı.  Sadece bu köyler değil amca; Uludere, Şırnak, Şemdinli, Çukurca, Yüksekova, Hakkari bölgelerinde onlarca köy aynı akıbeti yaşadı. Duyduğum kadarıyla Uludere bölgesinde Mijin, Kalik, Delekan, Nerveh, Bileh, Şived, Aloş gibi köyler bunlardan bir kaçıdır.” diyerek teselli etmeye çalıştı. Turgut tam balta ve küreği alıp gidecekken yaşlı amca “Tabi tabi, yoksa sadece buraya on beş bin insan nasıl gelirdi?” dedi ve Turgut’la vedalaştı. Turgut yaşlı amcanın dediklerinin etkisinde kalmıştı ama yabancı olduğu bir duygu değildi. Çünkü aynı filmi kendi yaşadığı yerde de görmüş, viran olmuş onlarca köyü akrabalarıyla terk etmek zorunda kalmışlardı.

Yaşlı amca, çocuğu bir yere gönderdikten sonra Turgut’a dönüp “O geceden sonra bu çocuk bir türlü kendine gelemedi. Yarı deli gibi yaşıyor. Bir gürültü oldu mu korku içinde ağlıyor.” dedi ağlamaklı bir sesle. Bunun üzerine Turgut “Hangi gece?” diye sordu. Yaşlı amca “Bu çocuğun ailesinin öldürüldüğü gece yeğenim” dedi başını sallaya sallaya. Turgut “Sanırım sizin de köyler basıldı amca” diyordu ki yaşlı amca “Hem de ne basmalar… Mahvettiler yok ettiler tüm güzelliklerimizi” diye sayıklamaya başladı. Kısa bir sessizlikten sonra yaşlı amca içindeki sıkıntıyı dertleşerek azaltmak istercesine “Yeğenim dur sana anlatayım da bize yapılan zulmü sen de gör” dedi. Kendini toplayıp bakışlarını dağ yamaçlarına dikip uzun uzun baktıktan sonra “Bizim köyün adı Hilal’di. Zengin ve büyük bir köydü. Köy diyorum ama altı bin nüfusu vardı. Aslında belde gibiydi. Dağlarıyla, bahçeleriyle ve bağlarıyla Hilal çok güzeldi. Ne olduysa bir kara kış gecesinde oldu. Zaten gece oldu mu herkes evine çekilir kapıları, pencereleri kilitlerdi. Yağmur damlalarının pencerelere vurduğu, rüzgarın uğuldadığı ve şimşek çakmalarının evleri aydınlattığı bir geceydi. Birden silah sesleri ve patlamalar duyduk. Köyün gelişigüzel tarandığını anlayabiliyorduk. Herkes yere kapanırken çocukların çığlıkları doluyordu evlere. Bizim eve de kurşunlar isabet etti. Biz nefes almadan yerde uzanmış her an evi basacaklar korkusuyla bekledik uzunca süre. Ama yakınımızda bir yerde silah sesleri ve patlamalar geliyordu. Silah sesleri kesildikten ancak yarım saat sonra evden çıkmaya başladık. Her yer karanlıktı. Taranan evin etrafında toplanmaya başladık. Ev, kardeşimin eviydi. İçeriye koştum. İçeriye girince…” derken ağlamaya başladı. Cebinden çıkardığı mendiliyle gözyaşlarını silerken hıçkırıkları belli oluyordu. Yaşlı adam beş dakika kadar dalgın dalgın yere baktı. Dikkatini, Turgut için kürek ve balta bulmak için gönderdiği çocuğun gelişi dağıttı. Yaşlı adam çocuğa sarılıp öptükten sonra çocuk uzaklaşırken “İşte o geceden, kardeşimin çocuklarından bir tek bu sağ kurtuldu. Bu da o gece bizim evde kaldığı için kurtuldu. O gece eve girince yeğenlerimin bedenlerinin şarapnel parçalarıyla parçalandıklarını, kardeşimin bedeninin delik deşik olduğunu gördüm. Sabaha kadar ağıtlar ve ağlamalar köyü inletti. Sabah gün doğarken köye onlarca asker geldi yine. Bize ya korucu ve ajan olmamız gerektiğini ya da kendimizi zor günlere hazırlamamızı söylediler. Biz koruculuğu kabul etmedik ve yola çıktık. Bizim büyük ve zengin köyümüz bir anda viraneye döndü yeğenim.” diye sözlerini bitirirken Turgut, yaşlı amcayı “Amca umarım ileride her şey daha güzel olur. Bizim köy de bu acıları yaşadı.  Sadece bu köyler değil amca; Uludere, Şırnak, Şemdinli, Çukurca, Yüksekova, Hakkari bölgelerinde onlarca köy aynı akıbeti yaşadı. Duyduğum kadarıyla Uludere bölgesinde Mijin, Kalik, Delekan, Nerveh, Bileh, Şived, Aloş gibi köyler bunlardan bir kaçıdır.” diyerek teselli etmeye çalıştı. Turgut tam balta ve küreği alıp gidecekken yaşlı amca “Tabi tabi, yoksa sadece buraya on beş bin insan nasıl gelirdi?” dedi ve Turgut’la vedalaştı.

Turgut ormana dönerek yapacakları evin tavanına yerleştirmek için birkaç direk aramaya başladı. Kısa sürede işine yarayacağını düşündüğü ağaçları tespit edip baltayla kesmeye başladı. Daha sonra kestiği dalları yontarak pürüzsüz dört tane direk elde etti. Omzunda direklerle kampa dönen Turgut, eşinin de evin tabanını güzelce temizlediğini gördü. Turgut’un eşi kürekle topladığı toz toprak birikintisini de dışarı atmaya koyulurken Turgut direkleri tavana yerleştirmeye başlamıştı. Birer metre aralıklarla tavana yerleştirilen direklerin üzerine ellerindeki naylonu serdiler. Daha sonra naylonun üzerine gelecek şekilde evin her köşesine büyükçe taşlar koyduktan sonra naylonun üzerini topladıkları süpürge otuyla kapattılar. Son iş olarak damın üzerine toprağın dökülmesi kalmıştı. Turgut bunun için de evin tabanından çıkan toprağı kullandı. Evin üzerini toprakla iyice kapattıktan sonra damı suyla biraz nemlendirip aşağı indi. Evin tabanına da biraz su serptikten sonra süpürge otları serdiler. Böylece binlerce kişiye bağrını açmış bu kamp, Turgut’un ailesine şimdilik bir yurt olmuştu.

Kampın BM’nin denetimine girmesiyle biraz rahat nefes almışlardı. Çünkü böylece Türkiye ve İran’dan gelebilecek tehlikelerden az da olsa korunma şansı bulmuşlardı. Bunun yanında BM eliyle Irak Kürdistan’ından yardımlar da gelmeye başlamıştı. Buna rağmen kampın her gün artan nüfusu, yardımların ihtiyacı her gün biraz daha karşılamaması, belirsizlik ve çocuk ölümleri gibi sorunlar kamp sakinlerini düşündürüyordu. Binlerce Türkiyeli Kürt’ün yerleştiği Seaniş ve Behere kamplarında geceleri binlerce ateş yanıyordu. Bu ateşlerin etrafında toplananlar bütün gece tartışıyorlardı. Kimileri de yaşadıklarını uzun uzun anlatıp acıları tazeliyordu. Kimileri de burada bu şekilde uzun süre kalamayacaklarını, her an buranın da güvenli olamayacağını dile getirip Irak Kürdistan’ının içlerine gidilmesi gerektiğini dile getiriyordu. Tartışmanın bir yerinde Turgut da söz alıp “Evet, burada süre kalmamız tehlikeli olabilir. Çünkü BM denetiminde olmak, İran ve Türkiye’nin baskıları ve Irak Kürdistanı’ndaki Kürt liderlerin de buna karşı koyacak bir güçte olmamalarından dolayı çok da güvenilir bir durum değil." demiştii.

YAZININ BİRİNCİ BÖLÜMÜ
YAZININ İKİNCİ BÖLÜMÜ
YAZININ ÜÇÜNCÜ BÖLÜMÜ
YAZININ DÖRDÜNCÜ BÖLÜMÜ
YAZININ BEŞİNCİ BÖLÜMÜ
YAZININ ALTINCI BÖLÜMÜ 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
12 Yorum
Necip Çapraz Arşivi