Jitem'li sorunlarımız
Tarih, hukukun dışında örgütlenen gizli devletin hiçbir biçimde görünür devletten daha hayırhah olmadığını, aksine bu tür yapılanmanın hakim olduğu yer ve dönemlerde insanların en temel haklarından mahrum kaldıklarını kanıtlayan örneklerle doludur. Şemdinli ilçesinde meydana gelen ve beş kişinin ölümüyle sonuçlanan olaylardan sonra, gözler yeniden JİTEMe çevrildi. Bülent Arınç olaylarda Jandarma İstihbarat Teşkilatı'nın (JİT) adının geçmesini´de şöyle yorumladı: "Hükümetin bu konuda net bir açıklama yapmasına ihtiyaç vardır. JİTEM var mıdır, nasıl bir çalışma yapmaktadır, nasıl bir görev kendisine yüklenmiştir, yasadışı oluşumlarla bağlantısı tamamen kesilip atılabilmiş midir, yoksa bir bağlantı eskiden bu yana yok mudur? Bunlar açıklanmalıdır" dedi. Şemdinli olayları Avrupa Ortak Topluluguna girmek isteyen ülkemiz içinde hukuk dışı hareket eden bir grubun halen aktif olduğu kanaatini doğurmuştur. Bu vesile ilede insan Hakları Komisyonu Başkanı Mehmet Elkatmışı konuyu araştırmakla görevlendirildi.
Bülent Arınç´in da bildigi gibi, Kutlu Savaşın hazırladığı Susurluk Raporunda o dönem yetkililerin hiçbir zaman kabul etmediği JİTEMe geniş yer veriliyor ve şunlar anlatılıyor; Jandarma İstihbaratı geçmişte, çok küçük, güçsüz hatta illerdeki asayiş istihbaratı mertebesindeydi. H.S.Paşanın kurmaybaşkanlığı döneminde JİTEM geliştirilmiştir. Mahalli lisanları konuşan insanlarla takviye edilmiş ve yavaş yavaş güçlenmiştir. Ama hiçbir zaman MİT veya Askeri İstihbarat seviyesine ulaşamamıştır. Zaten buna ihtiyaç da yoktu. PKKnın 80li yıllarda yarattığı silahlı mücadele ortamı, Jandarma İstihbaratının kaynağı olmuştur. Dolayısıyla JİTEM büyük ölçüde varlık sebebi olan Güneydoğu problemine bağlı olarak bir gelişme çizgisi takip etmiştir. Ancak JİTEMe alınan itirafçılar ve mahalli unsurlar zaman içinde başıboş ve serbest kalınca, başlı başına bir büyük problemin kaynağını oluşturmuşlardır. Sadece mahalli unsurlar değil istihbaratta çalışanlar da askeri hiyerarşinin dışında kalmışlardır. Binbaşı Cem Ersever, daha yüksek rütbelilerin bulunduğu bir ortamda müstakilen hareket edebilmiştir. Mahalli unsurların ve itirafçıların teşkil ettiği gruplar ise, Jandarma tarafından her zaman kullanılmışlardır. Ateşi maşayla tutmak haklı ve yerinde bir davranış olsa da, oluşan hava içinde itirafçı grupları zaman içinde serbest ve başıboş kalmışlardır. Alaattin Kanat bu gruptan tanınmış bir itirafçıdır. En meşhuru ise zalimliği ve öldürdüğü insan sayısının fazlalığı ile tanınan Mahmut Yıldırım-Yeşildir.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan´in "Şemdinli'de de eski zihniyetin devam ettiğini görüyoruz. Bulgular elimize geldiğinde daha sağlıklı değerlendirme yapabiliriz. Devletle milleti karşı karşıya getirmek istiyorlar. Amaçları budur. Ama onlara bunun bedelini ödettireceğiz diye konusması, yargının bu konuda çok sıkı, özgür çalışmasının zemini´nin Hükümet tarafindan hazırlanmakta oldugunu göstermektedir. Olayların´in aydınlığa kavuşması için Yörede yaşayan Kürt Halkı da Yargıdan adalet beklemektedir.
Yörde Görevli Hukukçuların icra ettikleri hukukçuluk mesleğinin, diğer herhangi bir meslek gibi karın doyurma/ hayatını kazanma işinin çok ötesine geçen bir anlam ve fonksiyona sahip olduğunu en az benim kadar bildiklerine eminim. Söylemeye hacet yok ki, hukuk, medenî toplumlar için, hava ve suyun insan için elzem oluşu kadar elzemdir. Bu yüzden, bir ülkede siyasetin, idare´nin, bürokrasi´nin bozulmasından/ yozlaşmasından çok daha kötüsü hukuk sisteminin ve hukuk tatbikatının bozulması/ yozlaşmasıdır. Hukuk, insanların son sığınma melceidir. Yörede Yaşayan Kürt Halkıda bu melceden adalet beklemektedir. Eğer bir toplumda bu melce de ortadan kalkar veya fonksiyonunu icra edemeyecek kadar yıpranır/ yıpratılır ise, o toplum artık yavaş yavaş yok olmaya mahkûm hale gelecektir.
Her ne kadar bugün Kürt sorunu Türkiye AB ilişkileri bağlamında tartışılıyorsada, öncelikli olarak 03 Ekim 2005 den sonra Kürt sorunu´nun Türkiyenin bir iç meselesi olarak değil, uluslararası bir sorun olarak Türkiye AB ilişkileri bağlamında detaylı olarak ele alındıgı artık bilinen bir gerçek. Sayın Başbakan Erdoğan´ın Diyarbakır gezisi sırasında Kürt sorunundan bahsetmesi de bu sorunun uluslararası boyutunun Kıbrıs Meselesinde olduğu gibi kaçınılmaz olarak kendini Türkiye AB ilişkilerinde dayatığının tahlilinden kaynaklanmaktadır. Başbaka´nın Diyarbakırdaki bu olumlu acıklaması Avrupada´ki bazı kesimler ve Avrupa Parlementosu´nun bazı üyeleri tarafından Siyasi Takdik olarak değerlendirilirken, Şemdinandaki olaylarla´da Türkiye´nin Avrupa Birliğine girmesini istemeyen çetelerin kimlere hızmetettikleri ortaya cıkmaktadır.
Biz Türkiyeliler Avrupalı hemşerilerimizden farklı bir konum ve 'kimliğe' sahip olsak da, kendimizi onlar'dan soyutlamamız ve sorunlarımıza ilgisiz kalmamız, aydın olarak taşıdığımız ahlaki sorumlulukla uyuşmaz. O halde 82 yıldır yaptıklarımızı sorgulamamız/ gözden geçirmemiz 'yeni tavır'lar ve politikalar geliştirmemiz gerekiyor.
Türkiyede demokrasi sorunlarının en önemli nedenlerinden birisi 'halksız demokrasi' kavramlaştırmasıdır. Bunun temelinde halkın tümünün değil de, onun içinden küçük bir azınlığın sosyo-politik sistemi yönlendirme isteği vardır. Kamusal alanın sınırlarını, işleyiş mekanizma ve kurallarını halkın belirlemediği ve siyasal sürecin işleyişi üstünde halkın devamlı etki ve denetiminin olmadığı bir yerde demokrasiden söz edilemez.
Ülkemizde siyasal sorunların tartışılmasında, çözüm yollarının üretilmesinde olanla olması gerekenleri meczedebilecek bir belki birden çok demokratik modelin evrensel gereklilikleri ve yerel gerçekliği kapsayacak bir şekilde ortaya konulması ihtiyacı her zaman ama şimdilerde daha çok bulunmaktadır. Eşitlik, adalet ve özgürlük ideallerinin -birini diğerine feda etmeksizin- gerçek hayata aktarılabilmesinin usulleri, mekanizmaları bu tartışmaların kalbinde yer alacak gibi görünüyor.
Ülkemiz derin devlet hastalıgına şifa bulabilmesi icin ABD ki Başkanlık modelini örnek almalıdır. Yani yürütme yetkisi başkanda, yasama yetkisi parlamentoda, yargı yetkisi de yargı organında olan bir yeni sisteme geciş yapmalıdır. Bunun yanı sıra siyasi partiler kanununun mutlaka düzeltilmesi gerekiyor.