İbrahim Genç

İbrahim Genç

Hoşça kal ey barış!

Hoşça kal ey barış!

Karanlık fırtınalar yüzlerimize çarpıp gözlerimize efsunlu tozları doldururken kaybettik seni. Seni, uçurumlara düşen yolların felaket uğultularında… Dünya sallanıp da bilmediğimiz insanların açlığını gördüğümüzde kendimizi unutarak kaybettik seni. Seni, silahlarımızın göklere yıldırım düşüren sesinde… Saraylarına yerleşip de fakirin bir lokmacık emeğine göz koyanların hırsında kaybettik seni. Seni, devletlerine sadakat (!) adına yıllarca insanları katledenlerin soğuk yüreklerinde…Köşelerine çekilip de kalemlerini iktidarın hizmetine sunanların satılmışlığında kaybettik seni. Seni, gencecik insanları bile bile ölüme gönderenlerin acımasızlığında…

Oysa bu ülkeye ne çok yakışırsın sen ey Barış!

Kuzey’de başlarını bulutların arasına uzatan yemyeşil dağlarımızla… Doğu’da dağların doruklarında gökyüzüne kurulmuş saklı cennetlerle… Çukurova’nın bereketli topraklarıyla… Ege’nin bağrında filozofları uyutan tarihiyle… Sen ey Barış; ülkemin her kilometre taşına yakışırdın, her rüzgarına türkü olurdun, her bahçesine bir gül…

Şimdi sen böyle çekip gidiyorsun ey Barış!

Bütün gölgelerimize bu denli karanlıkların saplanması bu yüzdendir. Bu yüzdendir ki sokaklarımıza çocuk neşesi dolmuyor; çünkü her an bir ölümü bekliyoruz ya da bir ölüm haberinin çığlıklara karışmasını… Yıllardır sensizliğimizdi bizi acıdan bir kale yapan. Artık o kadar çok alıştık ki sevdiklerimizi yitirmeye… Ah, timsah göz yaşları ve de biraz hamaset… Sevdiklerimizi onurlandırmak ve de ardından başka bir nesli ölüme sürmek için “ya şehit ya gazi”…  Yıllarca bunu dedik ey Barış! Ve “savaş”lar yarattık, sonu gelmeyecek savaşlar. Hatta içinde düşmanın bile olmadığı savaşlar…

Seni bu topraklardan sürdüler ey Barış!

“Savaş” ve Barış”… Sizler bu ülkeyi yönetenlerin iki dudağı arasına hapsoldunuz. Kocaman halklar iki kötü dudaktan dökülecek sözcüklerle ya barışı yaratacaktı ya da savaşı… Ama ne acıdır ki o iki dudak, savaştan yana çizdi iki halkın kaderini. Şimdi savaşın dili hükmediyor kafatasımızda düşüncelerimize. Duygularımızı sandıklara kaldırdık kefen niyetine. Ölülerimizi gömmeye bekliyoruz şimdi mavi mehtap gecelerde. Kötülüğün yağmuruna savuruyoruz saçlarımızı. Sen ey Barış, iyiliği de aldın giderken. Bizi savaş ve kötülük sularında can yeleksiz bıraktın. Oysa çocuklar aşkına haykırmalıydık “Babalar çıkarmayın onları akıldan / Analar koruyun bebeklerinizi / Susturun susturun söyletmeyin / Savaştan yıkımdan söz ederse biri/…

Bize anlat tekrar o simgesel öyküyü ey Barış!

Ateşler yakalım geniş göğümüzün altında. Yıldızlar gökte kırparken gözlerini bize, biz sana kulak kesilelim ey Barış. Burada Türklüğümüz de sensin, Kürtlüğümüz de… Anlat hadi! Yaşlı Bilge’nin neden birbiriyle sürekli boğuşan siyah ve beyaz iki köpeği beslediğini torununun ona sorduğunu ve yaşlı Bilge’nin “Bu iki köpekten beyaz olanı iyiliği, siyah olanı kötülüğü simgeliyor” deyişini. “Peki hangisi kazanacak? diye sorulduğunda Yaşlı Bilge’nin “Ben hangisini daha iyi beslersem” cevabındaki hikmeti… Anlat bize ey Barış! Biliyoruz, biz bu topraklarda iyiliği iyi besleyemedik ve seni yitirdik sonuçta. Ülkemi yönetenler “Bedel ödetirken, misliyle cevap verecekken…” sen nasıl bu topraklarda barınabilirdin ki zaten?

Giderken bize bir avuç “umut” bırak ey Barış!

Taraflar silahlarını çekip gençler bir bir toprağa düşerken… Dağlar, bombalar altında alev alev yanarken… Başkanlar, liderler, reisler daha fazla kan dökeceklerini ilan ederken… Biz Türkler ve Kürtler… Seni bekleyeceğiz “umut”la…

Şimdi sen ey Barış!

Böyle çekip giderken Enigma’nın haykırışları kulağımda çınlıyor:

“I’m asking why / Nobody gives an answer / I’m just asking why / Why it has to be like this… / l’m asking you why…”

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
24 Yorum
İbrahim Genç Arşivi