İbrahim Genç

İbrahim Genç

Fatê Ana: Bir Oy Masalı

Fatê Ana: Bir Oy Masalı

Rüzgarların suratlardan anlamları çaldığı zamanlar vardır. Zaman aralıklarında bir maktulün robot resmi gibi duran suratlar da… Onurlu bir yüreği göğsünün sol köşesinde madalya gibi taşıyanlar vardır. Yüreği ve ruhu mezatta satılığa çıkanlar da… Çocuklarına dok seslerinden çaldıkları emek yüklü bir bilek bırakan babalar vardır. Çocuklarını kendi satılık dünyalarında utandıranlar da… Anneler vardır, suskun bir volkan gibi tehdit salar ölümlere. Anneler vardır, çocukları ölümlere satılmıştır. Hayatın türlü renkleri vardır: Savaş ve barış, zafer ve yenilgi, siyah ve beyaz, onur ve onursuzluk, yarın ve yarınsızlık, namus ve namussuzluk, varlık ve yokluk…

Tüm mesele, bu zıtlar dünyasında bir “vicdan” yaratabilmektir. Vicdan; beyazdır, barıştır, zaferdir, onurdur, yarındır, namustur… Vicdan ise anne yüreğinde yaşar. Annelerin sıcaklığında, gözyaşlarının ılıklığında bir ılıman iklim yaşantısıdır vicdan. Ve vicdanın kendisi anneler, insani olanın rengidir anneler… Anadır onlar, Maksim Gorki’nin resmettiği Pavel’in “Ana”sı. Oğlunun yarınlarına sahip çıkmak için kavgaya tutuşurlar. Onlar ki onlarca yıllık hınçla çocuklarını ararlar meydanlarda. Cumartesi Anneleri’dir onlar… Berfo Ana’dır onlar Berfo Ana, yüzlerinde berrak bir su gibi akar cesaretleri…

Bu annelerden biri de Mezopotamya’nın derinliklerinde yaşayan Fatê Ana’dır. Doğanın her türlü renginden, insanın her türlü duygusundan yüreğine bir merhamet nakşetmiştir Fatê Ana. Fedakardır; bir kuş kadar bedeniyle çırpınır. Çocuklarının yarınları için… Çocuklarını her şeyden çok sevmiştir, kendisinden bile. Lakin biri vatan adına askerdedir, sınır boylarında… Biri dağlardadır, nice analar gibi parçalanmıştır yüreği. Bir parçası dağ rüzgarlarında, bir diğer parçası deniz melteminde… Bir parçası yüreğini deler, bir parçası ruhunu eritir…

Fatê Ana barış ister. İster ki dönsün çocukları bir akşam sofrasına… Yemekler yapa, masallar anlata uzun gecelerin derin sükutunda. Barış ister Fatê Ana, ölüme bırakılmadan meydanlar, çocuklar analarının dizinde uyusunlar diye. Ama nasıl bir  barış? Değerlerini inkar edip de onursuz bir yarına talim etmek mi? Hayır diyor Fatê Ana, “özgürlüğümüzü verecekler” diyor. Fatê Ana da bilir ki demokrasiyle olur bunlar. Seçimle olur… Barışın elinin güçlenmesiyle… Böylece belki dönebilirdi dağlardan gençler, sınır boylarından askerler… Belki de el ele…

Ve her akşam yemeğinde Fatê Ana, yüreği dumanlı ve ruhu bulanık bir dehlizde… Oğullarının ayak sesine genişleyen gözleri… Oğullarını köşe bucak arayan minik gözleri… Bir umut hülyasında Fatê Ana, bir vuslat avuntusunda. Ama neden olmasındı? Yaklaşan seçimlerde bir şeyler yapmak gerekti. Barışın elini güçlendirmek…

Fatê Ana bunu düşünürken seçim günü yaklaşıyordu elbet. Her tarafı rant kokan eller kirletiyordu. Yarınları, birkaç menfaate satanlar… Entrika çevirenler kapı arkalarında… Ruhlarını paraya teslim edenler… Barışın arzulayıcıları bu puslu havayı nasıl dağıtsındı? Fatê Ana hiç zorlanmadan çözümü bulmuştu. Mücadeleyi kendinde başlatıyordu. Lakin güçlü değildi hayat arkadaşı… Bu sebepledir ki oylarını satın almak için geldiklerinde ipler kopacaktı. Öyle ki eşini bile terk etmeyi göze alabilecekti.

Çünkü onların yanına gelenler, para teklif etmekteydiler. Diyorlardı ki “Bize oy verin. Size şu kadar para vereceğiz”. Hesap çok netti, bir süreliğine kendini satacaktın. Özgür iraden, düşüncen ve duyguların iptal olacaktı. Paraya teslim olacaktın. “Oy namustur, namus satılmaz” haykırışlarına rağmen… Fatê Ana’nın gözlerine dağlar devriliyordu adeta. Dağ başlarında üşümeye tutulu bir serçe gibi titriyordu. Bir an dağları gördü pencereden, bir an beyaz barış bayraklarını. Dalgın gözlerinde patikalardan ovalara yürüyen mekap seslerini dinledi…

Fatê Ana ağlarken, satılmıştı onurları ve namusları birkaç kuruşa, diğer odada. Gelenler gitmek için kapıya yöneldiklerinde, Fatê Ana da peşlerinden gitti. Ayakkabılarını giydi ve eşiyle vedalaştı. Gelenlerle birlikte gidecekti. Fatê Ana’nın eşi bir şoku yaşıyordu. Bağırıyordu “Fatêma sen qafayı mı yedin? Nereye gidisin?” O anda Fatê Ana’nın içini dökme zamanı gelmişti. Bakışlarının asaletini tamamlayan tok bir sesle “Sen bugün bizleri bu para karşılığında bu adamlara sattın. Oysa oy namustu. Bu yüzden aramızda bir bağ kalmadı. Artık bu adamlara aitim. Ben de bu adamlarla gidiyorum.”

Fatê Ana’nın eşi şok olmuştu. Ne ettiyse Fatê Ana ikna olmadı. Çocuklarının eve dönmesi demekti barış. Bu yüzden bir adım bile geri atmadı. Ta ki eşi oyunu satmaktan vazgeçene kadar…  Fatê Ana çok etkili bir ders vermişti. Örnek bir davranıştı onunkisi…

Seçimlere az bir süre kala, Fatê Ana’nın askerdeki oğlu da gelmişti. Aile hâlâ eksikti; ama bir oğullarının gelişi onların yüzünü güldürmüştü. Ailenin üç oyu vardı. Bu oylar, ailenin diğer bireyinin gelmesi için kullanılacaktı. Gel zaman git zaman sonunda seçim günü gelmişti. Lakin başka bir köye bağlı olan bir mezrada kalıyordu Fatê Ana. Oy kullanmak için gidecekleri yer uzaktı. Bir araç gelir diye beklediler. Ama yoktu ve zaman da geçiyordu. Eşi seçimi tamamen unutmuş, oğlu da bekleyiş halindeydi.

İkindi zamanı da geçti. Saat hızla mesai bitimine doğru ilerliyordu. Derin bir sessizlik çökmüştü mezraya… Bir araç bile geçmiyordu. Fatê Ana kendini bu güne saklamıştı oysa. Duramadı ve çıktı yola… Uzun süre yürüdü. Çakmak taşları, nasırlı ayağını deliyordu; ama o yürüdü. Oy kullanacakları köye giden yolların kesiştiği bir kavşakta beklemeye başladı. Elbet bir araba gelecekti ve mezraya gidip eşini de oğlunu da alacaktı. Bağdaş kurup çöktü toprağın üstüne Fatê Ana… Zaman suda sabun gibi eriyordu.

Nihayet bir ses duyuldu, toprağın sırtında. Bu bir traktör sesiydi. Üzerinde gencecik bir çocuk… Fatê Ana’nın önünde durdu ve “Ana sen burada ne arıyorsun?” dedi. Fatê Ana ağlamaklı bir sesle “Ez qurbana te kurêmin” dedi. Biraz rahatlayan Fatê Ana, derdini anlattıktan sonra traktörle mezraya doğru ilerledi. Korna sesleriyle evin önüne geldi traktör. Fatê Ana heyecanla içeri girip “Haydi, oylarımızı kullanmaya gidelim” dedi. Eşi ve oğlu şaşkındı. Biraz da mahcuptular. Hemen toparlandılar. Kimliklerini alıp hızla seçim sandığının olduğu köye gittiler. Fatê Ana ve ailesi, barış ve demokrasi adına oylarını kullandılar. Bir oyla belki çocuklarının gelişine kapı aralanacaktı. Oyuna sahip çıkmakla belki namusunu koruyacaktı. O oy belki de onurlu ve alnı açık bir hayatın nişanesi olacaktı…

Ne dersiniz? Oylarını hiç utanmadan parayla bir başkasına satanların yüzleri kızaracak mıdır?

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
İbrahim Genç Arşivi