Özgür Amed

Özgür Amed

Dinmeyen dumanlar var yükseliyorlar hala…

Dinmeyen dumanlar var yükseliyorlar hala…

Köyümüzün hemen karşısında bir yer vardı. Tepe desen az, dağ desen fazla olur! 
Öyle kendi halinde uzayıp giden ve yemyeşil bir alan…

Çok sıradan sandığımız bir günde uçak sesleri geldi. Sonra ses daha fazla gelmeye başladı… Sonra uçağı gördük, ses biraz daha arttı… Sonra aşağıya doğru hızla inen bir şey gördük!

Halen dün gibi hatırlıyorum, tüm anları gözümün önündedir. 
Uçağın bıraktığı şey dev bombalardı. Önce bıraktı, sonra yol alıp düştü ve sonra dev bir alev ve korkunç bir ses. Köyün tam karşısı o güzel ve yemyeşil alan uçaklarca bombalanıyordu… Birazdan bize de aynısını yapacaklar sandım! Daha sonraki günlerde de bombardıman devam etti. Savaş uçakları aralıksız bomba yağdırıyordu! Yarılan dev çukurları köyden görüyorduk. Kendini tutamayanlar sonraki gün uçakların açtığı yarıkların başına gidip yerinde görüyordu.
Bu durumu defalarca izledim. 
Köyde savaşa dair ilk vahşeti böyle keşfettim. O sesin, o anın bellekteki yeri taptaze…

Savaş kızışıp kara hareketi ile de devam edince çok geçmeden nihai göçertme projesi devreye sokulmuş ve köyler yakılmaya başlanmıştı. Köyümüzü tam üç kere yaktılar!
En son gelişleri kıştı. Son kalan iki aile idik! Gideceğimiz hiçbir yer olmadığı için kalmıştık.

Bu gelişleri beklediğimizden de gaddarca idi! 
Evden alel acele çıkardığımız eşyalar vardı. Bir yere gidersek yanımızda taşıyabileceğimiz bir iki şeydi. Nasılsa ev gidecekti, cayır cayır yanacaktı ve bize izlettirilecekti. Öyle de oldu…

Evimizi, her şeyimizin yok oluşunu, cayır cayır yanışını etrafımızı sarmış askerler eşliğinde iki metre öteden izledik.

Ama sürprizleri de vardı, çıkardığımız eşyayı da elimizden zorla, dayakla aldılar ve yaktılar. Artık elbisemiz dahi yok. Öyle kala kaldık…

Köyün tam başında bir naylon altında daha önce bırakılan bazı eşyalar var. O kadar gereksiz ve işimize yaramaz şeyler ki, ne olduğunu bile hatırlamıyorum. O naylonun başına beni verdiler. Hafiften kar yağıyor, çok soğuk… Ayağımda terliksi bişi var, üzerimdeki elbise kışlık değil…

Titriyorum. İliklerime kadar titriyorum! Tam karşımdaki köyü izliyorum!

Hala yanan bazı yerler var… 
Dinmeyen dumanlar var. Yükseliyorlar hala…

**

Çok değil, birkaç gün evvel Suruç merkezden sınıra gitmek için bir arabaya doluştuk. Yanımdaki kadın arkadaş adına çok heyecanlıyım. Garip belki de saçma bir heyecan.

Kobanê’de doğmuş, orada büyümüş ve yaklaşık 40 yıllık ömrünü orada geçirmiş bir kadın, savaş başlayıp oradan ayrıldıktan sonra yani 40 kadar gün geçtikten sonra ilk defa sınıra gidiyor, ilk defa Kobanê’yi bu kadar yakından izleyecek…

Evinin içindeki çatışmayı ilk defa görecek, silah seslerini, üstünde dolaşan uçak seslerini ilk defa yakından duyacak ve hayatının geçtiği damların, çocukluk koşturmacalarının, gülüşlerinin doluştuğu o ev ve sokakların yıkık haline ilk defa şahit olacak.

Ben sadece tanıklık etmek istiyorum. O an gözlerimle yüzünün fotoğrafını çekmek, çekip beynime mıhlamak istiyorum. Köye vardığımızda ilk söylediği şey “Kobanê’yi çok özledim” demek oluyor… Sınırı daha rahat görebileceğimiz, Kobanê’yi doğu cephesinden net görebildiğimiz tarlanın başına doğru ilerliyoruz. Gözü Kobanê’de önüne bakmadan ilerliyor…

Vardığımız yerde beş altı tane anne var, oturmuş izliyorlar… Aralarında bir iki tanesi Kobanêli çıktı! Birbirlerini öpmeye başlıyorlar, çünkü tanışıyorlar…

Orada oturan Kobanêli bir annenin 18 yaşlarında bir kızı da var. Sıra onunla selamlaşmaya geliyor. 
direk birbirlerine sarılıyorlar. Sarıldıktan sonra bırakmadılar birbirlerini…

Ağlamaya başladı ikisi de. Yüzleri kalkmadı birbirlerinin omzundan. İkisinin de öyle ihtiyacı varmış ki ağlamaya! Kimse sesini etmiyor, etraftakiler de gizliden ağlamaya başlıyor. Boğazım düğümleniyor! Öylece yerimde kalıyorum, hemen yanlarındayım…

Kobanê’ye o esnada havan topu atılıyor. Sesin ürpertisi ile kafasını kaldırıp yükselen dumanlara baktı. Gözlerinden akan yaşlarla nefessiz kalarak “En kötü haline, her şeyine razıyız. Suyumuz yok, ekmeğimizi zar zor çıkarıyoruz, fakiriz ama mutluyuz orada. Bizim toprağımız orası. Orası sanki dünyanın en güzel yeri. Sanki her şey orada toplanmış. Bize öyle geliyor, bana öyle geliyor” dedi.

O genç kadın ile ellerini birbirlerinin omzuna, beline atarak yüzlerini Kobanê’ye çevirip öyle dakikalarca izlediler. Ağlayarak evlerine, etrafına ve ona çok yakınken çok uzak oluşlarına baktılar. 
Bu anı belgelemek adına arkalarından onların bir fotoğrafını alıyorum sessizce.

Çok geçmeden yağmur yağmaya başladı. Soğuk bir hava bizi sardı… 
Yağmur şiddetini artırdı… 
Yanımda fazla kışlık yok. Hafif bir titreme alıyor beni. 

Tam önümdeler hala! Ve beraber Kobanê’yi izliyoruz… 
Hala yanan bazı yerler var… 
Dinmeyen dumanlar var. Yükseliyorlar hala…

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Özgür Amed Arşivi