Özgür Amed

Özgür Amed

Demokratik ve Modernist olacağız heval!

Demokratik ve Modernist olacağız heval!

Konumuza geçmeden önce ilgili içeriğin iki güncel mağdurundan bahsetmem lazım. Sn. Aysel Tuğluk ve Ahmet Türk. Kurdistan’da bazı programlar bünyesinde gidilen yerlerde insanların sıcakkanlılığı ve hoş sohbetleri elbet bazı güzel kazalara da yol açmıyor değil. Onlardan biri de “Eşiniz nerde?” sorusu ile başlayan durum. Maalesef çoğu vatandaş Aysel Tuğluk ve Ahmet Türk’ü eş sanıyor. Neden?

Nedeni basit: Eş Başkanlık sistemi…

Eş başkanlık sistemi burada kalsın, tekrar döneriz. Mikrofonlarımızı başkente uzatalım! Amed’te ayan beyan ilk demokratik özerklik Batıkent meydanında, 15 Temmuz 2011’de ilan edilmişti. Ben de tanıklık eden şanslılardan biriydim. Welhasıl ilan edildi ve evimize şarkılar, govendler, hevalno biraz geriye gidin yoksa program başlamayacak uyarıları sonrası dağılmıştık. Ertesi gün sabah kahvaltıda anne ve babam ile oturuyoruz. Hala aklımdadır. Babama biraz takılayım dedim.

-Bavo, ka ev xweserî ya demokratik çi ye?

Bana biraz baktıktan sonra “De ka here karê xwe loo” deyip sırıtmıştı. Sonra dilimin döndüğü kadar anlattım tabi. Anlatırken fark ettiğim şey şu idi: Bilmek yetmiyor, bildiğini unutup yepyeni bir tanım, uslup, dil geliştirip öyle aktaracaksın. Anlamak eylemi burada ortaya çıkıyordu. Diğer türlüsü gerçekten zor iş…

Bildiğiniz üzere Demokratik Toplum Manifestosu ve Özgür Yaşamı İnşa hamlesi şuan önümüzde büyük bir ödev, görev olarak duruyor. Rojava’da ateş topuna dönen bu mesele biz Kuzeydekiler için hala kartopu kıvamında görünüyor. Oysa kaç yıl etti?

Sn. Öcalan sayısız kere özgür yurttaş komünlerini, halk meclislerini, gençlik, kadın ve doğa komünlerini kurun dedi. Belli başlı yerlerde kuruldular ama bu kuruluşlar isim olmaktan öteye, üretimsel bir mekanizmaya pek dönüşmedi. İçleri çabuk boşaltıldı. Asıl işlevini bir türlü oynayamadı. Gezi olaylarında ortaya çıkan forum etkinlikleri çok yararlı ve öğreticiydi misal. Oysa kaynayan ve savaşın her an bin bir çeşit ad ile devam ettiği Kurdistan’da yıllardır böyle bir şey yapmak bile kimsenin aklına gelmemiş. Sokak direnişlerinden bir üst boyuta çekemediğimizi gördük! Elimizde bin bir bedelin karşılığında yerel yönetimler var. Var da genel olarak bakıldığında o “ekolojik, özgürlükçü” paradigmadan eser olmadığını görmek zor değil. Bunun samimi öz eleştirisi yapıldığında konuya kuramsal boyut eklemlenip ilk etapta ruha sinmiş ciddi bir mikro-bio iktidar ile yüzleşilmesi gerektiği ortaya çıkıyor. Yemin ederim içimize felaket bir faşizm yerleşmiş. Sonumuz xêr ola şimdilik...

Tüm bu sorunların arasında asıl değinmek istediğim mesele ise eskiden de var olan ve Newroz süreci ile de tekrar ve daha gür bir şekilde dillendirilen yeni toplum manifestomuz, yol haritamızın anlatılması konusundaki aksaklıklar. Bunun en önemli sebeplerinde biri de şüphesiz “dil”…

Bakın biz bizeyiz! Preze hayatın doğru yaşanmadığı şu günlerde bari içtiğimiz çayın bir tadı olsun. Haliyle itiraflarda bulunalım! Özellikle Kürt kurumlarında ve kadrolarda “ezber” o kadar çok ki. Hayata ve siyasete dair ezberci kalıplardan bahsetmiyorum. Sn. Öcalan’ın başta savunmaları olmak üzere diğer kitap-yazı-çözümlemelerinden alınan ezberlerden dem vurmak istiyorum. Haliyle bir konuyu tartışırken ya da birilerine anlatırken sürekli bu ezberlere sığınılıyor. Kendisinin kuramsal-güncel anlatımlarını olduğu gibi alıp, üzerine hiçbir şey koymadan ve yaşamsal çerçeveye çekmeden, yeni bir dile çevirmeden olduğu gibi aktarıyoruz. Bu çok büyük bir sıkıntı. Çünkü sokağa anlatamazsınız. Sokağın dili çok başkadır. Kendi içinde bütünlüklü bir yapıdır. Ve duvarları vardır. O duvarları aşmak için onun diline ineceksin. Ezber ile değil özümsenmiş bir eylem ile ancak anlatabilirsin. Misal savunmalar hakkı ile okunmuyor. Ve metropollerde yeterince tartışılmıyor. Yazılanlardan ne anladığımızı birbirimize söylemiyoruz! Anlayan varsa o da bize söylemiyor. Hal böyle olunca “Önderliğin de dediği gibi” dedikten sonra meseleyi orada kendi başına bırakıyoruz. Kitaplarında kaynak ve referans yaptığını biz de okumak yerine orada verilen hali ile yetiniyoruz. Ma bu olacak iş midir? Değildir, bi şerefa heco değildir!

Sorun sadece sokakta değil, güzel evlerinin orta katlarına sıkışmış orta ve üst mercide de algı düzeyi benzer. Düşünün çözüm sürecini “Tamam savaş bitti. Artık her şey caiz, hadê kendimize kapitalistleşelim” olarak okuyan büyük bir kesim var. Hele ki ulu orta yerde “Öz sermaye gücü ile barış”tan bahseden billboardlar Amed’te görücüye çıktı. Bunda hepimizin “aktarım” konusundaki hataları bariz.

Düşünün Amed’in yoksulluğun pençesindeki bir mahalle çalışmasında arkadaş bir anneye devlet olmanın kötü olduğunu, yani ulus devletin anti tezini şöyle sunuyor. “Hobbes’ta belirtiyor, devlet leviathan gibidir”… Tüm mesele bitti! Tamam artık, özerkliğe hazırız… Diğer bir facia durum ise şu: Doğal toplum ve neolitik yaşamdan bahsedilirken insanların algısında her şeyi bırakıp mağaralara, çadırlara gidip yerleşecekmişiz korkusu var. Yeminle böyle bir çelişkiyi yaşayan onlarca tanıdığım insan var. Hiç birinin suçu değil! Sen ona gidip “doğal toplum, neolitike geri döneceğiz” dersen o da “La nereye gidîx? Çocukları okula kayıt etmişim, valla gelemem” der. Devlet leviathan gibidir dersen o da “Levent kim?” der…

Hele ki Demokratik Modernite meselesi! Bir arkadaşın geçen yıl bir başka arkadaşa “Demokratik ve modernist olacağız. Doğrusu da budur!” deyişini hiç unutmam.

Yani daha eş başkanlığı tam kavratamadık. Ee daha bunun özerklik, radikal demokrasisi, özgür toplum inşası var. Ekonomik, güvenlik ve daha pek çok boyutu var. Kürt hareketinin en mütevazi ilkelerinden biri “pratik,yapmaktır” deyişidir. Sahiden de başka bir şey yok. Umutsuzluğa kapılacak bir durum da yok. Olmayacak, aşılmayacak meseleler değil. Sadece düğmeyi en başta yanlış ilikleyip öyle devam etmeyelim de... 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
23 Yorum
Özgür Amed Arşivi