Ümit Yazıcıoğlu

Ümit Yazıcıoğlu

Demokrasi yargılanıyor

Demokrasi yargılanıyor

DTP ve AK Parti hakkında açılan kapatma davalarında  demokrasiye saygısızlık giderek ön plana çıkıyor.

 

Dolayısıyla ülkemizde gündem 14 Mart 2008 Cuma gününden bu yana AK Parti hakkında açılan kapatma davasına odaklanmış durumda... AK Parti bir çok kez hedef haline getirildi. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın başbakanlığı siyaset yasağıyla daha önce engellenmek istendi. Daha sonra meclisin Abdullah Gül'ü cumhurbaşkanı seçmesinin önüne engel çıkartıldı. Bunda da başarılı olunmayınca “Adalet ve Kalkınma Partisinin laiklik ilkesine aykırı eylemlerin odağı haline geldiği” iddia edilerek, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Abdurrahman YALÇINKAYA tarafından kaleme alınan iddianame, Anayasanın 68/4, 69/6, Siyasi Partiler Kanunun 101/1-b ve 103/2" maddeleri uyarınca AK partinin temelli kapatılmasına karar verilmesini ve aralarında Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, eski TBMM Başkanı, AK Parti Manisa Milletvekili Bülent Arınç"ın da bulunduğu 71 AK Partiliye siyasi yasak konulmasını istemektedir.

 

Başsavcı Yalcınkaya´nın bu istemi bütün ülkede yaygın bir hoşnutsuzluk yarattı. Basında da, birkaç bağnaz ve karakter zaafıyla malul kişi dışında, aklı başında ve vicdanları körelmemiş herkes DTP ve AK Partinin  kapatılması hakkında verilen iddianamelerin hem hukuken yanlış hem de siyaseten isabetsiz olduğunu vurguladılar. Çünkü eşzamanlı olarak “hukukun siyasallaştırılmasına”, “siyasi amaçlar doğrultusunda hukukun yıpratılmasına” şahit oluyoruz. Badire burada. Siyaset etkisizleşiyor, hukuk yıpranıyor.

 

İddia incelendiğinde, iddia makamının  Doğu Perinçek ve Vural Savaş"ın  görüş ve Kitaplarından, ayrıca Ahmet Necdet Sezer´in düşüncelerinden detaylı olarak faydalandığı belli oluyor. Öyle anlaşılıyor ki,  iddianame"nin bağımsız bir iradenin ürünü olmadığı ve özellikle bu çevrelerin telkin ve baskıları sonucunda ortaya çıktığı da genel kanaat halindedir. Bu bağlamda, objektif bir değerlendirme yaptığımızda bu metin iddianameden çok, dipnotlarla yorumlar sunan, tanımlar yapan, uzun bir hukuk makalesini içeriyor.

 

İddianamenin, milletvekilliklerinin düşürülmesine ve siyaset yasağı konmasına ilişkin kısmı, ilgili kişilerin tümü bakımından hukuken temelsizdir. Ayrıca  bu iddianame Türkiye'nin politik ve ekonomik istikrarını ve Ankara'nın uluslararası itibarını tehdit etmektedir. Bu iddianame zaten hakim çoğunluğun "demokratik bir sistemde laiklik" konusunda öteden beri sahip olduğu yanlış bilgi ve anlayışını sürdürdüğünü de göstermektedir.

 

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı bu iddianamede laikliği ne yazık ki yanlış bir  biçimde yorumlaya gelmiştir. Ona  göre, laiklik devleti sınırlayan, özgürlükçü ve barışçı bir ilke olmayıp, devletin yurttaşlara belli bir hayat tarzını dayatmasını meşrulaştıran bir üst-ilkedir. İddia makamı hem laikliği dinin toplumsal ve kamusal-siyasal alana ilişkin taleplerinin kategorik olarak reddi olarak anlamakta ve dolayısıyla laikliğin devlete dinin toplumsal hayattaki tezahürlerini ortadan kaldırma yetkisi verdiğini düşünmekte, hem de onu anayasal düzenin birinci değeri mertebesine yükseltmektedir. Bu anlayışa göre, demokrasi de hukuk devleti de insan hakları da laikliğin izin verdiği ölçüde tanınması gereken ikincil değerlerdir.

 

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı doğaldır ki hem bu davada AK Partiyi, hem de DTP"yle ilgili kapatma davasında DTP"yi suçlayacaktır, çünkü bu partilerin kapatılması talebinde kendi açısından dava açmıştır. Bu bağlamda Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı iddia makamı olmakla beraber, doğrunun ortaya çıkarılmasında tarafsız ve objektif olarak gerçeği aramalıdır.

 

Esasen siyası parti kapatma davaları kendine has bir nevi ceza davalarıdır. Bu bağlamda, Anayasa Mahkemesi de bir ceza (dava) mahkemesi konumunda; hukukçuların bildiği üzere CMUK usul hükümlerini uygulayarak dosya üzerinde inceleme yapıp, dosyayı ilerde bir karara bağlar. Demokrasiyle idare edilen ülkelerde, mahkemelerin kararlarına itibar duyulması, verilen kararın hakkaniyete, vicdana, uygunluğu ve yargılama usul kuralları ile orantılıdır. Bu bağlamda Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı her iki davada da suçluyu tespit edip, gerçek suçluyu buluncaya kadar hukukun gerektirdiği tarafsızlığı, önyargısız yaklaşımı mahkemede göstermelidir. Zira önyargılarla gerçek suçluya erişmek zordur. Bilakis önyargılarla suçsuzları suçlu yapmakta mümkündür. Bildiğiniz üzere böyle bir sonuç adalet, insaniyet ve hakkaniyet duygusu ile bağdaşmayacağı gibi onları yok etmektedir.

 

Velhasıl:

Türkiye'de Anayasa ve yasaların özgürlükçü olmadığı doğrudur, bundan -ve başka nedenlerden- dolayı pozitif hukukun iyileştirilmesi elbette bir zorunluluktur. Ayrıca meclisin anayasa Mahkemesi üyeliği meselesini acilen ele almaya ihtiyacı var, kanaatindeyim.

 

AK Parti ve DTP hakkında açılan kapatma davaları hukukun üstünlüğünden kaynaklanan gücün açık bir siyasi istismarıdır. Bu istismar sadece demokrasiye değil, her şeyden önce hukuka büyük bir darbe vuruyor ve bu süreç içinde akıl ve izan ölçülerinde eleştirilmeyi hak eden sadece bu darbeye yeltenenlerdir. Modernleşme yolunda önemli kazanımlar elde etmiş bir ülkede bırakın kapatmayı, kapatmayı düşünmek bile biz Türkiyelilere yakışmaz. Dolayısıyla Türkiye Cumhuriyeti demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti olduğunu teoride gösterdiği gibi pratikte de  uygulamalıdır.  Demokrasinin de içinde yer aldığı bu dört ilkenin hiç birisinden vazgeçilememelidir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
23 Yorum
Ümit Yazıcıoğlu Arşivi