Enver Özkahraman

Enver Özkahraman

Çel - Çukurca (3)

Çel - Çukurca (3)

Doğu Anadolu illerinin birçoğunda olduğu gibi Hakkari yöresinde de bir kadına veya bir erkeğe “-Nerelisin.?”diye sorduğunuzda şehrinin, kasabasının veya köyünün adını söylemeden hangi aşirete mensup olduğunu böbürlene, böbürlene söylüyor, hemen…

Mesela Hakkari çarşısında birine soruyorsunuz Kürtçe..

-Tu ji ku yî.?(nerelisin ?)
-Ez Ertoşî’me (Ertoşlıyım)
-Ji kîjkan ? (hangilerinden ?)
-Ez Jîrkîme.(Jirki aşiretindenim.)
-êêê
-Balekî’me (Baleki dalından.)

Pînyaniş’lisi de Heyderan’lısı da, Herki’lisi de, Kaşuran’lısı da  vb. Böyle cevap verir ..

Onlar için aşiret her şeyden önce gelir. Çünkü o başka bir köyde, başka bir kasabada, başka bir kentte yaşayabilir ama başka bir aşiret içinde yaşayamaz,başka bir aşıretten de olmak istemez.

Ama Van’da ,Türkçe bilmeyen Fato kıza, kilim kursiyerime sormuştum..

-Tu ji ku yî ?
-Yalım Erez mehlesi.

Şaşırmıştım..

- Çi,çi ?
-Işılay Sagin sakok.. Donmuştum adeta..

Ama daha enteresanına birkaç ay sonra rastlamıştım.

Atölyeye yeni gelen Esma’ya, sormuştum;

-Tu ji ku yî?
-Weterınêr ahurleri..

Demesi üzerine, o an bir yumruk tıkanmıştı boğazıma, hıçkıra hıçkıra ağlamamak için, başka soru soramamıştım Esma’ya… Esma kızım altı yıl gitti geldi bir Hanımana gibi, okuma yazma öğrendi, kilim dokudu, ailesine katkıda bulundu… Fato da Esma da  Hakkari’deki BASKAÇEP’i oluşturan oniki aşiretin karakovanı olan Ertoş’tandılar...

Hakkari’de sol kanat (Baskaçep) olarak bildiğimiz ve on iki aşiretin KOVAN analığını yapan yüzyılların ERTOŞ köyü, bir TALAN, DEPREM, SEL, KITLIK, YANARDAĞ, ÇEKİRGE, KURAKLIK veya TSUNAMİ gibi bir felaket olmadan, plansız proğramsız, Sosyoloğ ve piskoloğlardan bî haber, DEVLET’ten birinin, bir gün “-BOŞALTIN” emrivakisi ile BOŞALTILMIŞ..

Beldeden pılını pırtını kapan yollara düşmüş bazen yarı yollarda yine “boşaltın” diyen devlet baba yollarını kesmiş, kız kızanı kamyon kasalarında bekletmişler günlerce “-bizim sınırlara giremezsiniz”diye. Sonra bir kısmını kamplarda bekletmişler. Birkaçı göl kenarındaki “duş” bölmelerinde iki üç aile…

Nihayet bir mahalle oluşturulmuş Van’da. Yalım Erez mahallesine yerleştirilmiş “sevgili” Ertoşlular.

Bir kısmı ise Veteriner ahırlarında, evet veteriner ahırlarıda, hem de iki üç aile bir AYGIR’ın veya bir damızlık BOĞA’nın kaldığı bir bölmede kalmışlar yıllarca… Kafesteki aslan misali..

Ertoş Beldesinin Belediye başkanı Şaban bey, bir daktilo ve bir araçtan oluşan gezici  makamını bir müddet koruyabilmişsede, daha sonra mühürünü bir daha alınamamak üzere yetkililere teslim etmiş… Ama haritalarda hala Uzundere yazısı yerinde duruyor…

Ertoş’tan olma 12 aşiretin ağası, koruyucusu var. Ama, bugün bölünmüş ANAKOVAN ERTOŞİ’lerin şimdi birkaç ana kraliçesi var, kimi Hakkari’de Doğanlı’da kimi Gever’de düzlükte, kimi Van’daki Yalım Erez de... Eli karnında, oğul (Şilxe) verirse bu bereketli karakovan, yeni kümesinin (şilxe) adı, yani onüçüncü aşiretin adı Yalım Erez aşireti olurmu bilmem, ama “Weteriner ahurları” olmayacağı kesin.

Sosyologlardan, Doç. ve Prof. İsteklilerine dopdolu bir petek gibi...

Çukurca bu.. Çukurca.. Her dem Hakkari’de soz sahibi, mirlerden beri. Birçok aşiretin anası. Pınyanış ve Ertoşi’lerin ana vatanı…

Çukurca’da boşaltılan pınyanış köylüleri, Hakkari’nin dışına çıkmadılar… Yüksekova, Xezekyan ve Hakkari merkezdeki Çeliler biribirleriyle üstünlük yarışında. Merkezdeki  ‘baskarast’ kökenli Sılehyan’lıları bir heykeltıraş ustalığı ile şekillendiren, A. Rahman Keskin, AĞA ünvanına sahip değil ama o SILEHİ’ler ile de kök söktürebiliyor siyasi simalara, Hakkari topraklarında..

Hele hele o yöreye etkisi ve katkısı büyük,ağalığı tartışılmaz ağa, uzun yıllar Çukurca Belediye Başkanlığı, daha sonra milletvekilliği yapmış Macit Beyin, bilgeliği, insanlığa dair felsefik yaklaşımlarını, hele hele o masmavi bakışlarının içindeki masmavi enginliği, insana sanki onu tanımadan önce bir boşlukta yaşadığı hissini veriyordu… Kim ne derse desin…

X X X X

Çok budadığım Çukurca notlarımın içinde aşağıdaki hikayeyi geleneklerimiz ağırlıklı olduğu için sizinle paylaşıyorum.

Önceki bölümde 1974 yılında Marufan’dan Güzereşe yürüyerek Gelîye Tîyarê’de, Şotê deresi’nin Zapla birleştiği yerde araba yoluna çıkabilmiştik… Önceleri planlandığı gibi Çukurca’dan sonraki Sereseve dağını aşarak Şivixşk, Marufa, Bılacan, Talısan, Erbuş, Ertuş köylerine ulaşabiliyordunuz. Sonbahar mevsimi ile birlikte yağışlar ve kar nedeniyle ulaşım zorlaşıp aksıyordu. Köylüler birleşmişlerdi ve zemini sağlam, kar tutmayan Şorte deresinden yol istiyorlardı ama Çukurca Belediye başkanı Macit bey (Piruzbeyoğlu) ise bu köylerin bu yolun açılması halinde ilçe ile ilişkilerinin kalmayacağını ve ilçenin içinden geçen Sereseve yolunun ise Çukurca’yı haraketli ve canlı tutacağını savunuyordu. Macit Bey siyasi olarak ağır bastığı için köylüler dilekçelerini Ankara’ya kadar ulaştırabilmişlerdi. Ankara’dan gelen üç mühendisle ile birlikte, zamanın YSE müdürü Burhan Yenigün, araziyi ve güzergahı bildiğim için beni görevlendirmişti.

Biz Marufan’dan Kaniya Çûze’ye ordan da Şorte’ye kadar yaya yürüyerek araç yoluna çıkmıştık ve daha sonra da bizi bekleyen araçla gün batımından sonra Hakkari’ye varmıştık.

O günler Hakkari geceleri 3-4 saatliğine ölü denilebilecek bir elektrikle aydınlatılıyordu. Ankara’dan gelen misafir mühendisleri YSE misafirhanesine bırakıp, Tavşan Mahalesindeki evime dönmüştüm. Hanım ikindi üstü komşumuz  Şükriye (Dağgöl) Ablaya oturmağa gitmiş ve eve yeni dönmüştü, acıktığım için de bana, mutfakta yemek hazırlığı yapıyordu. Beni özleyen oğlum Ender gelip kucağıma oturmuştu ki omuzunda bir bilye büyüklüğünde mavi boncuk nazarlığın çengelli iğne ile iliştirildiğini görünce garipseyip, mutfaktaki hanıma seslenerek,

- “Yaho Xano (hanım) her Kürdün evinde senin oğlundan daha güzel 3 - 5 oğul var, senin oğlunu niçin nazar etsinlerki, bu ne kadar küçük bir nazarlık?” diye takılıp, çengelli iğneyi çocuğun omzundan sökmüştüm ve çocukla şakalaşmaya başlamıştım.

Hanım sofrayı sererken kapıdaki loş ışıkta valinin makam şoförü rahmetli Abdullah Besi belirdi. Biz onu içeri buyur ederken o, “-Vali Beyle Burhan Bey makamda acele seni bekliyorlar, gidelim” diyince hemen ayakkabılarımı giyip makam aracı olan siyah doç (dodge)’a bindim. O günler Vali makamı bir memurun makamından farksızdı, kapısında yalnız Kapıcı Mustafa vardı ve ben içeri girince Vali bey ile Burhan bey 25 binlik Çukurca haritasını masaya sermiş inceliyorlardı.

Vali bey:
- Mühendisler nerede? Yoruldunuz mu?
- Onları misafirhaneye bıraktım efendim. Emriniz üzere vadiyi boydan boya inceledik.

Vali:
- Yarın onlarla görüşeceğim, gel şu haritalar üzerinde gördüklerini ve düşüncelerini bize söyle.

Haritaya eğildim. O esnada, Vali bey gülümseyip “-tuu..tuu..oğluma nazar değmesin.” dedi. Ben  yorulup bir iş bitirdiğim için Vali beyin beni takdir ettiğini düşündüm ve “-Sağ olun sayın valim” demiştim.

Ben haritada taşlık ve toprak zemini izah ederken, Vali bey birkaç kez “oğluma  nazar değmez inşaallah” diye söylendi. Bende her seferinde-“sağ olun” diyorum, Burhan beyde bıyık altından gülümsüyordu. O loş ışıkta harita üzerinden yol yapımını anlattıktan sonra makamdan ayrıldım. Çok acıktığım için de postahanenin karşısındaki Hakkari’nin tek lokantasına girdim, camekanın altındaki yemeklere bakarken eli kepçeli aşçı:

- Oooo Maşallah, maşallah Enver abêmıze nazar değmez inşaallah..

Şaşırmıştım;
- Yaho ne oluyor bu akşam, herkes niye nazar değmesin diyip duruyor?

Aşçı;
-Abê ne diyelimki, omuzundaki kocaman nazarlığa ne denilir ki!

İrkilmiştim ve omuzlarıma bakmış, sol omzumda çengelli iğne ile oğlum Ender’in omzundan söktüğüm o koca nazarlığı görünce Vali beyin bana niçin birkaç kez “-Maşallah nazar değmesin” dediğini  anlamıştım…

Karnımı doyurup eve gittiğimde hanıma kızmıştım. Hanımda, “-Benim suçum ne, sen oğlunun omzundan sökmüşsün o da senin omzuna iliştirmiş” demişti.

Yıllarca bu anımı anımsadıkça bir kez daha utanma hissi ile gülümserim...

X X X X

Özetlersek Allah burasını insanlar çölde de olsa, ovada da olsa, zorda kaldığı zaman gelip sığınabileceği bir yer diye yaratmış gibi. Çöllerin ovaların sigortası, dar günün kurtarıcısı gibi buralar... Taaa Mısır’dan Yemen’den, Bağdat’dan insanlar kaçma gereğinde gelmiş sığınmış buralara defalarca. Bu dağlar bir Ana. Dağlar ana memesi gibi bereketli... Tokluktan da öldürmez, ama asla aç da bırakmaz bu koca koca, beyaz beyaz kafalı dağlar. Dağ diyip geçmeyin Yemenli’nin, Bağdatlı’nın Dubaili’nin işediği, sıcakta buharlaşıyor, havadaki oksijenle temas ede ede geliyor bu dağlara, dağların soğuk doruklarına çarpıyor, sonra da rahmet ve bereket diye yağmur olup, kar olup dökülüyor buralara. Dağ dediğin, karsız, susuz olmaz… Suyun olduğu yer otsuz olmaz. Otun olduğu yer etsiz, postsuz olmaz ki…

İnanmamak elde değil geçmişte güneydeki çöllerde, kımıl’dan, çekirge’den, susuzluktan ve kıtlıktan, insanlar kırım kırım kırıldı defalarca. Ama bu dağlardakiler tekrar tekrar yayıldı ovalara, kaç kez bilinmez.

Yarın belki akıllı olmayan birileri bir gün kırmızı düğmelere basarak insanları bir kez daha felaketlere götürmekten kaçınmazlar, lakin kaçacak yerleri olmayanlar kırılır ama bu dağlarda ki insanlar, örümcekli mağaraların kuytu diplerinde yine yüzyıllarca sonra, eğri büğrü de olsa, yamuk yumuk da olsa kendisini, insanlığı tazeliyebilir. Dünyadaki yükseklerde, tabi ki Hakkari dağlarında da.

O fakir halleri ile bir Ziyanış’lının, Bılêcan’lının, Talısa’lının, Serani’linin Hırkaş’lının, Deştan’lının ne kadar halkını seven, misafirperver, fedakar cefakar ve ifade edemiyeceğim meziyetlere sahip olduğunu, okul yüzü görmedikleri halde aydınım diyenleri ceplerinden çıkarabilecekleri kadar bilinçli olduklarını biliyorum. Semedar’dan o zemheri sıcağında, üç günde sırtlarındaki meşklerle (tuluk) getirip ve misafirlerine ikram ettikleri o Fransız şampanyaları lezzetindeki meşk ayranlarndan içmek bir daha bana nasip olmayacak gibime geliyor. Ama Geveroklar, Çarçelanlar, Geraşin’ler, Semedarlar ve Çelê dûgûh dağları yerlerinde durdukça ayran meşkleri çok çok çalkalanacak oralarda..

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
27 Yorum
Enver Özkahraman Arşivi

Medo

03 Ocak 2021 Pazar 13:18