İhsan Çölemerikli

İhsan Çölemerikli

Bu bir fermandır

Bu bir fermandır

ULUDERE (Qılaban)’nin ROBUZIK köyünde meydana gelen katliam, Kürt halkının talihsiz ve acılarla dolu tarihlerinin bir devamıdır. Bu nedenle biz de olayı tarihsel sürecin bir parçası olduğu biçimindeki görüşümüzle birlikte, Kılaban (Qılaban) ve GOYİ Aşireti’ni de okuyuculara tanıtmaya çalışacağız.

Zagroslar ve Mezopotamya’nın ilk yerleşik halkı olan Kürtler; İ. Ö. 550 yılında Hurri kökenli boyların 5. siyasi yapılanmaları olan Med İmparatorluğu’nun, komşuları Persler tarafından ortadan kaldırılmasıyla, 2500 yıl devam edecek bir kölelik süreci de başlamış oluyordu. Ülkeleri olan Kürdistan; tarihi süreç içinde doğuda kurulan Pers, Part, Sasani, Emevi, Abbasi, Safevi imparatorluklarıyla; batıda bu devletlerin karşıtları olan Yunan, Roma, Bizans, Osmanlı’lar arasında geçiş ve hesaplaşma alanı oldu. 550 bin kilometrekarelik geniş bir alanda yaşayan ve savaşkanlıklarıyla tanınan Kürtler; aşılması ve denetlenmesi güç olan coğrafyalarında özgür aşiretler, bağımsız beylikler ve miladi 950–1250 yılları arasında Diyarbakır çevresinde, Serhat’ta, Süleymaniye – Kerkük arasında ve Loristan’da kurdukları bölgesel devletlerle varlıklarını sürdürdüler. Hem vatanlarının birbirlerine hasım olan Doğu-Batı imparatorluklarının hesaplaşma alanında bulunması; hem de dağ savaşlarıyla ünlenmiş olmaları, onlarca istila, işgal ve kıyıma rağmen elde ettikleri özerk statüleriyle bölgede denge unsuru olma şansını da hiç elden bırakmadılar. Bu da onları, bölgenin diğer yerli kavimleri olan Ermeni, Asuri ve benzeri halkların uğradıkları yok olma felaketinden kurtardı. 

Son 500 yılın en büyük darbesini 1514 yılında Osmanlılarla İranlılar arasında Van’ın Çaldıran Ovası’nda yaşanan meydan savaşı ile uğradıkları bölünme; 125 yıl sonra bu bölünmeye resmiyet kazandıran 1639 tarihli Kasr-ı Şirin anlaşmasıyla yaşadılar. Kısacası dünya tarihinde 373 yıllık bir anlaşma sadece Kürt halkına karşı yürürlüktedir. İki büyük imparatorluk tarafından sınır çizilerek coğrafyalarının bölünmesi; Kürtler için bel kemiğinin kırılması anlamına geliyordu. Bölünme aynı zamanda iç ihaneti ön plana çıkarmış, sınırları koruma bahanesiyle Kürt Mirleri karşı karşıya getirilmişti. Dünyanın ilk casus şebekesini İ.Ö. 7. yy.da aynı dağlarda yaşayan Hurri kökenli Urartulara karşı Asur hanedanı tarafından kurulmuştu. Ajanlaştırma, özgür aşiretleri boyunduruk altında tutmanın temel politikası olarak benimsemişti ve daha sonraki çağlarda da bu böl-yönet siyaseti bölgede kurulan devletlerin gündeminden düşmeyecekti. Osmanlı – Safevi yönetimleri de bu tür haber alma teşkilatlarını daha da derinleştirerek Kürtlere karşı devreye soktular. Artık Kürdün kanı yine Kürtler tarafından dökülecekti. Yani ağacı çürütecek kurtçuk ağacın bünyesinden üretilecekti.

I. Dünya Savaşı sonrasındaki paylaşım daha da acımasız oldu. Bir tarafta Osmanlı-İran yerel sömürgecileri, öbür tarafta İngiliz – Fransız sömürgeci güçleri, Kürtleri ve topraklarını paylaşmak için bir araya gelmişlerdi. Efendi sayısı dörde çıkınca, kaçınılmaz olarak coğrafyada dörde bölündü. 1940’lı yıllarda batılı sömürgeciler birer yapay devlet olan Irak-Suriye yönetimlerini hem kendi kolonyalist çıkarları hem de Tahran-Ankara’nın perde arkasındaki diplomatik baskıları sonunda Araplara bıraktılar. Yeni dört efendinin aynı dinden olmaları ve yine Müslüman bir halk olan Kürtlerin katlini meşru görmeleri sonucu inkar ve imha politikalarını hızlandıran yeni pakt ve antlaşmaları hayata geçirdiler. İnkar ve imhaya karşı dört parçada meydana gelen direnişler, dört devletin ortak siyasi, askeri ve istihbari dayanışmalarıyla üstelik de çok kanlı bir biçimde bastırıldı.

Yüksek dağlık alanlarda zayıf olan devlet otoritesine karşı, oldukça yapay ve sembolik olan sınır boylarının güvenliği yörede yaşayan Kürt aşiretlerine verilmişti. Sınır tespitinin diğer bir acımasızlığı da bir yerleşim alanı bir devlete bırakılırken, yerleşim alanının yaylalığı, biçeneği ve ormanlık alanı diğer devlete bırakılmıştı. Farklı parçalarda başlatılan Kürt direniş güçleri ilgili devletlerin otorite boşluğundan yararlanarak, sınır boylarını direnişlerin merkez üssü olarak kullandılar. Özgürlük hareketlerinin büyümesi ve taban bulması sonunda, sömürgeci güçler sınır tecavüzlerini meşru gören yeni anlaşmalar devreye soktular. Sınır boylarında bir şeridin insanlardan arındırılması da sonuç vermeyince; direnişlere destek veren aşiretleri Zagrosların kalbi olan topraklarından sürdüler. Topraklarını terk etmek istemeyen yoksul köylüler de “ köy koruculuğu” düzmecesiyle ajanlaştırarak silahlandırıldı. Yine, sınır güvenliğini korumak için Kürt Kürt’ü vurmalıydı. Halkın geri bırakılmışlığından yararlanan karanlık güçler de en fazla o bölgelerde göründüler. Onlarca ocak söndü, yüzlerce günahsız insan faili meçhul cinayetlere kurban gitti.

1926 yılında Ankara’da yapılan sınır anlaşmasıyla, Büyük Biritinya ve Arabistan toprağı olmaktan kıl payı kurtulmuştu. Uludere ve çevresi,  Hakkari coğrafyası Musul’la birlikte Lozan pazarlık masasına bırakılmıştı. İngilizler Musul – Kerkük petrollerini tercih ederken, Türkiye de güneyden gelebilecek bir saldırıya karşı tampon bölge olarak kullanılacak Hakkari’nin dağlık ve stratejik coğrafyasını kapmıştı. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin sınırları içine tesadüf eseri alınan Uludere köyleri, birkaç Asuri köyünün dışında bölgenin kadim yerleşik halkı olan Goyi Aşireti’nin adeta anayurduydu. Aşiretin kökeni ilk çağda kurulan Guti, Urartu konfederasyonunun güney kanadını oluşturan Nairiler, Ksenephon’un “Onbinlerin Dönüşü”nde bahsettiği Karduklara kadar uzanıyordu. Aşiretin merkezi QILABAN adını, başkentleri Tuşba (Van) olan Urartu’nun bugün Erek olan kutsal KILABANİ DAĞI’ndan alıyordu. Urartu devletinin İ.Ö. 7.yy.ın başlarında ortadan kalkmasıyla ruhban sınıfını oluşturan seçkin Haldiler (Xaldiler) muhtemelen daha güvenli olan Van Gölü’nün güneyindeki akraba boyların yanına geçmişlerdi. Günümüzde Uludere’nin tüm köylerinde aşiretin dini önderliğini yapan ve kökenlerini İslam komutanı Halid Bin Velid’e dayandıranlar, Urartu dönemi Haldilerinin uzantılarıdır. İslam komutanı Halit’le tazelenen bu misyon tarihi dayanaktan yoksundur. Çünkü Halid İbni Velid’in arkasından zürriyet bırakmadığı Arap tarihçileri tarafından da kabul gören bir gerçektir. 

Goyi aşireti, Osmanlı döneminde özerk bir statüye sahip Cizre merkezli Botan beylerinin egemenlik alanındaydı. Konfederasyonun Hacı Beyran kanadı içinde yer alıyordu. Şırnak Uludere Silopi aşiretlerinin mirleri, Hezıl çayı çevresindeki GURKEL (GORGİL) kalesinde oturuyorlardı. Kürt tarihi Şerefname’ye göre Bağdat seferinden dönen Osmanlı padişahı IV. Murat, Gurkel Miri Muhammed’e gücü ve katkılarından dolayı Musul eyaletinin vergi gelirlerini vermişti. Aşiret güçlü ve saygın konumunu sürdürüyordu.

Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucuları da 1924 Asuri isyanı sırasında güçlü Goyilere “tarafsız” kalmaları için ödünler vermişlerdi. Cumhuriyet kurumsallaşınca da aşiretin beş ileri geleni idam sehpasına yollanmıştı. Bunlardan üçü Qılaban büyüğü Mirza, Rebengan’ların önderi Sadık, Helet ileri geleni Hançer idi. Van’daki deprem felaketi nedeniyle arşivimin dağılması ve şu anda bölge dışında yaşadığım için diğer ikisinin isimlerini hatırlayamadım. Okuyuculardan ve yakınlarından özür diliyorum. İdam edilen beş aşiret reisinden hiçbiri devlete karşı bir suç işlememişti. İdamlar; güçlü ve savaşçı Goyi Aşireti’ne gözdağı vermek ve sindirmek amacıyla yapılmıştı. Qılaban (Uludere) 1950’li yılların sonlarında ilçe yapılarak Hakkari’ye bağlandı. Ben, 1969–1972 yılları arasında Halk Eğitim Merkezi Müdürlüğü’nü yaptım. Görevim gereği yetişkinler eğitimi için Uludere ve köylerine de gidiyordum. Goyilerin halk kültürü alanındaki bilgelikleri belleğimde iz bırakmıştı. Onlardan çok şey öğrendim. Hacı Süleyman’ın bilgeliği, Emer’é Sadık’ın makul duruşu, Egid’é Mirza’nın babacan tavırları, Çeman’lı Şeyh Halid’in dürüstlüğü, Cigerper lakaplı Rıpın’lı Şeyh Ahmed’in halk şiirindeki ustalığı, Körur’lu Said’é Ebuzéd’in yöresel giyim kuşamı, Ferhan’e Temer’in bir Karduk’lu torunu olduğuna tanıklık eden heybetli bıyıkları ve hepsinden önemlisi Rıpın’lı Eliye Mele Yasin, Tahır’é Mehmud ve Mehmet Salih’in yurtsever ciddiyet ve birikimleri halen gözlerimin önünde canlılığını koruyor. Adlarını zikrettiğim dostlarımdan vefat edenlere Allah’tan rahmet, yaşayanlara Yüksekovahaber kanalıyla derin selam saygılarımı yolluyorum. Başta Rıpın’da olmak üzere o bölgede çok sayıda Kürt yurtsever arkadaşım vardı. Botan’ın köklü yurtsever geleneğinin kökleri Goyi aşiretinin içinde çok güçlü bir biçimde hissediliyordu. 11 Eylül 1961 yılında Güney Kürdistan’da başlatılan direnişin saflarına çok sayıda Goyi’li yiğit, gönüllü olarak yer almıştı. Hatta Ségırık’li Ehya, Hilal’lı Said, Becüh’lü Telo’nun kahramanlıkları devrim stranlarına konu olmuştu. Yerleşim alanları doğudan batıya paralel olarak uzanan üç vadiden oluşuyor. Hilal, Mentkan ve Rebenganların kalabalık köyleri bu üç vadinin tabanında tespih taneleri gibi dizilmişlerdi göçe zorlanmadan önce. Bugün de Güney Kürdistan’daki Mahmur kampının önemli bir bölümü onurlu Goyi Aşiretinin bireyleridir. Goyi Aşiretinin sınır çizgisine yakın Mergeh, Bécuh, Yékmal, Robuzık, Nérwe, Nire köyleri Doğu ve Güneydoğu Anadolu’nun toprakları olurken, birinci derece akrabaları olan ve aralarında 3-5 km. mesafe bulunan Guli ve Sındi aşiretlerinin köyleri de önce Büyük Biritanya’nın, ardından da Arabistan toprakları olmuştu. İşte; Kürtlerin 86 yıldır ölümleri pahasına tanımadıkları, kabullenemedikleri yaşamsal gerçeklerden biri de tamamen kendi iradeleri dışında belirlenmiş bu yapay sınırlardır. Öldürmelerin, sürgünlerin, toplu katliamların temelinde yatan tarihsel olgu; tüm baskı ve önlemlere rağmen sınır boylarındaki Kürtlerin Araplaştırılamamış, Türkleştirilememiş olmalarıydı. Köy isimlerinin değiştirilmesiyle coğrafya ne Anadolu ne de Arabistan olmuştu. Sınır belirlemenin bir diğer acımasızlığı da, bir yerleşim alanı bir devletin sınırları içine alınırken, o yerleşim alanına ait yaylalık, biçenek ve orman alanları da diğer ülkeye bırakılmıştır. Ermenistan – Türkiye, Türkiye – İran, İran – Irak, Irak – Türkiye, Türkiye – Suriye, Suriye – Irak sınırlarında birinci derece akraba olan binlerce Kürt aile bölünmüştür.

28 Aralık günü saat 21 sularında 35 Robuzık’li gencin uçaklardan atılan bombalarla katledilmeleri, 86 yıldır sistematik olarak uygulanan vahşetin sadece bir halkasıdır. Meydana gelen olay bir FERMANDIR. Kürtlerin hiçte yabancısı olmadıkları, sık sık yaşadıkları ve ağıtlarını dizelerine nakşettikleri bir KARA FERMAN. “Fermane babo fermane, ferman a seré me kurdan e.” Bu ferman 2012 yılında Kürtlere karşı gerçekleştirilecek yeni fermanların da habercisidir.

Anlaşıldı ki; koruculuk sistemiyle sınır boylarındaki köylülerin asimilasyonu hızlandırılamıyor. Tam tersine coğrafi, sosyal ve ekonomik konumlarından dolayı, Kürt dili ve kültürü en fazla korucu olmaya mecbur bırakılan aşiretler içinde güçlüdür ve asimilasyona karşı da bu bölge de yaşayanlar direngendirler. Onun için koruculuk yaptırılmasıyla beraber öldürülmeleri sömürgeci zihniyet açısından hem meşru, hem de bir kazanımdır. Çünkü benimsenen devlet felsefesine göre “en iyi Kürt ölen Kürt’tü.” Bugün koruculuk yapanlar, yarın dil ve kültür talepleriyle saf değiştirebilirlerdi. Yapıları da buna müsaitti. Dil ve kültürün o coğrafya da canlı olması, coğrafyanın Türkleştirilmesi önünde engeldi. Nihai hedefe ulaşmak için onlar da şimdiden korkutularak coğrafyanın dışına çıkmalarına zemin hazırlanmalıydı. İnsansız, tampon bölgeler asıl amaçlanan hedefti.

Bazı siyasetçi, yazar, çizer takımı çok yüzeysel bir yaklaşımla Robuzık olayı ile 1943 yılında meydana gelen Özalp olayı arasında paralellik kurmaya çalıştılar. Ancak aradan 69 yılın geçtiği, medya ve iletişim araçlarının çok farklı ve ileri düzeyde olduğu günümüzde Robuzık olayı, Özalp (Qelqeli) olayından çok daha vahimdir. Uygar dünyanın gözleri önünde işlenen bu cinayet karşısında Kürtlerin yalnız kalmaları daha da vahimdir. Süreç farkı göz önüne alındığında Uludere katliamı Halepçe katliamından da daha düşündürücü ve ürkütücüdür. Goyili kardeşlerimin acılarına ortak olduğumu ifade ederken, ölenlerin yakınlarına baş sağlığı diliyorum.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
28 Yorum
İhsan Çölemerikli Arşivi