İrfan Sarı

İrfan Sarı

Bir sana…

Bir sana…

Aşk sancılanmış limonküfü rengindeyken, çatlamış bir dudağın ıslığı gibi korkak korkak dokunurdum hayaline. Çiy tutmuş bir âşıktı hep durgunluğum.

Bir sana diyesim tutardı içimin yükselen denizini.

Olmazdın.

O zaman başım yastıkta-kuyusundan çekerdi seni.

Şiir olurdun bazen, bazen ucu yakılmış bir eski mektup güncesi, bazen sokağa dalmış rüzgar esintisi, bazen tarumar savrulmuş yaprak tanesi.

Ama en çok gözlerimin aradığı olurdun.

Seni anlatırken kendime üşürdüm. Tuğlalı sobaların sıcağı söz geçiremezdi titremelerime.

İçinde evvelden senli zamanlar şarkısı.

Kara aksanlı cümleleri kurarken, gökyüzünden denizi tanımlardım. Deniz karayağız bir devrim delikanlısıydı oysa.

Kara aksanlıydık. Annemiz “sokaklarda oynamayın çocuklar derdi, erkenden eve gelin.” Derdi. Esmerdik. Zaman denize uzanıp iki kulaç seyretme zamanı değildi. Ama bir sana anlatabildim yüreğimin gam yükünü. Bir sana…

Aşkı Cilo dağlarının asi çiçeklerinden öğrenip bir sana anlatabildim. Terleyerek cümleleri oluşturmak onu bir şaire anlatmak ve bir kadına söylemek zahmetli utangaçlıktır çünkü. Parlak yıldızların göğünden denizin sesini duyan kadınlara şiir okurduk elbette ama aşk okumak zarı yırtılırcasına bir zahmetti inan.

Sen bir çiçeğin kokusunu yazamazdın: ben çiy tutmuş bir İstanbul gecesinin martılarını yazamadım. Milyon kere milyon bir şehrin; akarsular gibi yürüyen aşklarına yetişemezdim benim aksanım bir patika yolcusu…

Piyer Loti kahvesinden deniz, bir dağ filintası bakışını karşılamaya hazırlanırken göğsüne bir kardelen gelip sır açmış olduğunu sansam, kurulur bir dengbej divanına “delâlé malé / hey lo lo delâl.” Der tuzu, tütünü, hasreti, sevinci, heyecanı döverdim.

Ellerim yalnızlığın mektubu olmazdı böyle. Kırağı tutmuş olmazdı kelimelerim ve ben böyle yalnız bir dağın beyaz başı gibi durmazdım.

Bir kerede olsa gitmezdim. Gidenlere bütün istasyonlarda bütün terminallerde gitme derdim.

Etek boyu kısa bir kentin avlusunda kurşuna davetiye çıkarmış bir göğün atan tan yerini yazmaktı bu…

Şarap gibi kanayan gözyaşlarıdır bu anarken gamzeni, gözlerinin bal kıyısını.

Bir mısrada olsa; çevirip uykularımın tadını limon yaprağı kekreliğine! Gözlerini anımsamak istedim.

İstedim ki serçe parmağınla gösterdiğin dağları, kır düşmüş saçlarımın telleriyle cevaplayayım denizi süzeyim öyle…

Biraz kuyularımdan gençliğimi çekerek bakraç bakraç...

Belli mi olur kuyu derinliğinde saklı bir gençlik fotoğrafı doğrulur sabaha gün aralanmadan öğlene.

Şiirlerin bulaştı gençliğime anlıyor musun?

Masal bitmiş…

Mor tortu düşer kardelen çiçeğine.

Toprak gözlerine çeker yine; kahveden bala çalan yerde.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
16 Yorum
İrfan Sarı Arşivi