Ümit Yazıcıoğlu

Ümit Yazıcıoğlu

Başbuğ ve Uludere katliamı

Başbuğ ve Uludere katliamı

Dün Türkiye Cumhuriyeti tarihinde bir eski genelkurmay başkanı sivil mahkeme tarafından ilk kez tutuklandı. Başbuğ’un “andıç”  davasından dolayı tutuklanması, bana böyle bir durumun bundan bir kaç yıl önce hayal bile edilemeyeceğini göstermektedir.

Malumunuz hukukun kurulmasında gücün çok büyük payı vardır, ama hukuk yalnızca güç demek değildir, hukuk, aslında insanların son sığınma melceidir. Dolayısyla bu melce Başbuğ için de geçerlidir. Buna nazaran ben sabırsız davranıp yine de bu arada, bir cümleyle belirtmek istiyorum, hukukun hâkimiyetinin nihaî ve kesin anlamı birey haklarının kamu otoritesine karşı korunmasıdır.

Bu bağlamda sormak istiyorum, acaba Uludere’de 35 insanımızın ölümüyle sonuculan katliam unutturulmak veya bu katliamla ilgili olan meclisteki görüşmeler gündemden düşürülmek için mi Başbuğ tutuklandı?  Orgeneral İlker Başbuğ'un görev yaptığı yıllarda ülkenin doğu ve güney bölgelerinde köy yakmalar ve faili meçhul cinayetlerin yaygın olduğu bilinen bir gerçek, dolayısıyla o dönemde o suçlarla ilgili onun sorumluluğunun da soruşturulması gerektiği kanaatindeyim.

Malumunuz hukuk, medenî toplumlar için, hava ve suyun insan için elzem oluşu kadar elzemdir. Dolayısıyla eski bir Genelkurmay Başkanı olan Başbuğ “andıç” davasından dolayı savcılığa çağrılabilir. Tabidir ki suç işlediğinden şüphe duyulan bir zanlının, makam, mevki ve sıfatı ne olursa olsun, demokraside hukuk mercilerine hesap verme zaruriyeti vardır. Hukuk karşısında herkesin eşit olmasıda doğal ve önemlidir. Eğer bir toplumda Hukuk ortadan kalkar veya fonksiyonunu icra edemeyecek kadar yıpranır veya  yıpratılır ise, o toplum artık yavaş yavaş yok olmaya mahkûm hale gelecektir.

Başbuğun tutuklanması ülkede demokrasinin veya hukukun tarafsız işlediği anlamına da gelmez. Hukuki süreçte peşin yargıda bulunmak da bence doğru değil, çünkü zanlı bir şahsa ”suçu ispat edilinceye kadar o zanlı hukuken suçsuzdur”. Dolayısiyle suç işleyenlerden adil bir yargılama ile hesap sorulması gereklidir. Hukuk en güçlünün hakları demek değildir. Hukukun güç ile eşanlamlı olduğu ileri sürülürse hak ile haksızlık arasında bir ayrım yapmak ve dolayısıyla adalet ile adaletsizlik arasında herhangi bir değerlendirmede bulunma olanağı da ortadan kaldırılmış olur.

Bu bağlamda tekrar belirtmek gerekirse, ülkede demokrasi yolculuğunun hedefe varabilmesi için bütün sistemin detaylı bir şekilde yeniden dizayn edilmesi gerekir. Dolayısıyla Genelkurmay’ın Savunma Bakanlığı’na bağlanması zaruridir. Ordu mensuplarının işlediği suçlardan siyasiler de sorumlu tutulmalıdır. Ançak bu şekilde devlet şeffaflaşabilir. Yani demek istediğim Uluderede fakirlik nedeniyle kaçakcılıkla gecimlerini yapmak isteyen, halkımızı o zor yaşam şartlarına zorlayan siyasiler sorumluluklarını bilmeli ve Uluderede hayatını uçak bombalarıyla kaybeden 35 insanımızın katliamından sorumlu olan ordunun Başkomutanı durumundaki  siyasi mercide siyasi tavır alıp görevinden istifaetmelidir.

Bu fakir ve mazlum insanlarımızın ailelerine bir kaç yüzbin tazminat ödeyip katliamın üzerini kapatmaya çalışanlar utansın. Devlet toplumsal gücün siyasal örgütü olarak doğmuştur. Toplumsal güç adına hakları belirleyen devlet, bunlara yönelen saldırıları önlemekle görevlidir. Hakları kurucu ve koruyucu niteliği nedeniyle toplumsal güç olan devlet hukuk düzeni içerisinde adaleti sağlamakla yükümlüdür. Devlet Başbuğ’u yargıya gönderiyor, ama devleti iadere eden siyasietçi olarak  devleti şeffaflaştırmaktan dikkatle kaçınıyor.

Şimdi şu Uludere katliamıyla ilgili tam bir karanlık tablo yaşıyoruz. Gerçeklerin ne olduğunu öğrenemiyoruz. Taraf gazetesi, Uludere olayıyla ilgili “istihbaratın” saldırıyı yapan askeri merciye MİT’ten gittiğini söyleyen haberler yayınladı. Ama MİT, yaptığı açıklamada “kendisinin asla böyle bir istihbarat vermediğini” belirti. Genelkurmay Başkanlığı ise tam aksini iddiaederk, Uludere bombalamasını “istihbarata” dayalı olarak yaptıklarını resmen açıkladı. O zaman sormak gerekiyor, istihbaratı genel kurmaya kim verdi? Genelkurmay istihbaratı kimden alır? Genelkurmayın almış olduğu istihbaratla 35 insanımız katledildi. Bu olayın siyasi ve hukuki olarak soruşturulması gerekirken Mehmet Metiner’in meclis kürsüsünden Sırrı Süreyya Önder’e laf atmasına ne gerek var?

Mebusun görevi, şövalye olmak değildir,  halkın problemlerini mecliste dile getirip siyasi çözüm üretmektir. Milletvekilli faaliyetlerinde temsil ettiği vatandaşlarına karşı açık ve şeffaf olmalıdır. Genel Başkanının veya parti grubunun istekleri olsa dahi, yanlış bulduğu konulardaki kararlara evet dememelidir. Lider Sultasına Karşı Korkmadan Fikirlerini Açıklayabilmeli ve gerektiğinde istifa edebilme cesaretini göstermelidir. Mebus toplumun bugününe ilişkin sorunlarına çözüm ararken geleceğine yönelik öngörülere sahip olmalıdır vs. vs. Metiner’in bunları yapması gerekirken kürsüden diğer bir partinin mebusuna laf atması, bir mebusa yakışmaz. Laf atmak mebusluksa AKP’nin işi hakikaten çok zor.

Sözde eski Genelkurmaybaşkanı Orgeneral Başbuğ’u adalete sevk edecek kadar demokratız ama 35 insanın öldüğü bir askerî operasyonla ilgili bütün gerçekleri saklayacak kadar da demokrasiden uzağız. Uludere’de aralarında çocukların bulunduğu otuz beş kişinin uçaklardan atılan bombalarla parçalanması öyle kolayından üstü kapatılaçak bir olay değildir. Zira yapılan bir katliamdır. Bu katliam ordunun kullandığı uçaklarla gerçekleşmiştir. Dolayısıyla ülkenin başkomutan merciindeki siyasi sormlu, olayın siyasi sorumluluğunu medeni cesaret gösterip üstlenmelidir, çünkü hiç kimsenin aklının, vicdanının, izanın bile bile gençleri çocukları öldürmeye müsaade etmediğini düşünüyorum. 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
20 Yorum
Ümit Yazıcıoğlu Arşivi