İrfan Sarı

İrfan Sarı

Babamın ''Befir Barî''si

Babamın ''Befir Barî''si

- Belli belirsiz sökülürdü gökyüzünden mavi, bahara doymamış çocukların hazan buluşmaları hüzne dönüşürdü. -

Şimdi bakırdan bir gökyüzü ve altında Reşko tepesinin kışa hazırlanmış yiğitliği.

O vakit soramadım koca bir dağı andıran babama nedir bu kış?

Kat kat kireçlenmiş toprak evimizin duvarından öylece süzerdim…

Kül rengi sesiyle, pencerenin boğazından, şehre baka baka kürdisini söylerdi…

“Befir barî, befir barî”

Dedim ya! Sesi kül rengine çalardı, yanıktı yani…

Gözlerinin aydınlığı yırtılır, göz kepenkleri kendiliğinden inerdi… Anlıyordumki o an, içinden nehirler akıp gidiyordu.

Çünkü boynunu eğmişti yıllarca.

Kendi ana dili ona haram kılınmış, Arap dili helal kılınmıştı. İlkin Arapça asimile etmişlerdi ve o da kendi çocuklarını yani bizleri…

Efendilerin, tanrının adamlarının dili denmiş o dile…

Öyle bir hastalıktı ki hangi hekime giderse gitsin, sesinin rengi külden öteye gidemiyor, dayatılan bu dilin fermandarlarından kurtulamıyordu.

Kış gelip çatınca, arta kalan zamanlarında okurdu…

Arapça ya da Türkçe.

O koca adam, kahredici ötelenmişliğini bizden saklardı, içinin isyanlarına tek başına direniyor, içlendikçe pencerenin boğazından yağan karın üstüne bir kez daha “Befîr barî, befîr barî” kürdisini okur isyanlarını susturmaya çalışırdı.

Yalnız başına bir isyanın içinde kalakalmıştı.

Bahar gelince, yaz olunca, dökülünce yapraklar sonbaharla birlikte ve büyük bir esaretle kar üstüne kar yağarken o hep içindeki dehlizlerden ana dilinin deryasına dalar giderdi.

Kimse böyle bir ateşte yanmamıştır…

Kürtçe gördüğü rüyalar, Kürtçe kurduğu hülyalar, Kürtçe yürüdüğü hayatta karşısına hep dayatılmış Arapça ve asker potini kadar sert tekmeleyen Türkçe çıkıyordu.

Benim babam insandı, vicdanlıydı, duyguluydu, dokunsan gizli gizli ağlardı, sofrasına insanları konuk etmeyi severdi, koşardı kimin varsa bir derdi…

Açamazdı kimseye ama derdini.

Müezzindi.

Günde beş kere Arapça okurdu, serbestçe…

Bazen vaaz verirdi Türkçe, o da serbestçe…

Ne zaman kendi dili Kürtçe konuşsa, hakkında haram, hakkında yasaklar okunurdu.

Öyle bir cenderenin içindeydi ki, kar yağarken, mevsim kış olanda, donunca saçakta kuşlar, yoksul çocukların sümükleri akarken cendere daha da sıkar adeta işkence ederdi…

Yalnızdı…

Kim yalnız başına kurtarabilirdi kendini. Ülkesini, dilini, kimliğini…

Türkülerdeki gibi ah-ı zardı.

“Seherde ağlayan bülbül, sen ağlama ben ağlayım”

Feleğe söğer gibi, yürüdü… Arapça okur ve gelirdi. Yine gider yine gelirdi! Yıllarca… onyıllarca…

Kar üstüne yağan kar gibi…

Halını sormayı akıl edemedi bir Allahın kulu!

Kıyametlerini durdurmadı bir Allahın kulu!

O hep akbabalar gibi üstüne çöreklenen dertleriyle, yalnızlığı ile sırlarıyla, kavgasıyla iyilik timsali oldu. Allahın kullarını hep o sordu! Varsa bir tasaları, kederleri açıp kuran-i kerimde kaderlerini okudu derman gibi.

Direnirdi yine.

Kürdinin içinde geçen, “Kuro Dino; isal cotek gurga ez xwarim” sözleri gibi onu yemeye çalışan iki kurt ile çatışır-savaşırdı.

Kürdisini o kül rengi sesiyle okur, pencerenin boğazından dışarıda yağan kara karışır giderdi…

O kurtlar onu yer bitirirdi, o da son bir gayretle “Befir barî, Befir barî” der; yalnız ve tek başına yaralarını sarardı…

Sonra müezzinlikten tekaüt oldu.

Hazin bir öykü gibi yaşadıklarını, başka bir mecrada yeni baştan yaşamaya başladı…

Radyo Arapça ve Türkçe, televizyon Arapça ve Türkçe idi…

Küçük bakkal dükkânının, irsaliyesinde tüm ürünler Türkçe yazılırdı… Türkçe alışveriş, Türkçe stok, Türkçe sermaye…

Sonra bir yalnız denizde dalgalar onu kıyıya itti.

Üçüncü bir kurt belirdi hayatında.

“Befir barî, befir barî, kuro dîno; çiyayen jori befir barî/ sipî bu bîna hêkê”

Bir başına verdiği kavgada onu bulan bu kurdun adı Türkçeydi; kanser. Latincesi “Kordama”

Onu günden güne yiyip bitiren bu kurda karşı yıllarca direndi…

Kanser; belini büktükçe, saçlarını döktükçe, derisini yüzdükçe o pencerenin boğazından şehre pancur pancur aryasını döktü…

Befir barî, befir barî…

Öz ülkesinde bir yabancı gibi yaşayıp, kimsesizliğini bir Allahın kuluna anlatamadan çekip gitti yıldızlar ülkesine.

Yaralarını ana diliyle yani Kürtçe öptüremeden bırakıp bizi gitti…

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
9 Yorum
İrfan Sarı Arşivi