İbrahim Genç

İbrahim Genç

Arakan kan akıyor baksana

Arakan kan akıyor baksana

Arakan Müslümanları üzerinde uzun yıllardan beri asimilasyon ve imha politikası yürütülmesine rağmen uluslar arası kamuoyunun bundan ya haberi olmadı ya da sessiz kalmayı yeğledi. Oysa çeşitli kaynaklar bölgede yaşanan son olaylarda yüzlerce Müslüman’ın yaşamını yitirdiğini ve binlercesinin de evsiz kaldığını duyuruyordu. Bu son yaşananların nedeni olarak 28 Mayıs’ta Arakanlı bir kadının üç Rohingyalı erkeğin tecavüzüne uğrayıp öldürülmesi gösteriliyor. Geçmişte türlü bahanelerle Müslümanların köylerine ve camilere saldıran Budist milliyetçiler de bunu fırsat bilip on Müslüman’ı linç ederek öldürdüler. Ki öldürülen Müslümanlar da Rohingyalı bile değildi. Ama bölgede Arakan Müslümanlarına yönelik geçmişten bu yana yapılan ayrımcılık-ötekileştirme, halklar arasında düşmanlık duygularının kök salmasına neden olmuştur. Özellikle Myanmar (Burma) yönetiminin de Budist gruplardan yana cephe alması Müslümanların yalnızlaşmasına, savunmasız kalmasına ve çeşitli baskılara uğramasına neden olmaktadır. Bu yüzdendir ki bugün Birleşmiş Milletler (BM) Rohingyaları dünyanın en çok eziyet gören etnik gruplarından sayarken Sınır Tanımayan Doktorlar Örgütü (MSF) ise Rohingyaların tehdit altında olan on halktan biri olduğunu söylemektedir.

Rohingya Müslümanlarının yaşadığı Myanmar, geçmişten bu yana kırılgan ve değişken bir siyasi yapıya sahip olmuştur. Bu sebepledir ki yıllarca süren kaos, güvensizlik, darbeler ülkeyi esir almış ve ülke fakirleşmiştir. Bu kırılgan ve değişken siyasi yapıdan dolayı ülkenin ismi de Birmanya, Burma, Myanmar olmak üzere birçok defa değişmiştir. Bu siyasi yapı içinde Müslümanların durumu ise bazen umut ışığı belirse de daima kötüye gitmiştir. Özellikle değişen iktidarların Rohngyaları ötekileştirmesi ve diğer halkları Rohingyalara karşı kışkırtması, etnik-dini çatışmaların başlıca nedeni olmuştur. Resmi ideoloji ve Budistlere göre Arakan’daki Müslümanlar, sömürge döneminde İngilizler tarafından Hint alt kıtasından getirilmişlerdir. Dolayısıyla Rohingyalar kendi yurtlarında “dışarlıklı”, “yabancı” olarak görülmekte ve buna bağlı olarak da sistematik asimilasyon, yerinden göç ettirilme ya imha politikalarına maruz kalmaktadırlar. Bunun sonucundadır ki 4 milyon Rohingyanın yarısı vatansız, mülteci olarak başka ülkelerde yaşamaktadır.

Her ne kadar Müslümanlar “Dışarlıklı” olarak görülse de kaynaklar İslam’ın 8. yüzyılda Arakan’a Arap tüccarlar ve dervişler vasıtasıyla ulaştığını yazmaktadır. Güneydoğu Asya’da yapılan ticari ilişkiler ile 13. yüzyılda Arakan’ın Müslümanlaştığı ve 1430’da Arakan İslam Devleti’nin kurulmasıyla bölgenin uzun yıllar Müslümanlarca yönetildiği belirtilmektedir. Aynı şekilde Moro ve Patani Müslümanlarının da bölgedeki varlığı, benzer tarihsel süreci yaşamaları bunu desteklemektedir. Bütün bunlara rağmen Rohingyalar, Müslüman kimliklerinden dolayı dışlanmakta, aşağılanmakta ve tehdit edilmektedir. Kendi ülkelerinde adeta “misafir” gibi görülen Rohingyalar, geçmişten bu yana birçok ayrımcılığa uğramışlardır.

“TEK ULUS, TEK DİL, TEK DİN”

Arakan İslam Devleti, Budist Sultanlığın saldırıları sonucunda 1784’te yıkılmasına rağmen Budistler bölgeye tam olarak hakim olamamışlardı. Daha sonraki süreçte Arakan, 1824’ten 1948’e kadar İngilizler tarafından sömürülür. Bölgede bugünkü milliyetçiliğin kaynağı da İngilizlerin politikaları olduğu düşünülebilir. Çünkü daha 1932’de Londra’da Burma Konferansı’na Arakan Müslümanları davet edilmezken Budist Rakhineler bir heyetle temsil ediliyor. “Konferans’ta Burma’yı temsil eden güçlerin Arakanlılara karşı ayrımcı tutum takınan Thakins adı verilen kuruluş olduğu dikkate alındığında, İngilizlerle Budist Burma elitleri arasında bir ortaklıktan söz etmek mümkün (1).” Bu konferans sonucunda Rohingyalar görmezden gelinerek Burma’daki siyasi yetkiler Budist Thakins örgütüne verilir. Öyle ki 1942’de 100 bini aşkın Arakanlı Müslüman’ın katline ve 500 bin kişinin evlerini terk etmelerine yol açan saldırıların emrini verenlerinden biri de Thakins örgütünün Arakan’daki temsilciliğini yürüten bir Budist rahipti. Bağımsızlığa giden süreçte modern Burma’nın kurucusu Aung San’ın umut veren sözleri olsa da 1947’deki Panglong Konferansı’na yine Rohingyalar davet edilmez. 1948’te elde edilen bağımsızlıktan sonra da anayasa milliyetçi bir ruhla kaleme alınır.

Her ne kadar 1950 ve ‘60’lı yıllarda parlamenter sistemi uygulamak amacıyla girişimler olsa da milliyetçi politikalar ve güvensiz ortamdan dolayı tam olarak uygulanamaz. Bununla birlikte 1960’larda ‘Budizm’ devlet dini olarak kabul edilerek azınlıkları veya etnik unsurları anımsatacak herhangi bir terminolojinin kullanımı yasaklanır. Dönemin devlet başkanları tarafından Budizm, toplumsal bir çimento olarak kullanılır ve diğer halklar yok sayılır. Öyle ki “U-Nu’nun Myanmarlı olmak Budist olmaktır (Buddha Bata Lumyo) sloganına - ki Budizmi bir araç olarak kullanmayı yeğleyen bu politika 1961 yılından itibaren yürürlüğe girmiştir; bir sonraki lider Ne- Win’in liderliğinde ise, ana dil eklenmesi çoğulcu etnik yapıya sahip Myanmar’da zorunlu olarak ‘tek ulus, tek dil, tek din’ (Burman, Myanmarsa, Budizm) inşasını sürecine işaret etmektedir (1).” Yine Burma rejiminin Arakanlı Müslümanlara bakışını göstermesi bakımından Burma Başbakanlarından U-Saw’ın “Arakanlıların Burma kanı taşıdıklarını kanıtlayıncaya kadar ‘dışarlıklı’ olarak muamele görecekleri”ni dile getirmesi de dikkat çekicidir.

Milliyetçi-ayrımcı politikaların keskinleştiği 1962 darbesi ile Müslümanların hacca gitmek, kurban kesmek, cemaatle namaz kılmak gibi temel dini vecibeleri bile yasaklanmıştır. Camiler ve dini eğitim veren merkezler kapatılmıştır. Yine “1962-1984 yılları arasında 20 bin Rohingya öldürülmüş, yüzlerce kadına tecavüz edilmiş ve Müslümanların tüm mal varlıklarına el konmuştur. 1992’de 700 kadar, 1994’te ise 1000’den fazla Müslüman öldürülmüştür (2).” Budistleştirme politikasıyla Müslümanlar işlerinden çıkarılmış ve yerlerine Burmalılar yerleştirilmiştir. Bölgede özellikle öğretmenlerin Burmalı olması, asimilasyon politikası açısından dikkat çekicidir.  Bununla birlikte Myanmar yönetiminin Arakan’daki İslamî yapıları yıkması ve Arakan’ın her yerine Budist tapınağı yapması da Müslüman kültürünün izlerini silmeye yönelik politikalardır. Yine politikasının bir gereği olarak Arakan Eyaleti’nin adı Rakhine olarak, eyaletin başkenti Akyab’ın adı Sitwe olarak değiştirilmiştir. Kaynaklar bugün Arakan’da son üç yılda 12 caminin yıkıldığını ve 1962’den bu yana bölgede cami yapılamadığını belirtiyorlar.

Myanmar’da Müslümanlara yapılan ayrımcılık o kadar ileri boyuta ulaşmış ki Müslümanlar, vatandaş olarak kabul edilmedikleri için birçok haktan yararlanamıyorlar. Müslümanların izin almadan bir yerden bir yere gitmesi yasaklanmıştır. Öyle ki izinsiz Arakan dışına çıktıkları gerekçesiyle Şubat 2001’de ve 2008’de 105 Müslüman tutuklanmıştır. Neslin devamı için önemli olan evlilikte de Müslümanlar için zorlaştırılmıştır. Öyle ki evlenmek isteyen her kadın ve erken devlete vergi vermek zorundadır. Vergi verdiği halde evlenmelerine izin de çıkmayabiliyor. Birçok kişinin evlenmek için Bangladeş’e gittiği dile getiriliyor. Nasıl bir kölelik sistemidir ki Müslümanlar hiçbir ücret almadan devlet ya da Budistlerin işlerinde çalıştırılabilmektedir. Yine bir Müslüman iş kurmak istediğinde bir Budist ile ortaklık kurmak zorundadır. Tabi Budist’in hiç sermaye koymadan işletmenin yarısına ortak olması şartıyla. Müslümanlara bir suç isnat edildiğinde o kişinin kendini savunma hakkı yoktur, direkt hapsedilir. Müslümanlar en fazla liseye kadar okuyabilir, memur olamazlar. Bir Müslüman hastalandığında devlet hastanesinden yararlanamaz. Müslümanlara yapılan ayrımcılık ve ırkçı yaklaşımlar böyle uzayıp gitmektedir.

Arakanlı Müslümanlara yapılan asimilasyon ve imha politikasından dolayı bugün binlerce Müslüman mülteci olarak yaşamaktadır. Uluslar arası kamuoyunun tepkisizliği, Müslümanların mülteci olduğu ülkelerin kayıtsızlığı gibi nedenlerden dolayı Arakanlı Müslümanlar zor şartlar altında yaşamakta ve kendilerini tüm acılardan kurtaracak ölümü arzular hale gelmektedirler. Bugün Nobel ödüllü muhalif lider Aung San Suu Kyi ve diğer Nöbel ödüllü Dalai Lamaa’nın Müslümanlara yapılan katliamlara sessiz kalması düşündürücüdür ve eleştirilmektedir. Myanmar Başbakanı Thein Sein de mülteci konumundaki Rohingyaların sorunlarını çözmek yerine BM’ye Rohingyaların tamamen üçüncü bir ülkeye gönderilmesini teklif edip sorunun ancak böyle çözülebileceğini dile getirmesi, yapılanların devlet politikası olduğunu dolaylı olarak anlatmaktadır. Bununla birlikte ABD ve Britanya gibi güçlerin sessizliği, Türkiye’nin BM nezdinde aktif hareket etmemesi, İslam İşbirliği Teşkilatı’nın etkisizliği, ASEAN içindeki Müslüman ülkelerin sessizliği de dikkat çekicidir. Yazımızı şu soruyla bitirelim: Özellikle ABD ve Britanya’nın Myanmar yönetiminin ilkel politikalarına kör sağır kesilmesinin nedeni kereste, değerli taş, Hidro-karbon, petrol, mineral gibi zengin doğal kaynaklara sahip Myanmar’la kurmayı düşündükleri ekonomik ilişkiler olabilir mi?

(1) Dr. Mehmet Özay, “Arakana çözüm olmak” Arakan Raporu, Haziran 2012
(2) Dünya İnsan Hakları Raporu 2009, MAZLUMDER

Barışa, kardeşliğe ve birlikteliğe vesile olması dileğiyle hayırlı bayramlar…

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
5 Yorum
İbrahim Genç Arşivi