Özgür Amed

Özgür Amed

Anam, Seçim çalışmalar​ı ve Faşizm!

Anam, Seçim çalışmalar​ı ve Faşizm!

Sanırım 95 veya 99 genel seçimleri idi. Yani HADEP yılları…

Seçime az kalmış. Amed kenti yoğun siyasetten ciğer yemeye fırsat bulamıyor. Ve mahalle araları flamalar ile kaplı. Tutulan kahveler tıklım tıklım dolu. Oralarda hem siyasi tartışmalar hem de değerlendirmeler gırla gidiyor. 

Müzik desen tew tew! Li Badokê li Mêrdînê… Berxwedan xweş doze!

Herkes uzman herkesin bir konuda fikri var. Öyle zamanlar ki Amed Bağlar’da bizim evin aşağısında ki seçim kahvesine gelen Sokrates ile aziz dostu Aristo, konuşulanları duyunca utançlarından ara sokaklardan tüy olup gidiyorlar. İşte Sokrat’ın o efsane “Brêmin, bıldığım bişî mışî varsa o da bişî bilmedığımdır” sözü de bu kaçış esnasında söylendiği rivayet edilir.
 
Neyse konu dağılmasın, ben meramıma geçeyim hafiften. O seçim coşkusunun hepimizi etkisi altına aldığı xoş û beş zaman diliminde benim anamda seçim çalışmalarına katılıyor. Tansu Çiller’in deyimi ile “PKK helikopterler ile köyleri yaktı” realitesinden sonra metropol insanı olmuşuz. Annemin de ilk siyasal çalışmaları bu seçim ile başlıyor. Evimize en yakın seçim merkezine gidip akşam eve geliyor. Orada ne yapıyor ne ediyor tam bilmiyoruz. Saatler ve günler geçtikçe anamdaki değişim de bariz olarak gün yüzüne çıkıyor. Evden sabah çıkarken daha yeni konuşmaya başlamış, zar zor yürüyen bir kardeşimi de yanına almayı ihmal etmiyor. Eğer yanılmıyorsam bu kardeşim dünyada ki en hızlı örgütlenen insandır. Çünkü daha bebek olan bu sebinin akşam gelirken kolunun altında bir Özgür Halk vardı.

Ana baba demeden “süreç” demeyi öğrendi çocukcağız. “Yaw ana, kurban olim götürme bu çocuğu o kalabalık ortama, bir gün daha kalsa sakal bıyığı çıkacak dertten ve siyasi atmosferden” dedimse de laf dinletemedim. E tabi yıllar geçtikçe bizim çocuğun politizasyonu da had safhaya ulaştı. Başladığı ilkokul; resmen kâbusuna döndü. Hocanın derste sorduğu “Evet çocuklar, cumhurbaşkanımız kim?” sorusuna kimse cevap vermeyince büyük bir özgüvenle kalkıp “Abdullah Öcalan” demiş. Okul birbirine girmiş…

Az kala İç İşleri bakanlığı bizim eve gelidi. Neyse ki mesele tatlıya bağlandı…
 
Kürt siyasetinin gizli odaları o seçim kahvelerinden bahsediyorduk değil mi? Evet…

Anamın değişimi ise daha farklı bir boyutta. Toplumsal ve İdeolojik bir aydınlanma ile Frankfurt Okuluna kafa tutmasına az kalmıştı. İlk fark ettiği şey “okuma ve yazma” sorunsalı. O ara gazeteye de aboneyiz. Eve geliyor her sabah… Annem büyük bir azimle eline alıp manşetteki harfleri okumaya çalışıyor. Harfleri tanıyor ama birleştiremiyor. H, A, L, K… Ee ne oldu, şimdi birleştir dediğimizde: “Kalk” diyor. Yok anne halk diyor halk! Kalk nerden çıktı?... İşte yaşadığımız temel sorun bu minvalde. Peki çare ne ola ki?

Ona destek çıkması gereken kişi yani yol arkadaşı babamdan dayanışma istiyor. 5 bin yıllık erkek egemen köleci sistemin neolotik çağ savunucusu babam tabi ki yok diyor! Anam pes etmiyor. Öğrenmesi lazım. Çünkü akranları ile o kahvede dönen muhabbetlere katılmalı, konuşmalı ve kendini ifade etmeli. Kürtçe rahat konuşabiliyor ama bazı kavramları ifade etmek ve günceli anlamak, yorumlamak için başka araçlara da ihtiyacı var. Okumak gibi… Anam her yıl düzenli olarak ABD’yi vuran kasırgalar gibi babama yükleniyor ve yardıma ikna ediyor. E tabi evdeki iktidarından taviz verdiğini anlayan baba, sabahları biz uykuda iken çaktırmadan anama okumalar yapıyor. Yardımcı oluyor… Biz de görüyoruz lê bele çaktırmıyoruz.
 
Siyasete iyice ısınan anam, tabi akşam önüne oturulan kanalların etkisi ile de, “kavramlar” ile tanışıyor. Perspektif, hilbijartin, rêxistin, tevger, cinsiyetçi, proleter, burjuva ve daha aklıma gelmeyen bir sürü şey havada uçuşuyor. Anam da anlam vermeye çalışıyor… Gel zaman git zaman, Allah’ın emri, anamın da söylemlerinde değişimler yaşandı. O da artık yeni yeni şeyler söylemeye başladı…

Bir gün akşam geldi çalışmadan. Yorgundu. Biraz dinlendikten sonra bir şey istedi ve bende getiremedim sanırım. Ya da yok dedim… Hoşuna gitmedi bu durum. Ve o an hayatının atarını yaptı bana. Yüzüme uzun uzun baktıktan sonra “Sus! Faşisttt” dedi.

Evet, gözümüz aydın! Anam faşisti öğrenmişti. İlk siyasal fedai eylemini bana yapıp uygun zamanda uygun bir yerde cümle kullanmıştı. Öyle donakalmıştım. Meğerse anam kinetik enerjinin çekirdek kabuğuna en yakın parçacığı haline gelmişte haberimiz yok.

Bunun verdiği müthiş ruh hali patladı bana.

Bu ayarından sonra herhangi bir ideolojik şiddete maruz kalmamak için bir pox yemedim. Çünkü adım gibi emindim anam daha işbirlikçi, goşist, oportünist ve bilumum kelimeleri kullanmak için can atıyordu. O’na bu fırsatı vermemeliydim. Vermedim de. Mücadele çetin geçti…

Yıllar yılı, mevsimler mevsimleri kovaladı.

Geçenlerde Erdoğan’ın grup toplantısı konuşmasına denk gelen anam “Kapatın bu faşistî” diyerek kelimeyi doğru adrese teslim etti.

Yani yıllar ona çok şey öğretti. Kime ne diyeceğini biliyor. En azından bana demiyor artık…


(Not: Anama sokulup "Bu hafta bir yazı ile sana bulaşacağım" dedim. Kalktı pencerenin önüne geçti. Güneşin pencere camına vurulup hafif kırılan ışınları, anamın saç telleri arasından süzülerek babamın ceketine düşüyordu. Camdan ileri bakmaya devam ederek derin bir iç çekti. Döndü bana baktı ve “Korkmuyorum. İstediğini yaz!” dedi. Oturup ağladık, faşist bir çay demledik! Perinçek’i açıp dinledik.)

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
14 Yorum
Özgür Amed Arşivi