Ümit Yazıcıoğlu

Ümit Yazıcıoğlu

AB’nin Askerî Temeli

AB’nin Askerî Temeli

Değerli Okuyucularım, Avrupa Parlementosu Sol Parti eski milletvekillerinden değerli arkadaşım Tobias Pflüger'in[1] Almanca olarak kaleme almış olduğu Evropa İmparatorluğu İktisat gücü AB'nin askerî temeli başlıklı makaleyi sizlerle bugün köşemde paylaşmak istiyorum.

“Avrupa Birliği şu anda esaslı bir değişim içerisinde. Bunu, Birlik'i "iyi huylu bir imparatorluk"[2] olarak gören AB Genişleme Komiseri Olli Rehn"in veya gene (AB'ni) "bir nevî imparatorluk"[3] olarak gören Komisyon Şefi José Manuel Barroso'nun sözleri kanıtlıyor. Yanlış bir alçak gönüllük zamanı artık geçti, AB ve üye ülkelerindeki sorumlular, büyük güçler arasında yükselme arzusunu ofansif bir biçimde ifade ediyorlar. 2000 yılında açıklanan ve on yıl içerisinde dünyanın bir numaralı iktisadî gücü olma hedefini içeren Lizbon Stratejisi bu bağlamda "Süper güç AB"nin iktisadî komponentini oluşturmakta. Bu hırslı hedefe, bir taraftan üye ülkelerin neoliberal yeniden yapılandırılması – Almanya'da Ajanda 2010 ve buna bağlı olarak masif sosyal kısıtlamalarla – ve bununla bağlantılı olarak kendi liberalleştirme ajandasının dışarıda da gerçekleştirilmesi ile ulaşmak isteniyor.

Aynı zamanda ekonomik dünya gücü olma arzusuna askerî bir temel yaratmak için, bunlara paralel olarak Avrupa Birliği'nin militaristleştirilmesi için geniş bir programa başlanmış olması boşuna değil. Bu makale, bu gelişmenin önemli duraklarını, belgelerini ve parçalarını aktarmakta ve bunları, giderek daha açık bir biçimde kendi iktidar çıkarlarını hedefleyen Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası (AGSP) bağlamında analiz etmektedir. Özünde içeriksel olarak üç şey söz konusudur: Dünya ölçüsünde etki – ABD'ye de karşı; hammadde kontrolü ve neoliberal dünya düzeninin askerî (açıdan) güvenceye alınması.

1.Avrupa'nın militaristleştirilmesinin durakları ve parçaları

Ortak Dış ve Güvenlik Politikası (ODGP) 1990'lı yılların başında Maastricht Antlaşması ile Avrupa Birliği'nin üç merkezî sütunundan birisi olarak uygulamaya sokulduktan sonra, uzun yıllar boyunca gölgede kaldı. Ancak 1998 sonunda St. Malo'da gerçekleşen Fransız-Britanya buluşması esas itibariyle Avrupa Birliği'nin militaristleştirilmesine giden yolu açtı. Ardından bir sonraki yılın Haziran ayında Devlet ve Hükümet Başkanları Zirvesi bir AB müdahale birliğinin kurulmasını karar altına aldılar. AB Konseyi'nin 1999 Aralık'ında[4] AB Sözleşmesi'nin 23.maddesi ile bağlantılı olarak 13.maddesi çerçevesinde alınan "European Headline Goal" kararıyla, müdahale birliğinin sayısının, üçte birini Almanya'nın vereceği, 60.000 askerden oluşacağı kararlaştırıldı. Böylesi bir kontenjan için gerekli olan rotasyon dikkate alınırsa, tahminen sürekli 150.000 ile 180.000 askerin hazır tutulması gerekir. Artık operasyona hazır olduğu açıklanan birliğin aksiyon çapı da hayli ilginç. Çap, şimdilik, dünyayı saran yakınlığı ile burada söz konusu olanın, Avrupa'nın çıkarlarını gerçekleştirmek için küresel çapta eylem gösterecek bir müdahale ordusunun etabile edildiği kanıtlayacak şekilde, Brüksel'in etrafında 4.000 kilometre olarak çizildi.

Avrupa Konseyi'nin 2000 Aralık'ında Nizza'da yapılan toplantısında, AB Sözleşmesi"nin 11.maddesi ve ardılları gereğince bir Askerî Komisyon (EUMC), Askerî Kurmaylık (EUMS) ve kalıcı Politik ve Güvenlik Politikası Komitesi"nin (PSK) oluşturulması kararıyla, ofansif yönelimli AB birlikleri için örgütsel çerçeve koşulları yaratıldı. Böylece yeni askerî anlayış hızla pratik haline geldi: ilk AGSP operasyonları, Makedonya'daki "Concordia" ve Kongo'daki "Artemis", 2003 yılında gerçekleştirildiler. "Artemis" operasyonu iki nedenle ilginçtir: Bir kere operasyon bölgesinin Brüksel'den uzaklığı 4.000 kilometreden fazladır, ki böylelikle aslında geniş tutulan çap sınırlaması artık geçersiz kılınmıştır. AB ayrıca, Fransa'nın operatif öncülüğü üstlenmesi ile, NATO yapılarından destek almadan ve ABD'den bağımsız harekete geçmiştir. 2004 Aralık'ında Avrupa Birliği, Bosna-Hersek'teki NATO misyonunu üstlenmiştir. Bu, "Althea" olarak adlandırılan operasyon toplam 7.000 askeri içermektedir ve bu sayı AB silahlı kuvvetlerinin artmakta olan önemini manisfeto etmektedir. O zamandan bu yana operasyonların sayısı artmıştır. Şu anda Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası çerçevesinde 20'den fazla misyon yürütülmektedir.[5]

Bunun ötesinde 2004 Haziran'ında Avrupa Konseyi tarafından "Headline Goal 2010" başlığında, (Battlegroups olarak adlandırılan) AB mücadele birliklerinin oluşturulmasını öngören yeni bir askerî hedef karar altına alınmıştır. Bu, 1.500 askerden oluşan ve aşırı derecede esnek savaş birlikleri, 5 ile 30 gün arasındaki bir süre içerisinde gönderilecekleri yerde konuşlandırılabilecekler. 2007 Ocak'ından bu yana, şimdiye kadar planlanan ve gerektiğinde BM kararı olmadan da savaşabilecek toplam 22 savaş birliğinin bazıları oluşturulmuştur.[6]

AB aynı zamanda, gene 2007'den bu yana, 2.000 askerlik operasyonların planlanması ve gerçekleştirilmesi için sivil-askerî hücre olarak adlandırılan kuruma da sahiptir (AB önceleri ya ulusal kapasitelere, ya da NATO'ya ve böylelikle ABD'ye bağımlıydı). Bu yapı, Avrupa Birliği'nin kendisini ABD'nden kurtaracak, yani bağımsızlaştıracak olan, tam olarak işleyebilir merkez komutanlığın temelini oluşturmaktadır.

2.Küresel güç Avrupa

2003 Aralık'ında karar altına alınan Avrupa Güvenlik Stratejisi (AGS), Avrupa askerî komponentinin geliştirilmesi için (AB Komisyonu'nun eski danışmanı ve Brüksel'deki AB-Rusya Merkezi'nin şimdiki müdürü olan Fraser Cameron'un dediği gibi) bir "kilometre taşı"ydı. Avrupa Birliği AGS ile, yanlış anlaşılmayacak bir biçimde, süper güçler konserinde öncü rol oynamak arzusunun altını çiziyordu: "Avrupa Birliği, 25 ülkenin birliği olarak ve dünya çapındaki GSMH'nın bir çeyreğini yaratan 450 milyondan fazla nüfusu ile (...) zorunlu olarak bir küresel aktördür. (...) Bu nedenle Avrupa, küresel güvenlik ve daha iyi bir dünya için sorumluluk almaya hazır olmalıdır."[7]

AGS aynı zamanda, erkenden askerî olarak karşı çıkılması gereken bir dizi tehditi de teşhis etmekte: "İlk savunma çizgisi çoğunlukla yurtdışında olacaktır. (...) Erken, hızlı ve gerektiğinde sert müdahaleyi teşvik eden bir strateji kültürü geliştirmeliyiz."[8] AGS böylelikle, hammadde ithalatine olan artan bağımlılığı ifade ederek, dolaylı olarak ABD'nin önleyici savaş stratejisini almaktadır.

Bu kısa genel bakış bile, Avrupa'nın militaristleştirilmesinin ne denli ilerlediğini göstermektedir. Ancak Lizbon Sözleşmesi ile önemli ölçüde daha da ileriye götürülmek istenmektedir.

3.Sözleşme ile militaristleştirme

Lizbon Sözleşmesi, başlangıçta, yani İrlanda Referandumu'nun antlaşmayı reddetmesinden önce, 2009 yazında Birliğin hukuksal temeli olarak yürürlüğe girecekti.[9] Önceli olan AB Anayasası'nın, Fransa ve Hollanda'da 2005"de yapılan referandumlarda reddedilmesine rağmen, AB hükümetleri, Federal Hükümetin bir basın açıklamasında açık olarak itiraf edildiği gibi, önemli maddeleri Lizbon Sözleşmesi içine almayı başarabilmişlerdir: "Fransa ve Hollanda"da reddedildikten sonra ›Avrupa için Anayasa‹ tanımı tutulamazdı. Alman Konsey Başkanlığı"nın açıklanmış olan hedefi ise, anayasanın özünü korumaktı. Bu başarılabildi."[10] İşte bu öz, kuruluş sözleşmelerinde yazılı olan neoliberal iktisat modelinin yanısıra, bilhassa askerî alandaki yeni düzenlemelerden oluşmaktadır. Lizbon Sözleşmesi'nde böylece AB savaş operasyonlarının olası ödev yelpazesi esas itibariyle genişletilmektedir. 43. (1). maddede bunun için, şüpheli bir biçimde Irak'a karşı girişilen saldırı savaşına ABD tarafından gösterilen gerekçeyi anımsatan, "üçüncü ülkelerin, kendi hükümranlık alanlarında terörizme karşı verdikleri mücadelenin desteklenmesi", "krizle başa çıkılma çerçevesinde silahlı operasyonlar" ve "durumun stabilize edilmesi için operasyonlar"tanımları, yani Afganistan'daki gibi işgal misyonlarıve hatta "ortak silahsızlanma tedbirleri" yer almaktadır. Ayrıca Lizbon Sözleşmesi, 222.(1a) maddesi ile "dayanışma şartı" olarak tanımlayarak, AB"nin "Üye devletlerin hükümranlık bölgesinden terörist tehditleri bertaraf etmek için, üye devletler tarafından hazır tutulan askerî araçlar da dahil olmak üzere, elindeki bütün araçları" mobilize etme zorunluluğunu koymaktadır. Avrupa Birliği bu madde ile sadece askerî bir birlik olmakla kalmamakta, aynı zamanda ülke sınırları içerisinde de AB ordusunun kullanılması opsiyonunu açmaktadır. Bu son derece problematiktir, çünkü AB Adalet Bakanları 2001 Aralık'ında yaptıkları bir çerçeve açıklamasında, terörizmin "kamu kurumlarını veya uluslararası bir örgütü belirli eylemleri yapması ve yapmaması için orantısız baskı altına almayı" hedefleyen faaliyetleri de içerdiğini vurgulamaktaydılar. [11] Bu çerçevede o çok övülen Temel Haklar Şartı'nın, bir ayaklanmayla mücadele etmek için hedefli öldürmeyi meşrulaştırması da ilginçtir: "Bir öldürme eylemi, eğer bir başkaldırıyı veya ayaklanmayı hukuka uygun olarak ezmek için mutlaka gerekli olan bir şiddet uygulaması sonucunda olduysa, bu maddenin (2.Madde, 1.Bend: Yaşama hakkı) zedelenmesi anlamına gelmez." [12]

Ayrıca Lizbon Sözleşmesi tam anlamıyla bir silahlanma ivmesi gerçekleştirecek. Çünkü 41.madde ilk kez, hâlen yürürlükte olan Nizza Sözleşmesi'nce yasaklanan bir AB Silahlanma Bütçesinin hazırlanma olanağını açmaktadır. Bunun ötesinde 42.(3)madde üye devletlere emsalsiz bir biçimde silahlanma zorunluluğunu getirmektedir: "Üye devletler kendilerini, askerî yetilerini adım adım iyileştirmeye yükümlü kılarlar". Bu yükümlülüğün yerine getirildiğini kontrol etmek için 2004 Haziran'ında "Avrupa Silahlanma Ajansı" kuruldu. Bu kurumun eski AB Anayasası Taslağı'nda doğrudan "Avrupa Silahlanma, Araştırma ve Askerî Yetiler Dairesi" olarak anılması, aynı silahlanma yükümlülüğü içerisine yurtiçi gayri safi hasılasının yüzde 2'sini silahlanma giderleri olarak yerleştirmeye yönelik eski girişimler gibi, asıl hedefini açıkca ortaya koymaktadır. Bu gerçekleşseydi, Almanya için giderlerin yüzde 30 artması sonucuna yol açacaktı.

Özellikle ürkütücü olan, AB savaş birliklerinin yurtdışına gönderilmesi konusunda AB düzeyinde erklerin eşitliği ilkesinin fiilen devre dışı bırakılmış olmasıdır. Örneğin 275.madde AB askerî politikası ile ilgili olarak Avrupa Yüksek Mahkemesi'ne hiç bir kontrol yetkisi vermemektedir. Avrupa Parlamentosu'da devre dışıdır, sadece 36.madde gereğince Yürütme'nin yaptıkları hakkında "bilgilendirilme" hakkına sahiptir. Gerçi parlamento "Konsey'e ve Yüksek Temsilci'ye soru" yöneltebilir, ancak herhangi bir karar alamaz. Zaten, Battle Group"ların kısa sürede hazır olabilmelerinin (5 ila 30 gün içinde) Alman parlamento kararı gerekir ilkesi[13] ile bağdaşıp bağdaşmadığı sorusu açık olarak yanıtlanmamıştır. O zamanın Britanyalı Konsey Başkanı, bu satırların yazarının Avrupa Parlamentosu'nun Güvenlik ve Savunma Altkomisyonu'nda sorduğu bu soruya, Alman meslektaşlarının Federal Parlamento'nun sonradan da onayı almanın olanaklı olduğunu söyledikleri yanıtını vermiştir. Federal Savunma Bakanlığı Parlamenter Devlet Müsteşarı (CSU'lu) Christian Schmidt'in AB Battle Groups'ları ve NATO Responce Force'u için tedbiri karar alınmasını talep etmesi, tam da bu resme uymaktadır. [14] CDU/CSU Federal Meclis Grubu'nun 2008 Mayıs'ında yayımladığı "Almanya için güvenlik stratejisi" belgesi bunu resmen önermiştir. [15] Demokratik kontrol olanaklarının böylesine belirleyici bir konuda belirgin bir biçimde kısıtlanması, Yürütme'nin AB ordularını neredeyse istediği biçimde kullanabilmesine neden olacağından, kabul edilebilir değildir. Avrupa Parlamentosu'nun AB ordularının kullanılması konusunda hiç bir karar yetkisine sahip olmamasından sonra, şimdi de "Almanya için güvenlik stratejisi" ile Federal Parlamento'nun hükümranlığı kaldırılmak ve savaş ve barış konusundaki belirleyici soru üzerindeki formel erklerin eşitliği ilkesi de yok edilmek istenmektedir.

4. Somut Çekirdek Avrupa Konsepti

Lizbon Sözleşmesi, hedeflenen militaristleşmenin yanı sıra, güçlü ve nüfusu çok olan AB ülkeleri lehine güç kaymasını gerçekleştirecek. Bunun için iki unsur belirleyicidir. Bir kere 46.madde, tek tek üye devletlerin Çekirdek Avrupa ilkesi çerçevesinde askerî alanda Exklusiv-Gruplar oluşturmalarını olanaklı kılacak "Sürekli Yapısal İşbirliği"nin yürürlüğe sokulmasına olanak tanımaktadır. Burada "sadece işbirliğine katılan üye devletlerin temsilcileri arasındaki" oy birliği ilkesi söz konusu olduğundan, askerî alanda bugüne kadar geçerli olan mutabakat yükümlülüğü ortadan kaldırılmaktadır. Ayrıca 10 nolu tutanak, "Sürekli Yapısal İşbirliği"ne sadece önemli AB silahlanma projelerine katılan ve Battle Group'lar oluşturan üye devletlerin katılabileceğini öngörmektedir.

En sonunda da Lizbon Sözleşmesi ile AB'nin en önemli kurumu olan Devlet ve Hükümet Başkanları Zirvesi'ndeki oy dağılımı büyük güçler lehine değiştirilmektedir. Yeni düzenlemeden, başta oy oranını yüzde 8,4'den yüzde 16;73'e katlayan Almanya olmak üzere, nüfusu çok olan ülkeler faydalanmaktadır. Ama Fransa, Britanya ve İtalya"da kârlılar arasındalar. Bu güç kaymasının Lizbon Sözleşmesi"nin yürürlüğe girdikten sonra yol açacağı sonuçlar tahmin edilemeyecek kadar büyük: "Bundan sonra Birlik, başka bir Birlik olacak. Üye devletler hükümranlıklarından kaybetmeye devam edecekler, büyük ülkeler, küçüklerin aleyhine güçlendirilecek ve karar yapılanmalarının merkezîleştirilmesi AB'ni daha da antidemokratik yapacaktır. AB, karşılıklı anlaşan birliktelik olma karakterini kaybetme ve merkez çeper arasında sıkı hegemoni düzeni boyunduruğu altına girme tehlikesi ile karşı karşıyadır." [16] Bu, şimdi somut uygulamaya geçilen, bilindik Çekirdek Avrupa Konsepti'nden başka bir şey değildir.

5. Hammaddelerin askerî güvence altına alınması

Dünya çapında, müthiş artan talep karşısında giderek azalan petrol rezervleri nedeniyle enerji güvenliğinin askerî araçlarla sağlanması düşüncesi, sadece ABD'nde değil, Avrupa Birliği içerisinde de giderek daha güçlü bir biçimde strateji planlamasının merkezine oturmaktadır. AB'nin askerî beyaz kitabı askerî siyaset belgesi, ç.n. için hazırlanan European Defence Paper adını taşıyan belgede hammadde savaşları açıkça göze alınmaktadır: "Geleceğin bölgesel savaşları (...) güvenliği ve refaıh doğrudan tehdit etmeleri nedeniyle, Avrupa'nın çıkarlarını ilgilendirebilir. Örneğin petrol tedarikinin aksamaya uğramasıyla ve/veya enerji masraflarının masif artması (veya) ticaret ve mal akımlarının aksamasıyla". Bu sözlerin ardından somut olarak şu senaryo açıklanmaktadır: "Hint Okyanusu"na sınırı olan bir X ülkesinde Batı karşıtı güçler iktidarı ele geçirdiler ve Batılıları ülkeden atarak, Batı çıkarlarına saldırıyorlar." Bu durumdaki hedef te şöyle açıklanıyor: "işgal edilmiş bölgenin kurtarılması ve X ülkesinin bazı petrol istasyonları, boru hatları ve limanları üzerindeki kontrolün ele geçirilmesi." [17]

6. Küreselleşmenin askerî açıdan güvence altına alınması

Avrupa Birliği, kapitalist küreselleşmenin ve onu takip eden politikaların dünya nüfusunun büyük bölümleri arasında dramatik bir biçimde yoksullaşmaya yol açmasına rağmen, liberalleştirme ajandasını yıllardır büyük Avrupa alanında ve, ki bunu Lizbon Stratejisi'nin dışpolitika yaklaşımları göstermektedir, Avrupa'nın ötesinde giderek daha saldırgan bir biçimde gerçekleştirmeye çalışmakta. Bu bağlamda Lizbon Sözleşmesi'nin 21.(2)maddesi Avrupa Birliği'nin "yoksulluğu yok etmeyi öncelikli hedef olarak görmektedir" cümlesinin ardından merkezî tedbir olarak: "bütün ülkelerin dünya iktisatına entegre edilmesini, adım adım uluslararası ticaret engellerinin yok edilmesi de dahil, teşvik etmeyi" göstererek, sarkastik bir biçimde ilk cümle ile alay ettiği görülmektedir.

İşte bu çerçevede orduya, neoliberal dünya iktisat modelinin hiyerarşi ve sömürü ilişkilerini güvence altına alma ve dünya çapında uygulanmasını sağlama görevi verilmektedir. Artık Dünya Bankası bile, Üçüncü Dünya'da ihtilafların şiddetle beraber artmasının en önemli faktörünün, telkin edilmeye çalışıldığı gibi dinî, entik veya başka faktörlerin değil, yoksulluk olduğunu itiraf etmek durumundadır. [18] Yani, küreselleşme bir tarafta Batı'nın büyük tekellerine yeni kâr olanakları açarken, diğer tarafta sürekli olarak üretilen ihtilaflar, küresel düzenin istikrarını garanti etmek için "barışçıllaştırılmalıdır".

Bunların ötesinde, kendisini güvenlik politikası ve şirketler arasında bir merkezi organ olarak etabile ettirmeye çalışan "griephan global security" adlı dergide yayımlanan bir makalenin gösterdiği gibi, bu alanda elde edilmiş olan "ilerlemelerin" bir daha geriye döndürülememez biçimde şekillendirilmesine çalışılmaktadır: "Şu anda en büyük rizikolardan birisi, dışlanmış olanlara sahip çıkacak olanların ortaya çıkması ve ulusal düzeyde etkilerini yeniden geçerli kılmalarıdır. Buradan gerek küresel şirketler, gerekse de yatrımcılar için bir meydan okuma doğmaktadır: Küresel şirket yapılanmaları, ›ülke rizikosunun‹ en geniş anlamında sertleştiği bir dönemde nasıl korunabilirler? Şirketler kendilerini ulusal devletler içerisinde politik ve sosyal başkaldırmalara karşı güvenceye almak zorundadırlar." [19]

7. Robert Cooper'in emperyal düzeni

Birlik, bu iktisadî yayılma stratejisinin, ya sosyal karışıklıklar, şiddet içeren ihtilaflara dönüşebilecek yoksulluk ihtilafları ya da AB'nin liberaleştirme projesine direnen hükümetler biçiminde dirençle karşılaşması durumunda, ordusunu emperyal düzenin ayakta tutulması için kullanmaya giderek daha çok hazır olmaktadır. Javier Solana'nın ofis şefi ve Avrupa Güvenlik Stratejisi'nin ana yazarı olan Robert Cooper'in açıklamaları, bu sonucu ortaya koyuyor: "Postmodern emperyalizmin iki unsuru vardır. Birincisi, küresel ekonominin gönüllü emperyalizmidir. Bu, normalde IMF ve Dünya Bankası gibi uluslararası finans kurumlarınca uygulanır. (...) Postmodern emperyalizmin ikinci boyutu olarak, komşunun emperyalizmi anılabilir. Komşu ülkelerdeki istikrarsızlık, hiç bir devletin boş veremeyeceği bir tehlike oluşturmaktadır. Balkanlar"daki politik yolsuzluk ekonomisi, etnik şiddet ve kriminalite, Avrupa için bir tehdit oluşturmaktadır. Buna verilen yanıt, Kosova ve Bosna"da bir nevî gönüllü BM Valiliği yaratmaktı." [20] AB'nin üst düzey politikacısı böyle çeper ülkelerin kesinlikle gönüllü olmayan yeniden sömürgeleştirilmesinden bahsetmektedir.

Ayrıca Cooper, sadece emperyal düzeni Avrupa büyük alanında güvence altına almakla kalmak istememekte, aksine bu düzeni geri kalan dünyaya da kabul ettirmek istemektedir: "Postmodern dünyanın meydan okuması, çifte standartlar düşüncesi ile başa çıkabilmektir. Kendi aramızda yasalar ve açık kooperatif güvenlik temelinde ilişki kurmaktayız. Ancak, postmodern kıta olan Avrupa"nın dışındaki daha gelenekse ülkeler söz konusu olduğunda, geçmiş dönemlerin daha sert metodlarını kullanmak zorundayız –19. Yüzyıl'daki gibi her ülkenin kendi başına durduğu zamanda yaşayanlarla başa çıkmak için şiddet, önleyici saldırılar, şaşırtmacalar benzeri gerekli olan herşey kullanılmalıdır. Kendi aramızda yasalara uyuyoruz, ama ormanda hareket ediyorsak, biz de ormanın yasalarını uygulamak zorundayız."

Welt am Sonntag gazetesinin başyazarının, Avrupa Birliği'nin "geleceğin imparatorluğu" olması ve gelecekte Afrika'da "emperyal istikrar gücü" olarak hareket etmesi gerektiği önerisinin [21] benzeri önermeler, bu arka plan önünde çoğalmaktalar. Bu, adî bir biçimde tutarlılık sayılır. Çünkü egemen olan hiyerarşi ve sömürü koşullarını değiştirme iradesi olmadığı müddetce, bu emperyal düzenin "yeryüzünün yoksullarına" [22] karşı askerî biçimde korunması gerekmektedir.”


[1] Tobias Pflüger, MdEP 7 Haziran 2009 Avrupa Parlamentosu seçimlerine kadar DİE LİNKE  (SOL Parti) partisinin Avrupa Parlamentosu milletvekiliydi. DİE LİNKE listesinin 10. sırasından yeniden aday olan Pflüger, partisinin yüzde 7,5'luk bir oy oranıyla sadece 8 sandalye kazanması sonucunda parlamentoya yeniden seçilemedi. Pflüger, Tübingen'deki Informationsstelle Militarisierung IMI'nin kurucuları arasındadır ve Avrupa barış hareketinde silahlanma ve militaristleşme uzmanı olarak üne sahiptir, Makle Almancadan türkçeye değerli dostum Murat Çakır taraından çevrilmiştir.

[2] Alan Posener, Globale Politik – Warum Europa das Zeug zur Weltmacht hat. (Küresel Politika – Avrupa neden dünya gücü olma potansiyeline sahiptir). 15.9.2007 tarihli Die Welt gazetesi, S.7

[3] »Dimensionen eines Imperiums«, Interview mit José Manuel Barroso (»Bir imparatorluğun boyutları«, José Manuel Barroso ile röportaj). 17.10.2007 tarihli Die Welt gazetesi, S.3

[4] 10./11.12.1999 tarihinde Helsinki'de yapılan Zirve'de, toplantı başkanının çıkarsaması, Ek IV.

[5] Sadece 2008 yılında Mayıs ayına kadar (Çat, Guinea-Bissau ve Kosova olmak üzere) üç operasyon başlatıldı.

[6] Otfried Nassauer, Europas schnelle Eingreifsverbaende, Berlin-Information Center for Transnational Security, November 2004 (Avrupa"nın hızlı müdahale birlikleri, Berlin-Uluslaşırı Güvenlik için Bilgi Merkezi, Kasım 2004).

[7] Avrupa Güvenlik Stratejisi. Daha iyi bir dünyada, güvenli bir Avrupa, Brüksel, 12.12.2003

[8] Aynı yerde.

[9] Avrupa Birliği Konseyi, Avrupa Birliği Sözleşmesi ile Avrupa Birliği'nin Çalışma Tarzı Üzerine Sözleşmesi"nin konsolide edilmiş metni, Brüksel 15.4.2008.

[10] Staats- und Regierungschefs verabschieden Reform der Europaeischen Union, e-public, das Europa Magazin, Nr. 50/2007 (Devlet ve hükümet başkanları, Avrupa Birliği"nin reformunu karar altına alıyorlar, e-public, Avrupa magazini, No. 50/2007).

[11] Jean-Claude Paye, Ausnahmezustand in Permanenz, Blaetter für deutsche und internationale Politik, 9/2006 (Permanent olağanüstü durumu, adı geçen dergi).

[12] Temel Haklar Şartı"na yönelik açıklama, 2007/C 303/02, 1 f.

[13] BVerfGE 90, 286 (381 ff.); Silahlı Kuvvetlerin yurtdışında kullanılmasına yönelik kararın verilmesinde parlamentonun katılmasına yönelik yasa (Parlamentonun Katılma Yasası), BGBl. 2005 1, 775 ff.

[14] 7.1.2007 tarihli Handelsblatt gazetesi.

[15] Almanya için güvenlik stratejisi, CDU/CSU Federal Parlamento Grubu'nun 6.5.2008 tarihli kararı.

[16] Andreas Wehr, Vom Verfassung- zum Reformvertrag, Marxistische Blaetter 5/2007 (Anayasadan, reform sözleşmesine, adı geçen dergi).

[17] André Dumoulin, European Defence – A Proposol for a White Paper, Report of an independent Task Force, Paris, Mai 2004, 81 ff. (Avrupa Savunması – Beyaz Kitap için taslak, rapor).

[18] World Bank, Breaking the Conflict Trap: Civil War and Development Policy, Oxford 2003

[19] David Bowers, Nationale Bedrohungen für globale Bestrebungen, in. griephan global security, Herbst 2007, 8-14, 10. (Küresel uğraşlar için ulusal tehditler, adı geçen dergi).

[20] Robert Cooper, The Post-Modern State, in: Mark Leonhard (ed.) Re-Orderıng the World, London 2002, 11-20, 18. (Postmodern devlet, Mark Leonhard'ın derlediği, adı geçen kitapta).

[21] Alan Posener, Globale Politik – Warum Europa das Zeug zur Weltmacht hat, Die Welt, 16.9.2007 (Küresel Politika – Avrupa neden dünya gücü olma potansiyeline sahiptir). 15.9.2007 tarihli Die Welt gazetesi).

[22] Franz Fanon, Die Verdammten dieser Erde, Frankfurt a.M. 2009 (1969), (Bu dünyanın lânetlileri, adı geçen eser).

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
2 Yorum
Ümit Yazıcıoğlu Arşivi