Seferi Yılmaz ile Röportaj

Seferi Yılmaz ile Röportaj

Son yıllara damgasını vuran Şemdinli olayının en önemli tanığı ve mağduru Seferi Yılmaz ile yaptığımız özel röportaj...

Kasım 2005'te meydana gelen ve yıla damgasını vuran Şemdinli olayı 2007'de askeri mahkemenin verdiği kararla bazı kesimlerce "hukuk skandalı" olarak nitelendirildi... Son yıllara damgasını vuran Şemdinli olayının en önemli tanığı ve mağduru Seferi Yılmaz ile yapmış olduğumuz röportaj:

 

 

Röportaj: Emin Sarı

 

Emin Sarı: 2005 yılında sizin işlettiğiniz Umut Kitapevine yönelik bombalı bir saldırı son yılların en çarpıcı gelişmelerine neden olmuş, yaklaşık iki yıllık çok ses getiren bir süreç sonrasında sivil mahkemelerin 39 yıl ceza verdiği sanıklar Askeri mahkeme tarafından yakın zamanda serbest bırakıldılar. Bu olayın en önemli tanığı ve mağduru olarak bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

 

Seferi Yılmaz: Aslında sürpriz olmadı. Başta bu tahliye kararını Van 3. Ağır Ceza mahkemesine aldırmak istediler. Mahkeme heyeti üzerinde çok ciddi bir baskı vardı. Ama buna rağmen mahkeme heyeti vicdanlarının ve savcı Sarıkaya'nın hazırladığı iddianamenin etkisiyle 39 yıllık bir ceza verdi. Tabi buda budanmış ve eksik bir karardı. Zira, mahkeme heyeti savcı Sarıkaya'nın iddianamesini budayarak oluşumu 3 kişiyle sınırlı tuttu ve arkalarındaki isimleri hiç araştırmadı.

 

Böyle yapmalarına rağmen Yargıtay'ın bozma kararına uymadıkları kararlarında direttikleri için sürgün gibi görevlendirmelerle dağıtıldılar. Bu sürgün tıpkı Savcı Ferhat Sarıkaya'nın görevden alınması gibi bir gözdağıydı. Kime gözdağıydı? Başta yeni oluşturulan mahkeme heyetine gözdağıydı. Ayrıca oluşturulan yeni heyet zaten AKP hükümetinin etkisinde bir heyetti ve diyebilirim ki sırf bu karar için oluşturuldu. Bunu 4 günlük savcının tahliye istemesinden rahatlıkla anlayabiliriz. Benim bu konuda daha vahim bir tezim var oda AKP hükümetiyle ordu çevreleri arasında bu dava üzerinden bir uzlaşma yaşandığıdır, zira hatırlarsanız Başbakan, 9 Kasım sonrasında çok önemli ve cesur mesajlar vermişti; “Nereye kadar giderse gitsin” diyordu. Ama karar sonrasında konuyu gündemine bile almadı. Bu birinci boyutu, ikinci boyutu ise; özelikle bölgemizde 90'lı yıllardan bu yana var olan gayri nizami savaş örgütlerine verilmiş bir güven mesajıdır. Eğer bu şahıslar tahliye edilmesiydi bu oluşumlarda çözülmeler başlayacaktı ve Allah bilir kimlerin isimleri ortaya çıkacaktı. Uzun sözün kısası geçmişe ve geleceğe dönük herkese herkesime verilmiş mesajlar içeren hukuk devletinde rastlanmayacak olumsuz bir karar olarak değerlendiriyorum.

 

Ülke ve dünya gündemini uzun süre meşgul eden çarpıcı ve çok tartışmalı bir sürecin en önemli ismi oldunuz, Şemdinli davasını sonuna kadar takip ettiniz, saldırganların salıverilmesini kendi açınızdan bir tehlike olarak görüyor musunuz?

 

"Şemdinli'de ortaya çıkan küçük bir
olay değildi. Bu oluşumlar Şemdinli'de
büyük yara aldılar."

Tabiî ki, Şemdinli'de ortaya çıkan küçük bir olay değildi. Bu oluşumlar Şemdinli'de büyük yara aldılar. Zaten üzerime geliyorlar, illa ki canıma kast edilecek değil. En demokratik, en insani duruşumdan dolayı bile üzerime geliyorlar. 46'da Özalp'ta 33 Kürt köylüsünü katletmekten mahkûm olan General Muğlalı'nın ismi Özalp'ta bir askeri kışlaya verildi. Kimsenin çıtı bile çıkmadı. Ama ben Kitapevine bir tabela yaptırdım diye hakkımda suç ve suçluyu övmekten dolayı dava açıldı. Başka süren davalarım da var. Örneğin, Umut Kitapevi için yaptırdığım takvimden dolayı bile hakkımda dava açıldı. Tabi ki daha tehlikeli şekilde de üstüme gelebilirler, sadece benim üstüme değil demokratik talepleri olan tüm muhaliflerin üzerine gelebilirler. Bu tahliye bu tür oluşumlara verilmiş açık bir destek mesajıdır.

 

Peki bu denli açık delillere rağmen, sanıkların salıverilmesi ve olayın üzerinin kapatılması yeterli sahiplenmenin gerçekleşmemesinden kaynaklı olabilir mi? Mesela Şemdinli halkı olayı yeterince sahiplendi mi?

 

Şemdinli halkı, başta ölümlere, yaralanmalara ve oluşan olağanüstü havaya rağmen çok güçlü sahiplendi ama halk örgütsüz olduğu için kendinden gelişen tepkiler  sonuç alıcı olmadı. Bu tepkiler doğru örgütlendirilmediği için refleksler gittikçe zayıfladı, sıradanlaştı sınırlı bir kesimle sınırlı kaldı. Bunu fırsat bilen sistem özel örgütlenmelerle halkın dini duygularını da istismar ederek 1920'lerdeki gibi gizli nasihat ve propaganda heyetleri oluşturdu.

 

Psikologlardan, toplum bilimcilerinden yararlanıp halkın zayıf noktalarını ortaya çıkararak Şemdinli olayının yarattığı refleksi ve izleri silmeye çalıştılar. Devletin imkânlarını ve araçlarını kullanarak halkın üzerine gidildi. Şeker kamçı denen bir yöntem kullandılar. Bazılarını çağırıp tehdit ettiler, bazılarına ekonomik olanaklar sunarak kazanmaya çalıştılar. Sosyal güvencesi olmayanlara yeşil kartı bir şantaj unsuru olarak kullandılar. Sosyal Yardımlaşma Vakfı aynı işlevi gördü, iradesini kırabildiklerini bu imkanlarla ödüllendirdiler iradesi kırılmayanlar ise cezalandırıldılar.

 

Tabi aslında bu olay sadece Şemdinli halkını ilgilendiren bir konu değildi ve sadece Şemdinli halkının sahiplenmesi ile sonuç alınması da mümkün değildi. Bu açıdan bakınca, Şemdinli halkının yeterince sahiplenip sahiplenilmediği sorusu akla geliyor. Bu konuda ne söylemek istersiniz?

 

"Yüksekova'da yapılan gösterilerde
3 yurtsever genç katledildi,
yüz bin kişilik cenaze törenleri
ile defnedildiler. Türkiye'nin her
bir tarafından 'Şemdinli halkı
yalnız değildir' sloganıyla
binlerce kişi Şemdinli'ye akın etti."

Hatırlarsanız ilk dönemlerde Türkiye kamuoyunda çok ciddi bir sahiplenme oldu. Sendikalardan aydınlara, öğrencilere, demokratik kişi ve kurumlarda müthiş bir heyecan oluştu. Çok ciddi TV programlarında yer buldu. Sivil itaatsizlik eylemleri gelişti. Hatta Yüksekova'da yapılan gösterilerde 3 yurtsever genç katledildi, yüz bin kişilik cenaze törenleri ile defnedildiler. Türkiye'nin her bir tarafından 'Şemdinli halkı yalnız değildir' sloganıyla binlerce kişi Şemdinli'ye akın etti. Ulasal ve uluslararası basın ciddi yayın yaptı. Çok ciddi tartışmalar yürütüldü ama zamana yayılan dava süreci uzadıkça tıpkı Şemdinli halkında olduğu gibi sıradanlaşma başladı. Ülkemizdeki demokrasi güçlerinin de örgütsüzlük sorunu var ve ne yazık ki çabuk unutuyoruz. Bir de bu konuda iktidarın tutumu çok önemlidir. Başta belirttiğim gibi hükümet, bu çevrelerle uzlaştığı için basını ve kamuoyunu olumsuz etkiledi ve gelinen aşamada Türkiye'nin demokratikleşmesi adına bu önemli fırsat kaçtı, kaçırıldı. Bazı köşe yazarları tahliye sonrasında bunu dile getiren yazılar yazdı.

 

Umut Kitapevi saldırısı sürecinde çok önemli ziyaretler yaşandı. Siyasi parti başkanlarından tutunda Avrupa Birliği temsilcilerine kadar çok geniş bir yelpazeye yayılan bu ziyaretlerin yanında dünya basınının önemli yayın kuruluşları sizinle görüşmek üzere Şemdinli'ye kadar  geldiler. Bütün bu ziyaretlerin amacı neydi? Kimlerle görüştünüz?

 

"Tüm halkın tanık olduğu gibi hem
yazılı, hem görsel basın da
neredeyse iki ay boyunca sürekli
Şemdinli'deydi ve sürekli ziyaretler
yaşandı. Doğrusunu isterseniz
çok umutlandıran bir ilgi vardı. "

Tüm halkın tanık olduğu gibi hem yazılı, hem görsel basın da neredeyse iki ay boyunca sürekli Şemdinli'deydi ve sürekli ziyaretler yaşandı. Doğrusunu isterseniz çok umutlandıran bir ilgi vardı. Önemli köşe yazarlarının, aydınların ve bütün yerli basının yanında dünya basınının bir çok önemli görsel yayın kuruluşu da geldi; BBC, ARD gibi. Bazı ülkelerin başkonsolosları da geldi. Tabiî ki neredeyse tüm siyasi partilerin temsilcileri geldi. Başbakan ve CHP Genel Başkanı da geldi. CHP Genel Başkanı, Kitapevini ziyaret etmek istedi gitmedim. Yani samimi olmadığını biliyordum. Tabiî ki DTP, SDP, gibi partilerin samimi çabaları da vardı. Genel Başkan boyutunda çok gelip gittiler.

 

İlgiye gelince, tabi bazılarının samimi çabaları vardı. Bir şeylerin ortaya çıkması için çaba gösterdiler ama bazılarının da amacı ortaya çıkan duyarlılıktan yararlanmaktı. Siyaseten kayıtsız kalamazlardı. Bazı sivil toplum örgütleri de beni başka illere çağırdılar. Bursa, Ankara gibi birçok ilde ESP ve SDP'nin organize ettiği panellere katıldım. Buralarda büyük ilgi gördüğümü belirtmek isterim . İnsanların sormak istedikleri çok fazla soruları vardı. Onları ve diğer bütün ziyaretçileri elimden geldiği kadar aydınlatmaya çalıştım.

 

Şemdinli olayı bazı şeyleri değiştirdi mi?

 

Tabiî ki değiştirdi. Yıllardır var mıdır, yok mudur tartışması süren  Jitem benzeri oluşumların varlığı ispatlanmış oldu. İkincisi aynı hukuk kurallarına bağlı mahkemeler uç noktada farklı kararlar vererek yıllardır bu konularda var olan uzlaşma geleneğini en azından çatlatmış oldular. Bu az da olsa demokrasiye yapılmış bir katkıydı. Birde halkın gücünün birçok şeyi değiştirebileceği gerçeğini hatırlatması açısından çok önemli tarihi bir olaydı.

 

Baştan beri güvenlik çevreleri, bir kısım medya ve milliyetçi yazarlar tarafından ortadaki tüm delillere rağmen olayın bir komplo olduğu iddia edildi. Böyle yaklaşıldı, sizin yada Şemdinli halkının böyle bir komplo yapabilme yeteneği imkan ve olanağı var mı? Nasıl yorumlarsınız  bu durumu?

 

"Yani ne kadar çırpınsalar da olay
halkın gözü önünde cerayan etti.
Onların planlarında binde bir
bile benim kurtulma şansım yoktu,
tesadüfen kurtulmam olayı ortaya
çıkardı."

Bu olay, gerçektende çok organizeli bir olaydı. Üç kişinin yapabileceği bir olay değildi. Ortaya çıkan bilgi ve belgeler krokiler, bu işin sıradan bir iş olmadığının en açık göstergesidir. O gün Ankara'dan terörle mücadelenin ikinci isminin Şemdinli'de olması, yine ilçenin istihbarat sorumlusunun ve diğer üst rütbeli askerlerin mesai saatlerinde çarşı merkezinde olmaları tesadüf değildi. O gün bütün çevredeki esnafların gözlemlediği hareketlilik ifadelerinde açıkça dile getiriliyor. Yani ne kadar çırpınsalar da olay halkın gözü önünde cerayan etti. Onların planlarında binde bir bile benim kurtulma şansım yoktu, tesadüfen kurtulmam olayı ortaya çıkardı. Bir anlık bir tereddüt, bir ikilem yaşasaydım zaten itirafçı  kaçıp kurtulacak, dolayısıyla da iki astsubay da yakalanamayacaktı. Bu yüzden olayın Şemdinli halkı tarafından hazırlanmış bir komplo olma ihtimali yoktur. Bahsini ettiğiniz iddialar sadece kamuoyunu yanıltmaya dönük çabalardı. Mahkeme sürecinde de sanık avukatlarının bu iddiasını çürütmek için defalarca keşif istedik ama türlü bahanelerle bu talebimiz ret edildi.

 

Dava sürecinde de avukatlarımla beraber böyle suçlu muamelesi çok gördük. Mahkeme salonuna girişte bile ayrımcılığa maruz kalıyorduk. Sanık avukatları ellerini kollarını sallayarak içeri giriyor, bizim kemerlerimiz bile çıkartılıyordu. Bu ülkenin muhalif düşünen mağdur bir vatandaşı olarak 'eşitlik ilkesinin asla uygulanmadığı' düşüncesi bende daha da pekişti. Başta adalet mekanizması olmak üzere tüm kurumlar tarafından mağdur olmamıza rağmen hem ben hem Şemdinli halkı suçlu muamelesi gördük.

 

Saldırı sürecine tekrar dönelim, sizce neden Umut Kitapevi seçildi?

 

"Şemdinli'de yükselen bir demokrasi
mücadelesi vardı, insanlar 1
Eylül'de açılan barış çadırlarında
barış taleplerini güçlü haykırmaya
başlamışlardı. Sistem yanlısı
taban güç kaybediyordu."

Bunu birkaç açıdan ele almak mümkün. Birincisi, Umut kitapevinden önce Şemdinli ismi öne çıkıyor. 84 yılında ilk kurşunun patladığı yerdir Şemdinli. Bir de 1999'da birinci barış gurubu da Şemdinli den giriş yapmıştı. Bu açıdan savaşla barış arasında bir çizgi gibidir Şemdinli. İkisine de ev sahipliği yapmıştır, bu açıdan yeni bir şiddet dalgası yaratmak için bilinçli seçilmiş bir yer.

 

İkincisi, Şemdinli'de yükselen bir demokrasi mücadelesi vardı, insanlar 1 Eylül'de açılan barış çadırlarında barış taleplerini güçlü haykırmaya başlamışlardı. Sistem yanlısı taban güç kaybediyordu. Bir de özel nedenler vardı, tabi benim 15 yıllık bir cezaevi sürecim vardı. Bu süreçten sonra DTP'nin kurucu delegesi seçildim. Aktif bir çabam vardı. Buda beni hedef durumuna getiriyordu aslında. Hedef sadece ben de değildim. Benimle beraber DTP'de aktif olan birkaç arkadaşı da bitirmek istediler.

 

Mahkemeler sürecinde hem sanık avukatları hemde bir kısım medyanın ısrarla sorduğu bir soru vardı. Şemdinli gibi küçük bir ilçede bu kitap evinin ne işi var? Tabi aslında Şemdinli'de bir kitap evinin olmasından daha doğal bir şey olamaz ama bende merak eden okurlarımız olacağını düşünerek benzer bir soru sorayım. Sizi Şemdinli'de Umut Kitapevi'ni açmaya teşvik eden neden neydi?

 

Aslında 'Şemdinli'ye bir kitapevi' fikri bende cezaevinde oluştu. Bu süreçte çok sayıda kitap okudum. Hem aydınlandım hem de toplumu tarihsel gerçekliği ile tanıma fırsatı buldum. Cezaevinde iken yazıştığım arkadaşlardan Şemdinli'de kitap satılmadığını biliyordum. Bu yüzden Şemdinli'de bir kitapevi açma fikri o zamanlar oluştu. Cezaevinden çıkınca ilk işim Umut Kitapevi'ni açmak oldu. Çok fazla ticari bir kaygım da yoktu zaten. Bir de doğrusunu isterseniz 15 yıl kitaplarla haşir neşir olmuş bir insanın elinden de başka bir iş gelemezdi.

 

Cezaevi konusu açılmışken, 15 yıllık cezaevi süreciniz ile ilgili neler anlatabilirsiniz bize? Neden yakalandınız, neler yaşadınız?

 

"Diyarbakır Askeri Mahkemesi'nde
o dönemin hukuksuzluğu ile
yargılanıp müebbet hapis cezası
aldım. 15 yıldan fazla Diyarbakır,
Eskişehir, Aydın, Buca, Bursa
ve Bayrampaşa cezaevlerinde en
zor şartlarda kaldım. 2000 yılının
Mayıs ayında cezamı tamamlayıp
Bursa cezaevinden tahliye oldum."

84 yılındaki Şemdinli baskınından dolayı yakalandım. Diyarbakır Askeri Mahkemesi'nde o dönemin hukuksuzluğu ile yargılanıp müebbet hapis cezası aldım. 15 yıldan fazla Diyarbakır, Eskişehir, Aydın, Buca, Bursa ve Bayrampaşa cezaevlerinde en zor şartlarda kaldım. 2000 yılının Mayıs ayında cezamı tamamlayıp Bursa cezaevinden tahliye oldum. Yaşadıklarıma gelince 85, 87 yılları arasında iki yıl Diyarbakır zindanında yattım. Oranın o zamanki şartlarını neredeyse herkes bilir, bu yüzden fazla söze gerek yok. Ayrıca Türkiye'de ilk açılan özel tip cezaevlerinden olan Eskişehir cezaevini açanlardan biriyim. Buranın koşulları da çok zordu. Bu cezaevleri ile beraber tek tip mahkum elbisesi giyme zorunluluğu da getirilmişti, biz giymedik bu uygulama karşısında direndik, bizden sonra diğer cezaevleri de giymeyince uygulama kaldırıldı.

 

15 yıllık gerçekten uzun bir süre, üstelik mahkumların dışarısıyla bağlarının neredeyse kesildiği zor yıllarda yattınız  tahliye olduğunuzda normal hayata uyumda zorlandınız mı? En çok neye alışmanız zor oldu?

 

Evet, 15 yıllık bir komün yani her şeyin ortak kullanıldığı bir yaşam tarzımız vardı. Paraya çok fazla ihtiyaç duymuyor, kullanmıyorduk. Normal hayata geçişte en fazla bu konuda zorlandığımı söyleyebilirim. Alışveriş yapmak hele paranın üstünü almak bana çok tuhaf geliyordu. Uzun süre alışamadım. Bir de paranın toplumda bu kadar önemli bir değer olmasını da anlamlandıramamıştım. Biz içerdeyken halkın yaşam standartlarının üstünde bir yaşam sürmemeye çok özen gösteriyorduk. Sosyal ve siyasal olarak kendimizi kısıtlıyor, 'halkımız fakirdir et yiyemiyorsa biz de yememeliyiz' diyorduk. Açıkçası bu duyarlılığı dışarıda görmemek de beni çok üzmüştü.

 

Biraz da saldırı sonrasına dönelim. Bir anda gündemin en önemli konusu oldunuz. Bir kesim sizi 'kahraman' ilan ederken, bir kesim de size 'hain' demeye başladı. Bu iki uç yakıştırma arasında hayatınızda neler değişti?

 

"Saldırılarını haklı çıkarmak için
birdenbire 'hain' ilan edildim.
Açıkçası hedef durumuna getirildim.
Türkiye'de milliyetçiliğin ne denli
körüklendiği hesaba katıldığında
nasıl bir tehlike altında olduğum
açık. Şemdinli davası, bir
anlamda izzet-i nefis durumuna
getirildi."

Demokrasi güçlerinden Aydınlardan, yurtsever halktan çok ciddi bir sahiplenme gördüm. Özellikle birçok aydın ve demokrat yıllardır dile getirdikleri bu tür oluşumları Şemdinli'de delilleriyle beraber ortaya çıkarıldığından, tezlerinin doğrulandığını söylüyorlardı. Bu anlamda müthiş heyecanlıydılar. Bu kesimlerle ilişki geliştirme fırsatı yakaladım, çevre edindim. Yine bu davanın emektarları olan çok değerli 340 yakın avukatım oldu. Benim şahsımda Şemdinli tanınmış oldu.

 

Türkiye Avrupa birliği müzakere sürecindeki ilerleme raporunun 6-7 yedi yerinde Şemdinli'nin ismi geçiyordu. Bu anlamda Kürt sorununun önemli bir boyutu da işlenmiş oldu, çözüm önerileri tartışıldı. Şemdinli olayının mağduru olarak basında olumlu olumsuz işlendim.

 

Saldırılarını haklı çıkarmak için birdenbire 'hain' ilan edildim. Açıkçası hedef durumuna getirildim. Türkiye'de milliyetçiliğin ne denli körüklendiği hesaba katıldığında nasıl bir tehlike altında olduğum açık. Şemdinli davası, bir anlamda izzet-i nefis durumuna getirildi. Birey–devlet ilişkisi açısından bakıldığında feda edilmesi gereken açık haklı konumdayken haksız konuma düşürülüyorum. Çete üyelerinin tutuklandığı ertesi günü hiçbir hukuksal dayanak olmadan 11 ay tutuklanmam da bundandı. Ağır bir sorumluluğun altına girdim, güçlü rakiplerle karşı karşıya kaldım. Bu temsiliyeti yerine getirmek tabiî ki en ağır yüktür.

 

Son genel seçimlerde DTP'den milletvekili adayı olarak isminiz geçti, sonradan geri çekildiniz. Bunu da saldırının hayatınızda yarattığı değişikliklerden biri olarak değerlendirebilir miyiz? Buna bağlı olarak, bu süreci de biraz açmanızı ve siyaseten bir hedefinizin olup olamadığını öğrenmek istiyorum.

 

Aday olmam partinin önerisiydi, geri çekilmem de yine partinin iradisiyle oldu. Çok fazla gündem konusu oldu. O zamanki siyasal yönelimlere karşı bir cevap olarak düşünülüyordu,  ben öyle düşünüyorum. Sonradan benin üzerimden partinin üzerine gelineceğinden korkulduğu için geri çekilmem istendi. Ama bu da kurtuluş olmadı, korkulan şey bugün gene yaşanıyor. Demek ki siyasette korkulardan kaçmak değil, korkuların üzerine gitmek gerekiyor. Siyasette her yön keskindir, ılıman hava geçiştirme ve çürütme amaçlıdır. Bir anlamda olumsuz geçen seçimin bir parçası olmadığım için sevinçliyim. Fedakarlık esas alınmalıydı ben öyle yaptığımı düşünüyorum. İlerisi için de peşin konuşmak doğru olmaz şartların ne getireceğini görmek lazım.

 

Umut Kitapevi'nin son durumu nedir açık kalacak mı?

 

"Kitapevinin tabelasının altında
durmak bile çok farklı bir duygu.
Her kesimin gözünde olan bir
tabela, bazen gizliden gizliye
fotoğrafını çekenler, korka korka
önünde fotoğraf çektirenler oluyor."

Olaydan sonra bazı arkadaşların ve kurumların desteğiyle patlamanın izleri yok edilmeden dekore edildi. Aydınların öncülüğünü yaptığı bir kampanya ile ülkenin çeşitli yerlerinden gönderilen kitaplarla doldu. Vaktim oldukça açık tutmaya çalışıyorum. Hala ziyaretçileri geliyor. Tarihi bir misyona sahip bir yer, tabelasının asılı olması bile çok önemli. O tabelanın altında durmak bile çok farklı bir duygu. Her kesimin gözünde olan bir tabela, bazen gizliden gizliye fotoğrafını çekenler, korka korka önünde fotoğraf çektirenler oluyor. Her şeye rağmen Umut Kitapevi açık.

 

Son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı?

 

Tüm konulara daha geniş değinmek mümkündü ama genel düşüncelerimi öz olarak belirttim. Değinmediğim birçok olay var. Bu vesile ile saldırıda ve sonrasında yaşamını yitirenleri saygıyla anıyorum. Size de kısada olsa düşüncelerimi belirtme fırsatı verdiğiniz için teşekkür ediyorum.