Rêvas

Rêvas

"Her toprakta yetişmez, kaya diplerini, taşların arasını kendisine mesken edinir..."

Birkaç yıl önce İstanbul\'da avazı çıktığı kadar “Kürt muzu Kürt muzu” diye bağıran bir adamın elinde Révası görünce şaşırmıştım. Herhalde muz gibi kabuğu kolayca soyulduğu için zengin yiyeceği olarak bilinen muza benzetilmişti.

Yoksa  Révas kim, muz kim?

Muzluğu kabuğundan gelen Révasın Kürtlüğü de Kürtlere has bir yiyecek olmasından geliyor doğal olarak.

Gerçekten de bütün bir bahar boyunca hatta kış ayı için salamurası yapıldığı için bütün bir yıl boyunca sofralarımızı süsleyen onlarca pancar arasından Révasın yeri farklıdır. Diğer tüm pancarların hemen hepsinin yemeği yapılabilirken içlerinden bir tek Révas yemek yapılamaz. Bu özelliğiyle portakalla ve muzla yakın bir süreçte tanışan Kürtlerin değerli meyvesidir Révas ve Révas tıpkı aynı toprakta yetiştiği nadide ters lale gibi özgün ve mağrur bir bitkidir.

Nasıl ki ters lale her toprağı beğenmez ve ulaşılmaz yerlerde yetişiyorsa Révas da öyledir. Her toprakta yetişmez, kaya diplerini, taşların arasını kendisine mesken edinir. Nisan yağmurlarının hemen ardından birdenbire büyümeye başlayan revasın bir başka özgünlüğü de ömrüdür. İşte tüm ömrü bir haftaya sığan Révasın mağrurluğu da buradadır; Az bulunur, kısa yaşar.

Révasın toplanabildiği yılın yağmurlu günleri düşlerini teknoloji ürünlerine teslim etmemiş çocukların uykulu gözlerle yeşil dağları bayırları süslediği günlerdir. Sabahın erken bir vaktinde küçük guruplarla ve bazen de tüm mahallenin, köyün
kadın erkeklerinin katıldığı büyük guruplarla pancar ve Révas avı neşe içinde başlar ve artık eskisi gibi güvenli olmayan dağlarda bazen de bin bir tehlikeyle akşamın bir vaktinde yorgun argın biter.

Yüz yılardır devam eden bu kültür yılardır süren ve bugünlerde tekrar gündeme gelen şiddet ortamından dolayı yok olma  tehlikesiyle yüz yüzedir. Oysa bu  kültür ekonomik olarak bitme noktasına gelen birçok ailenin  aynı zamanda geçim kaynağı olarak ta çıkıyor karşımıza.

Birçok aile Révasla beraber diğer tüm pancarları da toplayarak artık iyece şehirlere hapis olmuş aslında köylerden kopmuş  halkımızın hem damak tatlarına hem de özlemlerine, hasretlerine sunup hiç olmazsa zaruri ihtiyaçlarını karşılamaktadırlar.

Ama ben benim de çocukluğumun en unutulmaz anlarını oluşturan Révası aslında bu açıdan ele almak istemiyordum. Şimdi yeşillenen dağlarda bin bir diğer pancarla beraber kocaman yaprakların arasında bitiveren bu ekşimsi tat ile çocuklar arasında kıskanılacak bir ilişki şaşılacak bir denge vardır!

Yoksa abarttığımı mı düşündünüz?

Doğrusu bende öyle düşünüyorum ama çocukların sevinçle saldırıp köklerinden kopardığı bu canlı varlık niye çocukların ellerine bu kadar yakışıyor?

Dostluk mu u yoksa düşmanlık mı?

Beni düşündüren bu soru sizin de aklınızı kemire dursun, fakirlik ortak kaderleri olan Kürt çocuklarının küçük yaşta boylarından büyük asıldıkları yaşam mücadelesi geçmişte ayakkabı boyacılığına, çıraklığa, işçiliğe açılırdı sonra göçlerin savurduğu hayatlar kocaman şehirlerin sokaklarında selpak satıcılığına horlanmışlığa, dışlanmışlığa zimmetlendi.

Yaşamak için kabullendikleri bu küçük ticaret hemen hepsinde Révas satıcılığı ile başlamıştır. Kasabaların tozlu sokaklarında, sırtlanan kocaman torbaların içinde sessiz ama sadece göz ucuyla fırlatılan bir bakışla başlayan ekmek kavgası nerdeyse bir gelenektir. Öyle ki amcasından aldığı 5 lira harçlıkla yaşıtlarına özenen zihinsel özürlü çocuk destesi bir liradan aldığı beş deste Révası destesi 50 kuruştan satıp akşam eline geçen 2.5 lirayı evdekilere gururla “kazandım” diye götürmüştür.

Ve ticari bir malın imajı, albenisi, ticaretinin de  biraz uyanıklığı olmalıdır; Küçük esnafların aynı boylardaki sayıları 5 ila 10  arasında değişen Révastan oluşturduğu desteler işin albenisini, destenin arasına yerleştirdikleri bitkinin “Pelgeru” denilen acı yaprak dalları işin uyanıklığını ve uşkun olarak değiştirilen isimle de işin imaj  kısmını düzeltiyorlardı.

Böylece ticaretin ilk sınavını geçmiş oluyorlardı...

Uzun olsun çocukların ömrü; çünkü onlarla özdeşleştirdiğimiz Révas ın ömrü kısa olur. Anneler sonradan mutlak pişman oldukları kızgın anlarda sitemle onlara “Emrê te emrê Rêvası bit” (Ömrün Révasın ömrü olsun) derlerdi.

Ömürleri uzun olsun çocukların Révas da satabilsinler ve yiyebilsinler diye...

EMİN SARI / [email protected]