'Ortadoğu'nun büyük fotoğrafı'ndaki Gazze gerçekleri...

'Ortadoğu'nun büyük fotoğrafı'ndaki Gazze gerçekleri...

Kimsenin tam olarak ne istediğini bilmediği ve nasıl şekilleneceğini bilemeyeceği ve karmakarışık süreçlerden geçilmekte olan bu "yeni Ortadoğu paradigması arayışı"nda, "tünelin ucundaki ışık" şu an itibarıyla gözükmüyor.

Bir “insani felaket” yaşanıyor Gazze’de. “Savaş”, üçüncü haftasını doldurdu ve önceki gece yarısı itibarıyla Filistinli masumların kayıp sayısı -300’ü çocuk olmak üzere- 1221’e ulaşırken, İsrail’li ölü sayısı 53’ü asker, 56 idi.

Bu arada 215,000 Filistinli de evlerini terketmiş vaziyetteler. Ve, açık ki, “savaş sürdükçe, durum daha da beter olacak.” İşin kötüsü, çok yakın gelecekte, savaşın duracağına dair herhangi bir emare de görünmüyor.

Batı Şeria ve Gazze’de çalışan bir insani yardım kuruluşunun direktörü, New York Times’a “İsrailliler ve Hamas, bu kez Rubicon’u geçtiler. Aşmış oldukları bir tür psikolojik sınır var ve bizim zamanını bilmediğimiz bir süreye kadar bu çatışmadan vazgeçmeyecekler” demiş.
Gazze’deki durumun vahametini ve daha da vahimleşeceğini, bundan daha çarpıcı biçimde hiçbir söz anlatamaz herhalde.

Bu son savaştan önce de Gazze’deki “insani durum” zaten alarm veriyordu. Hamas’ı zayıflatmayı hedef alan İsrail-Mısır ortak ablukası, ekonomiyi mahvetmiş ve Gazze nüfusunun yarısını gıda yardımı için dışa bağımlı hale getirmişti. Gazze’nin ekilebilir arazilerinin zaten dörtte biri “tampon bölge” sayılıyordu, bu son savaşla yüzde 44’ü yani yaklaşık yarısı kullanılmaz halde.

Bu “insani dram”ın tercümesi, Gazze halkının, açlık ile ölüm arasında kıstırılmış olmasıdır. Bu durumun, tartışılmaz, bir numaralı sorumlusu İsrail’dir. Ortadoğu’daki “yeni tablo”nun, kendisine Filistinlilerin belini daha da kırmak, hiç hazzetmediği “Filistin Yönetimi (Fetih)- Hamas ulusal uzlaşması”nı vurmak ve “böl-yönet politikası”na geri dönmek için mükemmel bir fırsat verdiğini farkeden Netanyahu iktidarı, feci bir oportünizm ile Hamas’ın üzerine çullanırken, Filistin halkını mahvediyor.

Bölgedeki son gelişmeler ile hayli güç kaybeden ve bir ölçüde “marjinalize” olmakta olan Hamas’ın da, son çatışmayı, tekrar “Filistin denklemi”ne geri dönme fırsatı olarak gördüğüne kuşku yok. Bu hengâme sırasında yapılan kamuoyu yoklamalarında Gazzelilerin çoğunluğunun, savaşın durmasını ve “Filistin Yönetimi’nin Gazze’de yeniden kurulmasını istediği” öne sürülüyor.

Bu, 2006’daki şartların çok değiştiği, Gazze’nin Hamas yönetimi altında yaşamayı artık istemediği anlamına geliyor. Dolayısıyla, mevcut savaş, İsrail’deki Filistinli düşmanı zalim iktidar sahipleri gibi, siyasi hesaplardan ötürü Hamas’ın da işine geliyor.

Durumu ve gerek yakın vâdedeki ateşkes ihtimallerini de, gerekse uzun vâdede çözüm umutlarını zorlaştıran ve karmaşıklaştıran olgu, Gazze’deki “son savaş”ın, Ortadoğu’daki “parametreler”in değişmiş ve “Filistin sorunu”nun, Ortadoğu politikasındaki “belirleyici merkezi konumu”ndan çıkmış olduğu bir zaman diliminde gerçekleşmesidir.
Günümüz Ortadoğu’sunun gerçeği, “Mezhep Savaşı vitrini arkasında uluslarararası ve bölgesel aktörler arasında cereyan eden “vekâlet yoluyla savaşlar” ve bunun tezahürü olan “iç savaşlar”, hatta “iç savaşlar içi iç savaşlar”dır.

Bunun coğrafi sahnesi ise, Akdeniz ile Ürdün (Şeria) Nehri arasındaki alanda yerleşik olan İsrail/Filistin hattından çok daha geniş bir alan kaplayan Suriye ile Irak’tır; yani “Levant” ile “Mezopotamya”nın toplamında ve dahası Körfez’deki (S. Arabistan+Birleşik Arap Emirlikleri ve Bahreyn ile İran’ı karşı karşılıklı mevzilendiren) çekişmedir.

Bunun bölgenin tümüne yayılan görüntüsü Sünni-Şii ve bunun alt-metni olarak Sünni-Alevi çatışmasıdır. Ki, ayrıca, Sünni-Selefi güçlerin kendi aralarındaki çatışmalar (İŞİD ile An Nusra ve Ahrar el-Şam, Tevhid gibi örgütler arasındaki gibi) ve buna ek olarak, Ortadoğu’dan Hristiyanlığı kazımayı amaçlayan girişimler de, “iç savaş dinamiği”ni daha da derinleştiriyor, karmaşıklaştırıyor, çetrefilleştiriyor.

Kısa süre önce bir yazımızda sözünü ettiğimiz ve Richard Haass ve Zbigniew Brzezinski gibi isimlerin de altını çizdiği “Ortadoğu’nun Otuz Yıl Savaşları”nın yaşanmakta olduğu olgusu, ülkeleri de farklı eksenlerde biraraya getiriyor ya da birbirlerine karşı olarak konumlandırıyor.

New York Times’ın köşe yazarı David Brooks, geçen hafta bu olguya değinirken şu satırlara yer vermişti:
Sünni-Şii rekabeti tam istim. Mezhebî şiddetle parçalanmış olan Irak artık eski şeklinde varolamıyor. Arap otoriterleri ile İslamcılar arasındaki rekabet tam istim. Dünya Gazze’yi seyrederken, geçen hafta sonu 700’ü iki gün içinde olmak üzere, dehşet verici bir iç savaşta 170 binden fazla Suriyeli öldürüldü.
Sünni-Sünni rekabeti de kaynıyor. Suudi Arabistan, Katar, Türkiye ve diğer ülkeler Sünniler arası bir iç savaşın tam ortasındalar ve bölgedeki diğer her gerilimi çarpıtacak şekilde vekillerini sahaya sürüyorlar.

Suudi-İran rekabeti de çok güçlü şekilde sürüyor. Her iki güç, bölgesel hegemonya için rekabet ediyor ve bir nükleer silah yarışına niyet ediyorlar.

Yani, “Filistin-İsrail arenası”nın çevreleyen alan, büyük tarihi gelişmelere ve coğrafi değişikliklere gebe ve tam bir kaynayan kazan. Ve, “Filistin-İsrail arenası” da, kendiliğinden, uluslararası ve bölgesel güçlerin “vekâlet yoluyla savaş alanı”na dönüşmüş halde.

Brooks, bu durumu şu satırlarıyla ifade ediyor:
Tüm bu çatışma, vekâlet yoluyla savaşıldığı duygusu veriyor. Türkiye ve Katar, Mısır ve Suudi Arabistan’a karşı bölgesel rekabette (bu işin Sünnilerarası rekabet kısmı, cç) üstünlüğü sağlamak umuduyla Hamas’ı destekliyor. Mısırlılar ve Suudiler, üstü kapalı biçimde İsrail’i destekliyor ya da İsrail gücünün Hamas’ı zayıflatacağı umuduyla İsrail’i arkalıyorlar.
Filistin-İsrail karşılaşmasına, bağımsız bir mücadele olarak bakmak artık anlamsız. O da, bölgedeki diğer her çatışma gibi, daha büyük çaptaki 30 Yıl Savaşları’nın bir parçası olarak görülmeli.


Öyle görenlerden biriyim. O nedenle de, Türkiye dahil, bölgesel aktörlerden hiçbirini, Filistin halkının giderilmesi çok uzun yıllar alacak büyük zararlara uğradığı ve çok büyük acılar yaşadığı şu son çatışmada “masum” ve “ilkesel” bir “rolün sahibi” olarak görmüyorum.

Bu kanlı çatışmanın bir tek masum aktörü, şayet, varsa, o da, Gazze’de yaşayan Filistin halkının kendisi.

Ve, kimsenin tam olarak ne istediğini bilmediği ve nasıl şekilleneceğini bilemeyeceği ve karmakarışık süreçlerden geçilmekte olan bu “yeni Ortadoğu paradigması arayışı”nda, “tünelin ucundaki ışık” şu an itibarıyla gözükmüyor.

Kimisi sözde olan “gözyaşları” ya da bazılarının kendilerine “moral güvence” sağlamak amacıyla bir tür cankurtaran olarak sarıldıkları “ahlâki argümanlar”, ne yazık ki, Filistin halkının çilesini ağırlaştıran “realpolitik hükümleri”nin yerini alamıyor.
Ne yazık ki, günün sevimsiz gerçeği bu…

CENGİZ ÇANDAR / RADİKAL

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
2 Yorum