Öncelikli sorunumuz anayasa değişikliği mi?

Öncelikli sorunumuz anayasa değişikliği mi?

Türkiye, Cumhuriyetin kuruluşundan buyana belki en sorunlu dönemini yaşıyor. Ülkenin bir bölgesinde halk sokağa çıkamıyor; devlet yurttaşlarının can ve mal güvenliğini sağlayamıyor.

Türkiye, içerde ve dışarda bunca sorun yaşarken, siyasetin tepesinde yeniden Anayasa değişikliği tartışmaları öne çıkarılıyor. Cumhurbaşkanı her konuşmasında Başkanlık sistemi bağlamında Anayasa tartışması açıyor. Başbakan kendisini bu konuda bir şeyler söylemek ihtiyacında hissediyor. TBMM Başkanı, yasamanın gündeminde -ekonomiden sosyal yaşama- pek çok tasarı sıra beklerken, Anayasa değişikliği konulu basın toplantısı yapıyor; liderlere mektup yazıyor.

Türkiye'nin halen yürürlükteki Anayasası, 12 Eylül 1980 askeri darbesinden sonra 6 Kasım 1982 tarihinde yapılan halk oylamasında  %92 'evet' oyu alarak kabul edildi ve yürürlüğe girdi. Halk oylamasında çıkan büyük kabul oyu, sunulan tasarıyı kamuoyunun içine sindirmesinden çok, reddetme halinde oluşacak belirsizlikten sakınma amacına yönelikti. 1982 Anayasası, daha özgürlükçü bir içerik taşıyan 1961 Anayasasına ve 1980 öncesi yaşanan toplumsal olaylara tepki ortamında hazırlandığı için oldukça katı ve 'devlet odaklı' bir hukuk metni olarak anayasa tarihimizde yerini aldı.

82 Anayasasının kabulünden sonra ilk genel seçim 1983'te, ikincisi 1987'de yapıldı. Bu ikinci seçimden sonra gelen hemen bütün iktidarlar, hatta -1991'den sonra- iktidarları da aşan Meclis çoğunlukları, Anayasa'nın çeşitli  maddelerini değiştirdiler; katı devletçi hükümlerini çağdaş demokratik gereksinmelere uyarlamak için önemli adımlar attılar.

1982 Anayasası, 17.5.1987'den itibaren 8.7.1993 / 23.7.1995 / 18.6.1999 / 13.8.1999 / 3.10.2001 / 21.11.2001 / 27.12.2002 / 7.5.2004 /21.6.2005 / 29.10.2005 / 13.10.2006 / 10.5.2007 / 31.5.2007 / 9.2.2008 / 7.5.2010 ve 17.3.2011 tarihlerinde olmak üzere toplam 17 kez değişikliğe uğradı.** Bu 17 değişikliğin 10'u, 2002'den sonra ve tümüyle Adalet ve Kalkınma Partisi çoğunluğunun önerileri doğrultusunda gerçekleşti. Bu değişiklik yasalarından sadece üçü (1987/19464, 2007/26554 ve 2010/27580 sayılı yasalar) doğrudan kabul için TBMM'de gerekli sayıya ulaşamadığından halk oylamasına sunuldu; 1987'de red, sonrakiler kabul oyu aldı.

Tüm bu düzenlemelerle 1982 Anayasası'nın 'Başlangıç' bölümü dahil 77 maddesinde ve geçici maddelerinde değişiklik yapıldı; metin bir anlamda 1982 Anayasası olmaktan uzaklaştı. Ancak, yine de bugün hiç sorunsuz, evrensel ölçütlere uygun, mükemmel bir hukuk metni olduğu elbette ileri sürülemez. Yapılan birçok önemli ve olumlu değişikliğe karşın, YÖK gibi kurumlar, HSYK seçiminde blok liste gruplaşmalarına yol açan durumlar, vatandaşlık tanımından yemin metnine kadar özensiz ve kavrayıcılıktan uzak yazımlar halen Anayasa maddeleri arasında yer alıyor.

Ancak, son zamanlarda ileri sürülen Anayasa değişikliği gerekçeleri bu sorunlu maddeleri ve sakıncaları gidermek amacına yönelmiş görünmüyor. 2015 ve sonrasında değişikliğin temel amacı daha özgürlükçü, katılımcı, çoğulcu yeni bir Anayasa yapmaya değil, Türkiye'nin 1876'dan beri -çeşitli badirelere, tuzaklara, müdahalelere ve darbelere göğüs gererek- düşe kalka kurmaya, erginleştirmeye, olgunlaştırmaya ve kurumlaştırmaya çalıştığı parlamenter demokrasiyi sonlandırmaya, yerine içeriği ve niteliği belirsiz bir 'Türk tipi Başkanlık Sistemi' ikame ederek, ülkeyi bir yönetim kaosuna sürüklemeye yönelik görünüyor.

Türkiye, Cumhuriyetin kuruluşundan buyana belki en sorunlu dönemini yaşıyor. Ülkenin bir bölgesinde halk sokağa çıkamıyor; devlet yurttaşlarının can ve mal güvenliğini sağlayamıyor. Şimdiye kadar adına 'terör eylemi' deyip küçümsediğimiz olayların boyutları iç savaş ölçeğine tırmanıyor. En vahimi, ülkenin doğusu ile batısı, tarihimizde belki ilk kez duygu ortaklığını yitiriyor; ulusal birliğimizin, yurttaşlık bilincimizin, bütünlüğümüzün temelleri sarsılıyor.

Türkiye, bölünme tartışma ve kaygılarının milletin vicdanında derin yaralar açtığı vahim bir süreci yaşıyor.

Sınırlarımızın dışında da durum daha iyi değil. 100 yıla yakın süredir "Yurtta Sulh, Cihanda Sulh" ilkesinin gerçekçiliğinde ilerleyen ve bir dünya savaşı eşiğinde Hatay'ı bütünlüğüne katmayı başaran Türkiye, neredeyse sınırlarının güvenliğini sağlayamıyor. Dünyada önemsenmek yerine, bölgesinde bile temsil gücünü yitiren, elçilikleri kapanan bir ülke haline geliyor. Emperyalist politikaların dümen suyunda kırmızı çizgilerinin çiğnenmesini 'çaresiz', saygınlığının zedelenmesini 'yalnız' seyretmek zorunda kalıyor.

İçerde ve dışarda yaşadığımız bütün bu sorunların yürürlükteki Anayasa'dan kaynaklandığı kuşkusuz ileri sürülemez. Türkiye, 2002-2012 arasında birçok önemli ve olumlu gelişmenin altını imzalarken de bu Anayasa yürürlükte idi. Şimdi, tam tersine, bazı sorunların yürürlükteki Anayasa'ya uymamaktan ve giderek ' hukuk devleti' ilkesini çiğniyor olmaktan kaynaklandığı haklı olarak söyleniyor ve savunuluyor.

Bu durumda öncelikli ihtiyacımız, karşı karşıya bulunduğumuz vahim sorunlara çare olmaktan uzak yeni Anayasa tartışmaları açmak değil, önce var olan Anayasa'ya uymak, hukuk devleti ilkesine saygı duymak, böylelikle siyasal gerginliği azaltmaya, toplumsal dayanışmayı çoğaltmaya çalışmaktır.

Bütün bu "ahval ve şerait içinde" ülkenin önüne -kişisel dayatma ve zorlamalardan kaynaklandığı herkesçe bilinen- bir Anayasa değişikliği getirmek, tarihe inanılmaz ve bağışlanmaz bir aymazlık örneği olarak geçebilir. Tam 100 yıl önce İttihatçıların, bilgisizlik ve had bilmezlikle koca bir imparatorluğun felaketine yol açtıkları gibi; ya da 'şehir' düşmek üzereyken meleklerin cinsiyetini tartışan gafillerin tarihsel söylentisinde olduğu gibi...

İktidar ve muhalefet, ülkenin kaderini ileriye ve iyiye taşımakla yükümlü ve sorumludur. Bu sorumluluk da ancak, kişisel dayatma ve diretmelere teslim olarak değil, ülkenin önceliklerine önem vererek onurla ve başarıyla taşınabilir.

Ülkenin önceliği yönetim sistemi değişikliği değildir. İçeride bütünlüğün, dışarıda saygınlığın özenle korunması, ekmeğin, özgürlüğün, güvenliğin ve adaletin çoğaldığı bir Türkiye'nin yeniden kurulmasıdır.

*Dr. Hukukçu, eski Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay

**Kaynak: TC Anayasası / TBMM yayını, 2012

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.