İş Güvenliği Uzmanı Bilir: Durum görünenden daha vahim

İş Güvenliği Uzmanı Bilir: Durum görünenden daha vahim

İş Güvenliği Uzmanı Ertuğrul Bilir, “Denetimlerin göstermelik hale gelmesi, işverenleri cesaretlendiriyor ve gerekli önlemler alınmıyor. Bunun bedelini de işçiler hayatlarını ve sağlıklarını kaybederek ödüyorlar. Yani durum görünenden daha vahim” diyerek

Türkiye’de “iş kazaları” adı altında yaşanan iş cinayetlerinin ardı arkası kesilmiyor. Tek seferde yüzlerce insanın ölümünün dahi neredeyse sıradan bir hal aldığı Türkiye’de sektörel dağılımda özellikle inşaat, madencilik, tarım başta olmak üzere pek çok alanda her yıl binleri bulan ölümler yaşanıyor. Bilinenler kadar bilinmeyen ölüm ve yaralanmalar da cabası. Kayıt dışılığın, güvencesizliğin geniş bir şekilde yayıldığı çalışma alanlarında ilgili bakanlıkların "denetimleri", sonuçlar baz alındığında biçimsel olmaktan öteye geçmiyor.

İstanbul İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi üyesi olan Makine Mühendisi ve İş Güvenliği Uzmanı Ertuğrul Bilir, gündemi sıklıkla meşgul eden iş güvenliği ve işçi sağlığı konusuna dair ANF'den İbrahim Açıkyer'in sorularını yanıtladı.

‘VERİLER EKSİK, GÜVENİLİR DEĞİL’

- Türkiye'de cinayet, katliam gibi "iş kazaları"nın ardı arkası kesilmezken, bu yıl yaşanan ölümlerde de ciddi bir artış yaşandı. Bunun nedenleri bağlamında öne çıkan hususlar neler?

İş cinayetlerinin sayısında artma-azalmalar yaşanıyor. Ancak Türkiye’de sağlıklı bir bilgi sistemi olmadığından dolayı gerçek durum net olarak görünemiyor. SGK’nın verileri tümden eksik ve güvenilmez. İstanbul İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi olarak ulaştığımız ve yayınladığımız veriler de eksik. Toplu ölümler yaşanınca kamuoyu işçi ölümleriyle ilgileniyor. Ancak toplu ölümler yaşanmadığı dönemlerde de işçiler daha küçük gruplar halinde hayatını kaybetmeye, sakat kalmaya, sağlığını kaybetmeye devam ediyor. Genel olarak son dönemde yaşanan artışın birkaç nedeni var gibi görünüyor. İnşaat sektörünün Türkiye ekonomisinde giderek yerinin artması ve bu alandaki yoğunlaşmanın yanında sektörde taşeron çalışmanın yaygınlığı, projelerin hızla bitirilerek gelir elde etme hırsı söz konusu. Madenlerde ve son Soma örneğinde de benzer bir durum söz konusu. Ortamın tehlikelerine bakmadan, gerekli önlemleri almadan, hızlı ve ucuz şekilde kömür çıkarılmaya çalışılmasının bedelini Soma’da 301 işçiyle, diğer yerlerde birer ikişer ölümlerle ödemeye devam ediyoruz.

'DURUM GÖRÜNENDEN VAHİM’

- Bu tehlikeler sadece “iş kazaları”ndan mı ibaret?

“Meslek hastalıkları” ve daha geniş bir tanımla “işle ilgili hastalıklar” iş kazalarından çok daha fazla insanın ölümüne ve çalışamaz hale gelmesine yol açıyor ve tespit edilmeleri daha zor olduğundan dolayı gündeme bile giremiyor. İşverenler üstünde baskı oluşmuyor, tazminat ödenmiyor, hayatını kaybedenlere ve yakınlarına gelir bağlanmıyor. Nedenleri sorgulanmayan kanserler, solunum yolu hastalıkları gibi hastalıkların dikkate değer bir kısmının işyerlerinde yapılan işten kaynaklı olduğu tahmin edilebilir. Ancak sistem bilinçli olarak bu tespiti zorlaştırarak devam ediyor. Uluslararası Çalışma Örgütü verilerine göre, bir iş kazası sonucu ölüme karşılık 5 kişi “işle ilgili hastalıklardan” hayatını kaybediyor. Bu oran Türkiye’ye uygulandığında Türkiye’de muhtemelen her yıl 2-3 bin insan iş kazalarından hayatını kaybederken, 10-15 bin insan da meslek hastalıklarından hayatını kaybediyor. Yani durum ilk bakışta görünenden daha vahim.

- İş cinayetlerinin başında inşaat sektörü geliyor. Akabinde madencilik, tarım gibi sektörlerde de ciddi oranda işçi ölümleri yaşanıyor. Bu noktada da esnek, güvencesiz, kuralsız çalışma koşulları bu denli yüksekken bu ölümlerin de sonunun gelmesi pek olası görünmüyor. Devlet denetimlerde bulunduğu yönünde pek çok kez bu kazalar sonrası açıklama yapıyor ama bu denetimler yapılıyorsa ölümlerin, yaralanmaların ve kazaların sonu neden gelmiyor?

İnşaat, madencilik gibi sektörler yapısal olarak daha tehlikeli sektörler. Ancak bu durum, iktidar ve işverenlerin yaklaştığı şekilde, yaşanan ölümleri ve kazaları doğal hale getirmemelidir. Daha tehlikeli alanlarda çalışma yapılıyorsa, daha fazla önlem alınmalı, daha fazla kontrol yapılmalı, daha güvenli çalışma teknikleri uygulanmalı. Bunlara rağmen tehlikelerin azaltılamadığı çalışmalardan ise vazgeçilmelidir. Sermayenin kar hırsı nedeniyle önlemleri almadığı, sendikaların ve işçi örgütlerinin ise zayıflatıldığı bir durumda devletin yaptığı denetimler önem kazanıyor. Ancak, yıllardır eleştiri konusu olduğu gibi, teknik inceleme yapabilecek nitelikte iş müfettişlerinin sayısını devlet çok sınırlı tutmaktadır. Geçen yıl içinde sayı bir miktar artmakla birlikte halen çok yetersizdir ve işyerlerinin çoğunluğu denetlenmemektedir.

‘İŞÇİLER HAYATLARI VE SAĞLIKLARIYLA BEDEL ÖDÜYOR’

Denetlenen yerlerde ise, sıklıkla denetimlerin yüzeysel yapıldığı görülüyor. Benim karşılaştığım bazı örneklerde, iş güvenliği uzmanı olarak, birkaç saatlik saha ziyaretiyle tespit ettiğim eksiklerin önemli olanlarının yarısının iş müfettişi tarafından tespit edilmediği veya rapora yazılmadığını gördüm.  İş güvenliği uzmanları veya işyeri hekimleri olarak, aynı eksik tespitleri biz yapsak belge iptali, ceza davaları ve tazminat davalarıyla karşı karşıya kalabiliriz. Ancak, anladığımız kadarıyla bakanlık iş müfettişlerine “işverenleri fazla zorlamayın” mesajı veriyor. Sonuç olarak denetimlerin sık sık göstermelik hale gelmesi, işverenleri cesaretlendiriyor ve gerekli önlemler alınmıyor. Bunun bedelini de işçiler hayatlarını ve sağlıklarını kaybederek ödüyorlar.

- İşyerlerindeki iş güvenliği uzmanlarını yeterli buluyor musunuz? Mart ayı itibariyle 250 bin iş güvenliği uzmanının işsiz olduğu açıklanmıştı. Bunun yanı sıra iş güvenliği uzmanlarının sorunun çözümünde yeterli olduğunu düşünüyor musunuz, değilse de nedenleri neler?

Söz konusu rakamda bir abartı olduğunu sanıyorum. Bildiğim kadarıyla Mart ayı itibariyle Türkiye’deki iş güvenliği uzmanı sayısı 100 bin civarında. Ancak, yine de kısmi bir işsizlik söz konusu. Geçen yıllarda uzman sayısının yetersizliği nedeniyle nispeten yüksek olan ücretler, iş bulamayan veya düşük ücretlerle çalışmak zorunda kalan çok sayıda mühendis, mimar, şehir plancısı, teknik öğretmen, fizikçi gibi teknik elemanları bu alana yöneltti. Sonuçta ücretler bu meslek gruplarının diğer alanlardaki ücret ortalamalarına doğru geriliyor.

‘İŞ GÜVENLİĞİ UZMANI VE İŞYERİ HEKİMİ İHTİYACI ÇOK’

Aslında Türkiye’de daha fazla iş güvenliği uzmanı ve işyeri hekimine ihtiyaç var. Ancak, Bakanlık tarafından geçen yıllarda yapılan yönetmelik değişiklikleriyle zorunlu çalışma süreleri oldukça düşürülerek, uzman ve hekimlerin işverenlere maliyeti düşürüldü. Böylece, eskiden işçi başına ayda 15 dakika çalışan işyeri hekimi artık 4-8 dakika arasında sürede yapması gerekli işleri yapmak zorunda. Bir önceki yönetmelikte inşaat gibi çok tehlikeli işyerlerinde işçi başına ayda 20 dakika çalışması gereken iş güvenliği uzmanı, daha da ayrıntılanan ve çoğalan işlerini şimdi işçi başına 12 dakikada yapmak zorunda. Bu da, çalışmaların yeterli düzeyde yapılmasını zorlaştırarak işçileri, uzmanları ve hekimleri riske sokuyor.

İş güvenliği uzmanları, mevcut yasal düzenlemelerde, işyerinde çalışmaya doğrudan müdahale yetkisi olmayan kişilerdir. Yetkisi, danışmanlık yapmak, eğitim vermek, önerilerde bulunmak gibi noktalarla sınırlıdır. Mevcut yasa, uzman ve hekimi, tespit ettikleri hayati öneme sahip tehlikeler uyarılarına rağmen giderilmez ise işyerini bakanlığa şikayet etmekle sorumlu tutuyor. Ancak, bu tür bir durumda hiçbir güvence tanımlamıyor. Uzman ve hekim, bu şikayeti yaparken sadece o işyerinden çıkarılmayı değil, başka yerlerde iş bulamamayı da göze almak zorunda. Türkiye’de işsizlik sigortasının ne kadar etkisiz olduğu malum.

‘UZMANLAR DA ÖRGÜTLENMELİ’

İş güvenliği uzmanlarında da ciddi sorunlar olduğu doğru. Geçmişten beri kağıt üzerinde ve şablonlaşmış bir şekilde çalışma alışkanlığı yaygın. Şirketler uzmanlara gerçekte yapabileceklerinden çok daha fazla iş yükü yüklüyor. Bu durum uzmanların da iş güvencesinin olmaması, çok sayıda tecrübesiz uzmanın bulunması, araştırmaya zaman olmaması, araştırma-öğrenme ihtiyacı duyulmaması, üniversitede ve eğitim kurumlarında uzman adaylarına verilen işvereni korumacı eğitimlerle birleştiğinde sorunlar büyüyor. Uzmanların da diğer emekçi kesimler gibi örgütlenmesi ve haklarını savunması gerekiyor. Bir yanda sendikalarda işyerindeki diğer çalışanlarla birlikte örgütlenmek, meslek odası olanların meslek odasında örgütlenerek, odasını harekete geçirmesi, aynı işi yapanların ortak hak arama araçları olarak dernek benzeri örgütlenmeler oluşturularak hak arama mücadelesinde yer alınması bir ihtiyaç.

SİSTEMLİ VE SÜREKLİ MÜCADELE

- Türkiye'deki kayıt dışı, güvencesiz çalışma koşulları düzeltileceği yerde koşulların giderek kötüleşmesi noktasında yapılması gerekenler nelerdir sizce? Meslek örgütleri, sendikalar, STK'lar ve siyasi partilerin nasıl bir tavır sergilemesi gerekir ki, bu sorunun çözümü hızlandırılarak bir sonuç alınabilsin?

Hepimizin bildiği gibi kayıt dışı ve güvencesiz çalışma koşulları tesadüfen ortaya çıkmıyor. Bilinçli bir politikanın sonucu olarak giderek yayılıyor. Bu nedenle siyasi, ekonomik ve toplumsal bir dönüşüm olmadan köklü bir iyileşme mümkün görünmüyor. Ancak elbette ki, kısmi de olsa değişiklikler, adımlar için direniş yürütmek ve şartların iyileştirilmesi için mücadele etmek gerekiyor. Saydığınız örgütlerin kendi işlevlerini öncelikle emekçilerin gözüyle yeniden tanımlaması lazım. Emek ve emekçi örgütlerinin işçi sağlığı ve güvenliği sorununu gündemlerinin daha üst sıralarına taşıması bir zorunluluk. Çünkü yaşam hakkı en temel haklardan birisi. İnsanlar iş bulabilmek için, yaşamlarını devam ettirebilmek için birçok olumsuzluğu sineye çekmek zorunda kalıyor. Ancak sistemli ve sürekli bir mücadeleyle emekçiler yaşam haklarının korunması talebini karşılıksız bırakmayacaktır.

 

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.