Cenevre III'ten Sykes-Picot II çıkar mı?

Cenevre III'ten Sykes-Picot II çıkar mı?

Sykes-Picot, bir bütün olan Ortadoğu topraklarının bölünmesi ve üzerinde Avrupa modeli devlet yapılarının oluşturulması yönündeki Batılı girişim olarak bilinir.

Ortadoğu’nun en kıdemli siyaset adamlarından Velid Cunblat, yeni yıl dilekleri için bir süre önce aramıştı. 2016’nın “Sykes-Picot’nun 100. yıldönümü” olduğunu belirtti ve “Hatırlarsın” diye devam etti; “Birkaç yıl önce Beyrut’taki görüşmelerimizde bölge için yeni bir Sykes-Picot hazırlandığını söylemiştim. Şu andaki manzara tümüyle bu. 100. Yıldönümü’nde yeni bir Sykes-Picot’ya gidiyoruz…”

Sykes-Picot, Birinci Dünya Savaşı sonunda, savaştan yeni çıkması halinde, Osmanlı İmparatorluğu’nun Ortadoğu topraklarının nasıl bölüşüleceğine dair İngiltere ile Fransa arasındaki,  kendisini kaleme alan diplomatların, Sir Mark Sykes ile Georges Picot’nun isimleriyle anılan gizli anlaşma.

Bolşevikler, 1917 Devrimi sonrasında, Çarlık arşivlerindeki kirli çamaşırları ortaya saçınca, Sykes-Picot da ortaya çıktı.

Savaş sonrası, Ortadoğu toprakları ise gerçekten İngiltere ile Fransa arasında “manda yönetimleri” altında parçalandı ve bölüşüldü.

Ama, bölüşüm, Sykes-Picot’nun birebir uygulanması değildi. Sykes-Picot’dan hayli değişikti. Örneğin, Sykes-Picot’da Musul, Fransa’ya bırakılmıştı.

Yine de Sykes-Picot, harfiyen uygulanmamış olsa da, 400 yıllık Osmanlı hakimiyeti altında iken bir “bütün” olan Ortadoğu topraklarının bölünmesi ve üzerinde Avrupa modeli devlet yapılarının oluşturulması yönündeki Batılı girişim olarak bilinir.

Karşı olmayanı da yoktur. Arap milliyetçileri, Arap ulusunu çeşitli devletler arasında parçaladığı için Sykes-Picot’ya karşıdır. Kürtler, kendilerini devletsiz bırakarak parçalamayı öngördüğü için karşıdır. Osmanlıcılar, Ortadoğu topraklarını Türkiye’den koparttığı için; İslâmcılar ise “ümmeti böldüğü” gerekçesiyle.

IŞİD lideri Ebubekr el-Bagdadi, 2014’te  Musul’u ele geçirdikten sonra “İslam Devleti”ni ilân ettiği o açıklamasının başında “Sykes-Picot’nun tarihe karıştığını” gururla söylemişti. Zira, Irak-Suriye sınırları ortadan kaldırılmış, üzerinde“hilafet” ya da “İslam Devleti” kurulmuştu.

Türkiye Başbakanı Ahmet Davutoğlu’nun da “Sykes-Picot karşıtı” çok sayıda açıklaması kayıtlardadır. Keza Tayyip Erdoğan’ın.

Sykes-Picot’ya karşı olmayan pek yoktur ama herkesin kendi “Sykes-Picot karşıtlığı gerekçesi” vardır.

Velid Cunblat’ın “100. yılında Sykes-Picot-II” kaygısı, doğrudan Suriye ile ilgili. Suriye’de savaş çıktığından bu yana, cephedeki ve “askeri plandaki” somut gelişmelerden hareket ederek, harita üzerinde ayrıntılı biçimde Beyrut’ta biraraya geldiğimiz her sefer bana göstermişti.

Cenevre-III’ün ilk gününün ardından, dün, İngilizce ve Arapça yazdığı bir Tweet’ini gördüm; Obama’ya esefle yükleniyordu: “Sayın Başkan Suriye halkını feda ettiniz!”

Obama’ya bu hitabında, ABD ile Rusya ile Suriye’nin bölüşüm pazarlığında anlaşmış olduğu iması var. Besbelli ki, Cenevre-III’ü, Suriye’nin ABD ve Rusya arasında bölünmesi süreciyle ilişkili görüyor.

PYD’nin Cenevre-III serüveni bu konuda ilginç ipuçları sunabilir. Örneğin, Salih Müslim, PYD’nin belkemiğini oluşturduğu Suriye Demokratik Meclisi adlı Arap-Kürt muhalefet koalisyonunun eş başkanları Haitham Menna ve İlham Ahmed ile Suriyeli eski bakanlardan Kadri Cemil, Cenevre’de BM Suriye Özel Temsilcisi Staffan di Mistura ve ekibiyle görüşüyorlar.

Kendilerine “bu aşamada katılmalarına karşı çıkanın sadece Türkiye olmadığı” bilgisi veriliyor. Amerika ve Rusya karşı çıkmış. ABD’den de öteye Rusya.

Bu “bilgi” Salih Müslim tarafından ima yoluyla kamuoyuna açıklanmıştı. Oysa, Brüksel’de gelişmelerle yakından ilgili Amerikalılardan, Cenevre’deki ABD temsilcilerinin “PYD’nin masada olmasını istediği” bilgisini edinmiştim.

Öyleyse, esas olarak, Rusya nedeniyle ortaya çıkan “PYD’siz Cenevre-III”ün bir açıklaması gerekiyor.

Bence var ve şu:

“Rusya, Cenevre-III için ABD’den en büyük tavizi koparttı. Cenevre-III’ün rejimin katılımıyla başlaması ve süreç boyunca rejimin iktidardan ayrılmasının istenmemesi.”

Türkiye, S.Arabistan, Katar üçlüsünün desteğindeki Suriye muhalefetinin –"Yüksek Müzakere Heyeti”- adeta“olmazsa olmaz” ön şartı buydu. Rusya, ABD’den bu “tavizi” koparttı ve buna karşılık ABD (ve Suudi baskısı) sonunda, muhalefet tıpış tıpış Cenevre-III’e katılıyor.

Bir de PYD yüzünden yeni bir pürüze, Rusya için gerek yoktu. PYD, “bir sonraki aşamada” katılabilirdi.

Olay bu. Cenevre-III’ün başlayabilmiş olması, Rusya için ABD için olduğu kadar önemli. Zira, Rusya için şu aşamada en önemlisi, Ortadoğu’da –ve dolayısıyla uluslararası sahada- ABD ile neredeyse eşit düzlemde “büyük aktör” olarak yerini tekrar alması. Sovyetler Birliği’nin yıkılışından sonra Putin’in en büyük amaçlarından biri böylece yerine gelmiş olacak. Cenevre-III, Rusya’nın bu konumunun tescili anlamına gelecek.

Viyana Süreci’ne ve giderek Cenevre-III’e imkân sağlayan BM Güvenlik Konseyi’nin 2254 sayılı kararı, bir Amerikan-Rus mutabakatıyla çıktı.

Suriye, artık esas olarak Amerika-Rusya arası nüfuz alanları rekabeti kadar, aralarında uzlaşmanın da alanı haline geldi.

 “Büyükler” aralarında anlaşırlarsa, “küçükler”e de durumu empoze ederler. Sadece Suriye Kürtlerinin durumu bu değil. “Büyükler”in gözünde, maalesef iktidarın dış politika yanlışları sonucunda Türkiye’nin düşürüldüğü durum da böyle.

ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden, Reuters’a göre, Amerika’ya dönüşünde, Demokrat Partililerle görüşürken, “Tayyip Erdoğan’a fazla zaman ayırmış olabilirim ama sonunda ayağı suya erdi” gibisinden bir ifade kullanmış. Bu açıklamasını IŞİD ile mücadele bağlamında yapmış ve Erdoğan’ı ikna etmesinin gerekçesini “çıkarlar devreye girince, işler değişiyor” diye eklemiş.

Sadece Erdoğan ve Davutoğlu’nu dinlemiş olanlar, Biden’ın PKK ve PYD konusunda ikna edildiği aldanmasına kapılabilirler. Gelgelelim Biden, Erdoğan için belirgin bir üstten dil kullanırken, PYD’yi PKK ile birlikte anmamaya dikkat ettiğini göz önüne alalım.

Nitekim, PYD’nin bugün Cenevre-III’te bulunmamasının birkaç hafta içinde bulunmayacağı anlamına gelmeyeceğini New York’ta BM Sözcüsü Stephane Dujarric açıkça ifade etti.

Dujarric, “Suriye’de IŞİD’ e karşı (PYD) önemli mücadele ortaya koyuyor. Kürtler Suriye’nin unsurlarından biri ve önemli ölçüdeki toprakları kontrolü altında tutuyor. PYD neden barış görüşmelerinde yok?” sorusuna şu karşılığı verdi:

“BM’nin Suriye Özel Temsilcisi de Mistura’nın da söylediği üzere barış görüşmeleri altı ay sürecek. Görüşmelere değişik zamanlarda değişik oyuncular da dahil olabilir. Geniş bir yelpazede yapılacak olan Suriye barış görüşmelerinde farklı gruplara da yer verilecek… Bazı dengeler dakika dakika değişebiliyor… Bazı delegasyonlar Cenevre’de olabilir ama görüşmelere katılmayabilir. Daha önce de söylemiştim, kimlerin orada ne için olduğunu ya da hangi otelde kaldıklarını bilemeyiz.”

Buradan anlaşılması gereken şu: “Bu işlere, son kertede, ABD ve Rusya karar veriyor. O, ikisi biliyor ve BM’ye bildiriyor.”

Yani buradan anlamamız gereken şu: ABD’nin PYD’ye zaten itirazı yok; Rusya da isterse PYD masaya gelebilir.

Ya Türkiye itiraz ederse?

Halledilir. Ne de olsa, Türkiye’nin başındakiler “ABD baskısı” yoluyla, “çıkarlar söz konusu olduğunda, sonunda ikna edilebiliyorlar.”

Biden öyle söylüyor.

Peki, Suriye üzerinde ABD-Rusya uzlaşması olur ve tutarsa, Sykes-Picot-II olabilir mi? Cenevre-III bunu getirebilir mi?

Sanmıyorum. Belki Cenevre-IV, belki Cenevre-V gerekebilir.

Oyuncular değişebilir. Türkiye’dekiler de bu ihtimale dahil…

CENGİZ ÇANDAR / HÜRRİYET

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.